Gürcistan’da Uluslararası Bir Konferans Düzenlendi
19-21 Kasım tarihleri arasında Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te “Gizli Uluslar, Süregelen Suçlar: Geçmiş ve Gelecek arasında Kuzey Kafkasya” isimli uluslararası bir konferans düzenlendi. Waynakh Online’de konferansın katılımcıları arasındaydı.
ABD merkezli Jamestown Vakfı, Gürcistan’daki Uluslararası Kafkas Çalışmaları Okulu ve İlia Devlet Üniversitesi’nin organizasyonuyla toplanan uluslararası kongre ilki Mart 2010’da Tiflis’te düzenlenmiş kongrenin devamı niteliğini taşıyor. İlk kongrenin ardından katılımcılar Gürcistan’dan Çerkes soykırımını tanımasını talep ettikleri bir sonuç bildirgesi yayınlamıştı.
“Gizli Uluslar, Süregelen Suçlar: Geçmiş ve Gelecek arasında Kuzey Kafkasya” isimli kongre Tiflis’teki Sheraton Metechi Palas Oteli’nde düzenlendi. İki gün süren konferans 19 Kasım akşamı otelde verilen resepsiyon ile başladı. Konferansa ev sahipliği yapan İlia Devlet Üniversitesi rektörü Gigi Tevzadze açılış konuşmasında ilki geçtiğimiz ilkbaharda yapılan ve oldukça başarılı geçen konferansın ikincisini organize etmekten memnuniyet duyduklarını ifade etti. Jamestown Vakfı’nın başkanı Glen Howard, 15 farklı ülkeden gelerek konferansa katılım sağlayan herkese teşekkür ederek, burada buluşmanın ileriye yönelik daha büyük ve yeni ortaklıklar oluşturmak için büyük bir fırsat sunduğunu dile getirdi. Kafkas Çalışmaları Okulu’nun yönetici Ghia Nodia, böylesi bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor olmaktan duydukları memnuniyeti dile getirirken, bu konferanslar serisinin üçüncüsünü de düzenleyeceklerini ve daha fazla katılımcıyı ağırlamayı planladıkları, bu nedenle daha şimdiden bunun heyecanını hissettiklerini belirtti.
Konferansın birinci çalışma günü 20 Kasım sabahı Gigi Tevzade’nin hoş geldiniz konuşması ile Glen Howard ve Ghida Nodia’nın konferansın programı hakkındaki bilgilendirmesiyle başladı.
Kongrenin birinci bölümü, bir önceki uluslararası kongrenin sonuçlarının değerlendirilmesine ayrılmıştı. Gürcistan parlamentosu milletvekili Nugzar Tsiklauri kendilerinin de bir işgalin kurbanı olduklarını ve böylesi etkinlikleri organize etmelerinin ya da desteklemenin kendileri için tarihsel bir sorumluluk olduğunun altını çizdi. Tsiklauri, “Rusya, Gürcistan’ın barışçıl politikası hakkında yanlış bilgiler yaymayı sürdüyor. Bugün Kuzey Kafkasya’da gazeteciler ve insan hakları savunucularının öldürüldüklerine, entelektüel isimlerin bölgeden ayrılmaya zorlandıklarına şahit oluyoruz, ayrıca bölgedeki şiddet artarak devam ediyor ve bunların hepsinin ardında da Rus devleti yer alıyor” dedi. Konuşmasına katılımcılara teşekkür ederek son veren Tsiklauri, “Kafkasya’nın tümünün bağımsızlığının ve bölgedeki barışın önemine inanan buradaki tüm katılımcılara teşekkürlerimi sunmak istiyorum” dedi.
Çeçen tarihçi ve Kuzey Kafkasya konusunda uzman Mairbek Vatchagaev Kuzey Kafkasya’daki mevcut duruma değindi ve Tiflis’te geçtiğimiz ilkbaharda düzenlenmiş birinci uluslararası konferansın etkilerine değindi. Vatchagaev, “Siyasi nedenlerden ötürü Rusya tarafından reddedilmesine rağmen, Kafkasya’daki soykırımı dile getiren ilk ülke Gürcistan oldu. Bugün Kafkasya’daki durum değişime uğruyor. Rusya, Kafkasya’nın merkezi olmakta başarısız oldu. Şimdi Tiflis, Kafkasya’nın merkezi haline geldi. Özellikle Gürcistan tarafından Kuzey Kafkasya vatandaşlarına yönelik sağlanan vizesiz seyahat imkanı, Gürcistan liderlerinin bölgeye desteğinin bir ifadesidir. Bu uygulamanın tüm Kafkasya’da memnuniyetle karşılandığını ifade etmeliyim. Mart 2010’daki ilk konferansın devamı niteliğinde iki gün boyunca bölgedeki insan haklarının durumunu konuşacağız ve ayrıca geçtiğimiz yüzyılda Kafkasya’da olanları da unutmadığımızı göstereceğiz” dedi.
