Arşiv Belgeleri

Tozlanmış raflardaki Arşiv Belgeleri…

Çeçen Kültürü

Çeçen Dili ve Folkloru, Halk Dansları, Efsaneler, Öykü ve Masallar ile çeşitli kültürel bilgiler…

Çeviriler – Makaleler

Çeşitli Çeviri ve Makaleler…

Röportajlar

Ekibimizce Yapılmış Çeşitli Röportajlar…

Şarkı Sözleri

Sevdiğiniz Çeçence şarkıların sözlerine buradan ulaşabilir, dinleyebilir ve indirebilirsiniz.

Ana Sayfa » Arşiv Belgeleri

TBMM’de Çeçenya Üzerine Genel Görüşme Yapılmasına İlişkin Ön Görüşme (1994)

Bu yazı 2 Aralık 2012 Pazar  tarihinde yazıldı. Şimdiye kadar 3.782 defa okundu.. Yorum Yok
TBMM’de Çeçenya Üzerine Genel Görüşme Yapılmasına İlişkin Ön Görüşme (1994)

Türkiye Büyük Millet Meclisi 19.Dönem’de (6 Kasım 1991 – 24 Aralık 1995) görev yapmış Refah Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili ve Sivas Milletvekili Abdullatif Şener’in, Çeçenya ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen son gelişmeler konusunda (8/56); Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 10 arkadaşının Çeçenya ve Kafkasya’da meydana gelen son olaylar konusunda (8/57); Milliyetçi Hareket Partisi Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve 11 arkadaşının, Çeçenya’da meydana gelen son olaylar konusunda (8/59), bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerine yapılan ön görüşmeler.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemin ” Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmına geçiyorum.

V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – RP Grubu adına Grup Başkanvekili ve Sivas Milletvekili Abdııllatif Şener’in, Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen son gelişmeler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/56)

2. – Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 10 arkadaşının, Çeçenistan ve Kafkasya’da meydana gelen son olaylar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/57)

3. – Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve 11 arkadaşının, Çeçenistan’da meydana gelen son olaylar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/59)

BAŞKAN – Genel Kurulun 22.12.1994 tarihli 60 inci Birleşiminde alınan karar gereğince, 180 inci sırada yer alan, Refah Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili ve Sivas Milletveli Abdüllatif Şener’in, Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen son gelişmeler konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 100 ve 101 inci maddeleri uyannca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin görüşmesine başlıyoruz.

Hükümet? Burada.

Sayın milletvekilleri…

RECEP KIRIŞ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan aynı konuda bizim de…

BAŞKAN – Bir dakika efendim, müsaade buyurun; takdimimizi bitirelim.

Sayın milletvekilleri, bu önergeyle, biraz evvel okunmuş bulunan Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının önergesi ile Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve arkadaşlarının önergesinin konuları da aynıdır. Genel Kurul uygun gördüğü takdirde, bu önergelerin görüşmelerini birlikte yapacağız.

Her üç önergenin görüşmelerinin birlikte yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın Kırış, bu konuda müracaatınız vardı galiba. Herhalde müracaatınız yerine geldi.

RECEP KIRIŞ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Üç önerge birlikte görüşülecektir.

Refah Partisi Grup Başkanvekili Sayın Abdüllatif Şener’in verdiği önergeyi, gerekçesiz olarak tekrar okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Son günlerde Çeçenistan’da önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Rusya karadan ve havadan saldırılarını sürdürmektedir. Türkiye, Çeçenistan ve tüm Kuzey Kafkasya’daki gelişmelere ilgisiz kalamaz.

Çeçenistan’ın nüfusu 1 800 000’dir. Bunun yüzde 90’dan fazlası Çeçen’dir ve Müslümandır. Ayrıca Sovyet komünizminin İslamî değerleri yıkamadığı ender bölgelerden birisidir. Çeçenler üç yıl önce bağımsızlıklarını ilan etmişler; ancak, Rusya tarafından tanınmamışlardır. Tüm Kuzey Kafkasya Özerk Cumhuriyetleri Çeçenistan’daki gelişmeleri yakından takip etmekte olup, 5 binin üzerinde gönüllüyü daha şimdiden Grozni’ye göndermişlerdir.

Kuzey Kafkasya’daki tüm gelişmeler Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Her şeyden önce bu bölge insanlarıyla Türkiye arasında tarih bağı vardır, din ve kültür bağı vardır, akrabalık bağları vardır. Özellikle geçen yüzyılda meydana gelen Rus saldırılan sonucunda yüzbinlerle ifade  edilen Kuzey Kafkasyalı Osmanlı ülkesine göç etmiştir. Bu insanlar Kurtuluş Savaşında hayatlarını ortaya koymuşlardır.

İkinci bir nokta, bu bölge, Türkiye açısından stratejik önemi haizdir. Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılan kapısı burasıdır. Karadeniz kıyısındaki Abhazya’dan başlayıp Dağıstan’la Hazar Denizine ulaşarak Orta Asya’ya uzanmaktadır. Ayrıca, Kuzeydoğumuzda Rusya’ya karşı bir güvenli bölge oluşturmaktadır.

Hal böyle iken, Dışişleri Bakanlığının Çeçenistan’a yönelik Rus saldırıları karşısında olayı “Rusya’nın toprak bütünlüğü” çerçevesinde değerlendirmesi yanlış bir vurgudur, hatadır.