Kafkasya konusunda uzman Gürcü profesör Merab Chukhua konuşmasında özellikle Çeçen halkının yakın tarihte maruz kaldığı soykırıma değindi. Chukhua, “Mart 2010’daki konferansın ardından Çerkes ve Çeçen soykırımları kavramları dünya kamuoyunda daha fazla konuşulmaya başlandı. Çeçen halkı 20.yüzyılda iki kez nüfus kaybına uğradı. 1944 yılında tüm Çeçen halkı anavatanından sürüldü. Bu gerçek bir trajediydi, 750 bin insan vatanından sürgüne gönderildi ve ancak yarısı hayatta kalabildi. 1944 sürgününün üzerinden tam 60 yıl geçtikten sonra Rus yönetiminin atalarının izinden gittiği ve Çeçenleri yeniden sürgün etmeye hazırlandıklarına ilişkin Boris Yeltsin tarafından imzalanmış bir belge ortaya çıktı. Nitekim Çeçen devletinin bağımsızlığını ilan etmesi nedeniyle 1994 yılında Rusların İçkerya topraklarını işgal etmesiyle başlayan birinci Rus-Çeçen savaşında 150 binden fazla sivil Ruslar tarafından öldürüldü. 1997 yılında Rusya ile İçkerya arasında imzalanılan ünlü barış anlaşmasından sonra 1999 yılında Rusya yeniden Çeçen halkına karşı bir savaş başlattı. Rus işgalinin ilk günlerinde, Rus ordusu Çeçenya’da kullanımı yasaklanmış silahları Çeçen halkına karşı kullandı. Rusya’nın askeri operasyonları sırasında Çeçenler ortadan kayboldu, siyasi nedenlerden ötürü Çeçenler öldürüldü ve bölgede ekonomik bir felaket yaşandı. Öte yandan savaştan önce Çeçenya’da tek bir AİDS vakasına rastlanılmamışken, şimdi AİDS’li hastaların sayısı binlerle ifade ediliyor” dedi. Gürcü profesör konuşması sırasında Slovakya’da Rusya’ya iade edilme riski altında bulunan iki Çeçen sığınmacının durumuna da değindi ve Murad Gasayev olayını örnek verdi. Chukha, “İspanya’dan Rusy’ya iade edildikten sonra çıkarıldığı mahkemede suçsuz bulundu Gasayev. Serbest bırakıldı ama ortadan kayboldu. Bu adam şu anda nerde kimse bilmiyor. Öyleyse Rusya tarafından verilmiş siyasi garantilere güvenilebileceğini nasıl söyleyebiliriz? Çeçenler çok uzaklara da gitseler, saklansalar ve kendilerine barış içinde yeni bir hayat kurmaya çalışsalar dahi Rusya onları takip ediyor ve barış içerisinde yaşamalarına müsaade etmiyor” dedi.
Sokhumi Devlet Üniversitesi’nden tarihçi Bezhan Khorava konuşmasında Rusya’nın Kabardey ve diğer Kuzey Kafkasya nüfuslarına yönelik saldırganlığının ve Çerkeslere yönelik uyguladığı barbarca sürgünlerin ancak soykırımı kavramı ile ifade edilebileciğini söyledi. Tarihçi, olimpik oyunların düzenleneceği Soçi kentinin Ubikh halkının yaşadığı ve katledildiği yer olduğunun unutulmaması gerektiğini ifade etti.
İlk günün anahtar konuşmacısı Britanya parlamentosu üyesi Lord Frank Judd’dı. Judd, Şubat 2010’da Çeçenya’ya yaptığı ziyaretle ilgili olarak kişisel gözlemlerini aktardı. Lord Judd, medyanın bağımsız olmadığına değindi ve hem Çeçenya’da hem de İnguşetya’da gerçekleri anlatmaya çabalayan çok sayıda cesur insanla tanıştığını belirtti. Çeçenya’ya yaptığı ziyareti çok önemli bir deneyim olarak nitelendiren Lord Judd, Çeçenya’yı korku atmosferinin ve cezadan muafiyetin var olduğu bir yer olarak tasvir ettiği raporu hakkında konuştu. Lord Judd, “Bilmelisiniz ki bu rapor Natalya Estemirova’nın anısına adanmıştır. Öldürüldüğünü duyduğumuzda şok olduk. Böyle bir şeyin olabileceğini biliyorduk ama bu bizi yine de derinden sarstı. Natalya’dan ne öğrendiğimizi düşününce, Çeçenya’ya giderek bu raporu hazırlamamız gerektiğine karar verdik” dedi.
“Gürcistan’ın Kuzey Kafkasya Politikası: Birleşik ve Bağımsız Bir Kafkasya Fikri” başlıklı ilk günün ikinci oturumu Jamestown Vakfı analistlerinden Valeriy Dzutsev tarafından yönetildi. Panelin konuşmacıları, İlia Devlet Üniversitesi’nden Gia Nodia ve David Aprasidze; Gürcistan parlamentosu milletvekili David Darchiashvili; Paris’teki Rus Çalışmaları Merkezi’nden (CERCEC) Georges Mamoulia; “Bağımsız Kafkasya” adlı oluşumdan Giorgi Sabedashvili ve Dağıstan’daki “Akhulgo” gazetesinin redaktörü Khadzhi Murad Donogo’ydu. Gürcistan’ın adımlarını bölgede tansiyonu yükseltmek şeklinde değerlendirerek Gürcistan’ı suçlayan Rusya’ya karşı gerçek durumun algılanmasına yardım eden oldukça önemli bir bölümdü. Konuşmalar Gürcistan’ın faaliyetlerini Kafkasya’da barışı temin etmeye yönelik atılmış yerinde hareketler olarak nitelendirdiler.
İlk günün bir diğer paneli Çeçenya hakkındaydı ve “Çeçenya’da İnsan Hakları İhlalleri” başlığını taşıyordu. Panel Fransız gazeteci Sophie Shihab tarafından idare edildi. Bu bölümün konuşmacıları Brüksel’deki Özgür Üniversite’den doktor Aude Merlin; Memorial insan hakları merkezinden avukat Lidya Yusupova; Dzhoxar Dudaev ve Aslan Maskhadov’un Baltık ülkeleri temsilcisi Aminat Saieva; ile Çeçenya’daki hükümet dışı organizasyonlar komitesinin üyesi Dik Altemirov’du.
Bayan Aude Merlin sunumuna Çeçenya’daki savaşın gerçekten sona erip ermediği sorusuyla başladı ve sunumu boyunca verdiği bilgiler Rus yetkililer tarafından savaşın 2009 yılında sona erdiği iddia edilmesine rağmen gerçekte devam ettiğini ortaya koydu. Sunumu sırasında Rusya’nın Çeçenya’da sistematik bir planı takip ettiğini aktaran akademisyen, Çeçenya’da önce sembollerin ve bayrağın değiştirildiğini ardından Çeçen tarihinin yeniden yazıldığını vurgulayarak Akhmad Khadzhi Kadirov’un ilk devlet başkanı olarak sunulmaya çalışıldığına örnek verdi.
Rusya’nın önde gelen insan hakları organizasyonu “Memorial”in üyesi avukat Lidya Yusupova son on yılda Çeçenya’daki çalışmaları hakkında bilgi verdi. Sunumunda Rusya tarafından Çeçenya’nın dört bir yanında sivillere yönelik işlenmiş suçlar ile toplu katliamlara ait korkunç fotoğraflara da yer verdi. Yusupova, “Rusya, Çeçenya’da anayasal düzeni yeniden tesis ettiğini iddia ediyor. Gördüğünüz tüm bu fotoğraflar dünyanın hiçbir yerinde var olmayan hukuk kuralları ışığında gerçekleştirildi. Hatta bir avukat olarak Rusya’da da böyle bir hukuk kuralı olduğunu bilmiyorum, ama sanırım Rusya’daki modern kurallardan birisi olmalı” dedi. Yusupova, Çeçenya’da yaşanılanlardan sadece Rusya’nın sorumlu tutulamayacağını çünkü savaş çıktığında olan bitene sessiz kalmayı tercih eden komşu Rus cumhuriyetlerinin ya da Rus vatandaşlarının şimdi artan şiddetten nasiplerini aldıklarını dile getirerek gerçek suçluların sessiz kalan kendileri olduğunu belirtti.
Aminat Saieva bugüne kadar Çeçen halkının yaşadığı soykırımlar hakkında tarihsel bilgiler verdi. Çeçen ve Kafkas halklarının tarihlerinin acılarla dolu olduğuna değindi.
Dik Altemirova, iki Rus-Çeçen savaşı olmadığını çünkü insanlar konuşamasa bile savaşın halen sona ermediğini, devam ettiğini anlattı.
İlk günün son paneli “Kuzey Kafkasya konusunda Avrupa ve Amerikan Bakışı” temasıyla eski Avrupalı parlamenter Olivier Dupuis’in idaresinde gerçekleştirildi.
Bu bölümde Rutgers Üniversitesi’nden Stephen Bronner, Kuzey Kafkasya’daki soykırım hakkında konuştu ve sözlerini tamamlarken Çerkes soykırımı hakkında bilgilendirmek için elinden gelen her şeyi yapacağını belirtti.
Konferansın ikinci gününde üç panel vardı.
İkinci günün ilk paneli, “Rusya ve Kuzey Kafkasya’nın Geleceği” temalıydı. Panel Tel-Aviv Üniversitesi’nden Profesör Moshe Gammer tarafından idare edildi. Bu bölümde yer alan konuşmacılar Norveç Oslo’daki Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nden Pavel K. Baev; New York Üniversitesi’nden Dr Raja Menon; George Washington Üniversitesi’nden Peter Reddeway ve Polonya’daki Rurociagi adlı boru hatları dergisinin editörü Witold S. Michalowski’ydi.
Profesör Peter Raddeway, Rusya’ın Kuzey Kafkasya’daki politikaları hakkında bir sunum yaptı. Sunduğu olası senaryolardan birisinde Rusya’nın Kuzey Kafkasya’daki rüşvet ve diğer problemlerle başa çıkamayarak gelecekte Kafkasya’nın ayrılmasına müsaade edeceğinini anlattı.
Pavel K. Baev, Kuzey Kafkasya’nın halen uluslararası arenadan izole edilmiş bir yer olduğunu ifade etti. Bölgenin süregelen terörist saldırılar ve artan direniş hareketi nedeniyle çok karışık olduğunu vurguladı.
Dr Raja Menon, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya yönelik herhangi bir politikası olmadığını, gerçekte Rusya’nın kontrolünde olmamasına rağmen Rusya’nın ısrarla bölgenin kontrolü altında olduğunu iddia ettiğini belirtti. Kuzey Kafkasya’nın bir savaş bölgesi olmasının sorumlusu olarak ta Rusya’yı gösteren akademisyen yaşanılan her şeyin tek sorumlusu kötü politikası nedeniyle Rusya’dır dedi.
İkinci günün anahtar konuşmacıları Fransız yazar ve filozof Andrei Glucksmann ile Mairbek Vatchagaev’di.
Andrei Glucksmann konuşmasında yozlaşmanının Rusya’yı kontrol ettiğini belirterek, Kuzey Kafkasya’nın geçmişte olduğu gibi bugün de soykırımın yaşandığı topraklar olduğunu söyledi. Glucksman, Rusya’nın Kafkasya’yı kontrolü altında tutma arzusunun savaşlara, fetihlere, toplu katliamlara ve soykırımlara neden olduğunu vurguladı.
Mairbek Vatchagaev ise konuşmasında Kuzey Kafkasya’daki silahlı bağımsızlık mücadelesinin Rus FSB’si ile herhangi bir bağı olmadığına vurgu yaptı. Mücadelenin İslami bir görünüm taşımasına rağmen al-Kaide gibi radikal örgütlerle herhangi bir bağı olmadığına da değinen Çeçen tarihçi, medyada çok fazla bilgi kirliliği olduğunu ifade etti.
Günün ikinci paneli “Kuzey Kafkasya’daki Yeni Gelişmeler”di. Bu bölüm Orta Asya ve Kafkasya uzmanı Marie Benningsen tarafından idare edildi. Bölümün konuşmacılar, Fransa’dan İnguş tarihçi ve dil bilinci Mariel Tsaroeva; Oxford St Antony Koleji’nden Robert T. Nesiner; edebiyatçı Svetlana Alieva; İnguş haber ajansı “Maximum”un sahibi Vakha Chapanov; ve Belçika’daki İnguş diasporasından Arsamak İmagozhev’di.
Robert T. Nesiner ve Mariel Tsaroeva, Dağıstan’daki mevcut durum hakkında konuştu. Ayrıca bölgedeki insan hakları ihlallerinden ve insanların problemlerinden de bahsettiler.
Svetlana Alieva, Karaçay-Çerkes’teki hak ihlalleri hakkında bir sunum yaptı. Konuşması sırasında Çeçenlerin bir soykırıma maruz kalmasına rağmen, Çerkes halkına yönelik bir soykırım yaşanmadığını, bunu kanıtlayacak herhangi bir belge olmadığını ileri sürdü. Konferansın Çerkes katılımcıları bu sözleri derhal şiddetle protesto ederek, Bayan Alieva’yı Rus yalanlarını tekrarlamakla itham ettiler. Bölümün moderatörü Marie Benningson tartışmalara son verirken, Rusya’nın 19. yüzyılda Çerkes halklarına yaptıklarının kesinlikle soykırım olduğunun altını çizdi.
Vakha Chapanov, İnguşetya’daki insan hakları ihlalleri hakkında konuştu. Sunumunda cumhuriyette ortadan kaybolan ve öldürülen sivillerin istatistiksel bilgilerine de yer veren Chapanov, eski devlet başkanları Murad Zyazikov’un sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle asla görüşmediğini; yeni başkan Yunus-bek Yevkurov’un düzenli olarak sivil toplumun temsilcilerini dinlemesine rağmen ülkedeki durumda herhangi bir değişiklik yaşanmadığının altını çizdi.
Arsamak İmagozhev ise İnguş ve Gürcü halkları arasındaki bağ hakkında bir sunum yaptı. İki ayrı halk olmalarına rağmen tarihler boyunca hep bir arada olduklarına değinen Arsamak, İnguşları ve Gürcüleri iki kardeş olarak tasvir etti. Sunumunda 2008 yazında Rusya’nın Gürcistan’ı işgali sırasında düzenledikleri protesto gösterileriyle Gürcistan’a verdikleri destekten de bahsetti.
Konferansın son paneli “2014 Soçi Olimpiyatları: Rusya, Türkiye ve Çerkesler” temasıyla Ghia Nodia’nın idaresinde yapıldı. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Adyge Khase’sinin bir üyesi olan Ruslan Keshev; Jamestown Vakfı analisti Valery Dzutsev; İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nden doktor Mitat Çelikpala; New Jersey’deki Uluslararası Çerkes Konseyi’nden İyad Youghar ve Tamara Barsik; ve Almanya Münih’teki Çerkes Enstitüsü’nden Janves Didan Varahram bu bölümde konuşmacı olarak yer aldılar.
Valery Dzutsev, Soçi Olimpiyatları’na ekonomik açıdan bir bakış sundu. Tesislerin inşasının maliyetlerinin sürekli artış gösterdiğini belirten Dzutsev, resmi rakamlara göre 30 milyar dolarlık bir harcama yapılacağını ve bunun Kanada Vancouver’deki Kış Olimpiyatları’na harcananın tam 7 misli olduğunu ifade etti.
Mitat Çelikpala, Türkiye’nin en yoğun Çerkes diasporasına sahip ülke olduğunu anlattı. Türkiye’deki Çerkes diasprasının sessiz olduğunu ama son dönemlerde bir uyanış başladığını belirten akademisyen, buna rağmen Türkiye için Kafkasya’nın Güney Kafkasya anlamına geldiğini ve ülkenin Kuzey Kafkasya’ya yönelik herhangi bir politikası olmadığını vurguladı. Ermeni sorunu ve Rusya ile olan yakın ilişkiler nedeniyle en azından şu dönemde Türkiye’nin Çerkes soykırımını tanıma yoluna gitmeyeceğini söyledi.
Son derece duygusal bir konuşma yapan Tamara Barsik, Soçi’de düzenlenecek olimpiyat oyunlarına neden karşı olduklarını ve Çerkeslerin 2014 Soçi Olimpiyat Oyunlarına karşı verdiği mücadeleyi anlattı. Soçi’nin olimpiyat oyunlarına aday gösterilmesinden bu yana yürüttükleri faaliyetleri kronolojik olarak katılımcılara aktardı.
Janves Didem Varahram, Almanya’daki Çerkes azınlığın yaşamı hakkında bilgi verdi ve ülkedeki Çerkeslerin büyük bir bölümünün Türkiye diasporasından gelenlerden oluştuğunu vurguladı.
Konferansın kapanış konuşmasını yapan Glen Howard tüm katılımcılara ve yapılan tüm sunumlara teşekkür ederek işbirliklerinin takdirle karşıladığını belirtti. Konferansın Kafkasya’dan değişik gruplar arasında ueni dostluklar yarattığına değinen Howard, konferans serilerinin devam edeceğini ve bir sonraki konferansın daha geniş katılımlı olacağını ifade etti.
Tweet
Bir yanıt bırakın!