Çeçenistan’da ve tüm kuzey Kafkasya’da 150 yıldır insan haklan ihlalleri yapılmaktadır. Hâlâ hava saldırılarıyla siviller katledilmektedir. Bölge insanlarına yönelik soykırım devam etmektedir.

Bu olaylar bölgede uluslararası hukukun çiğnendiğini, Paris Şartına ve AGİK ilkelerine aykırı hareket edildiğini göstermektedir.

Olaylar karşısında Türkiye’ye düşen uluslararası kuruluşları harekete geçirmek, konuyu dünya gündemine taşımaktır.

Tüm bu gelişmeler ışığında Kuzey Kafkasya’ya yönelik Türk dış politikasının yeniden gözden geçirilmesini sağlamak ve alınması gerekli önlemleri tespit etmek amacıyla Anayasa’nın 98, inci İçtüzüğün 100 ve 101 inci maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasını arz ederiz.

Abdüllatif Şener
RP Grup Başkanvekili

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti gruplanna ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer konuşmacıya söz verilecektir.

Konuşma süreleri Hükümet ve gruplar için 20’şer dakika, önergedeki imza sahibi için 10 dakikadır.

Önce, Hükümete söz vereceğim.

Önerge üzerinde, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Murat Karayalçın’a söz veriyorum.

Buyurun efendim.

Konuşma süreniz 20 dakikadır. (SHP ve DYP sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, şahsen ve Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum. Son iki hafta içinde dış politika konularında açıklamada bulunmak amacıyla ikinci kez huzurlarınıza geliyorum.

Türkiye gibi, son derece duyarlı bir coğrafyaya sahip olan bir ülkede dış politika konularının yoğun olarak, sık olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınmasının son derece yararlı sonuçlar getireceği inancındayım. Hükümet olarak, konunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılmasından çok büyük bir mutluluk duymaktayız. Bu vesileyle, bu bağlamda, Hükümetimizin, dış politikamızı ulusal bir mutabakat çerçevesinde yürütmeye verdiği önemi, burada vurgulamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk dış politikasının temel çizgisi yurtta, bölgede, bölgemizde ve dünyada barıştır. Dış politikamızın bölgemizdeki işlevleri, savaşların ve çatışmaların durdurulmasına veya en azından denetim altına alınmasına, yenilerinin çıkmamasına, potansiyel gerginliklerin önlenmesine, genç demokrasilerin güçlenmesine, bölgesel iktisadî ve ticarî işbirliği modellerinin kurulup işletilmesine yardımcı olmaktır.

Kısaca, Türkiye, bölgede barışa ve istikrara hizmet etmek amacıyla çalışmaktadır. Bu çerçevede, önce, Türkiye’ye komşu Kafkas Bölgesine ve bu yöredeki ülkelere yönelik dış politikamız hakkında, genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Hepimizin, hepinizin yakından bildiği gibi, soğuk savaşı sona erdiren en önemli gelişme eski Sovyetler Birliğinin dağılması olmuştur. Bu geniş coğrafyada meydana gelen köklü değişim sonucunda Güney Kafkasya’da üç bağımsız devlet ortaya çıkmış bulunmaktadır; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. Türkiye, bağımsızlıklarını kazanan öteki ülkelerin yanı sıra, bu üç devleti de, hiçbir ayırım yapmaksızın, 1991 yılında tanımıştır. Türkiye’nin Kafkasya’ya yönelik dış politikasının temelinde, bölge ülkeleriyle iyi ilişkilerin geliştirilmesi; bu ülkelerin kendi aralarındaki ilişkilerin güçlendirilmesi; Kafkasya’da barış ve istikrarın sürekli kılınması; jeopolitik çoğulculuğun korunması ve çatışmaların önlenmesi yatmaktadır. Bu politikamız yurtta, bölgede ve dünyada barış politikamızın bir parçasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, bugün önümüze çıkan olaylar, önümüzde duran olaylar, bundan yaklaşık yetmişyedi yıl önce de benzer bir gelişme göstermişti. Bundan yetmişyedi yıl önce, 1917 Ekim Devriminin hemen ardından, Güney Kafkasya’da üç bağımsız devlet ortaya çıkmıştı; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. O zaman dağılan Rus İmparatorluğuydu; Rus İmparatorluğu dağılma sürecine girmişti. Mayıs 1918’de, Güney Kafkas ülkeleri tek tek bağımsızlıklarını aldılar. Gürcistan’da menşevikler, Ermenistan’da taşnaklar ve Azerbaycan’da da Müsavat Partisi, Doktor Mehmet Emin Resulzade’nin başkanlığında kurulmuştu. 1918’in başlarında ortaya çıkan bu gelişme, 1920’lerin ortalarına kadar sürdü. 1920’lerin ortalarında, bağımsızlıklarını almış bu üç ülke, maalesef, çok daha değişik bir konuma girdiler.

Bu gelişmeler sırasında, Güney Kafkasya’da bu üç devletin bağımsızlıklarını ilan ettikleri, elde ettikleri sırada, Rusya’da, bolşevikler, konunun kuramsal yönü üzerinde durmaktaydılar. Bolşeviklerin bu gelişme süreci içinde, iki temel ideolojik kaygıları vardı. Bunlardan bir tanesi, doğuda bolşevizmin nasıl kurulacağı konusuydu. Milliyetçi hükümetlerin, milliyetçilik duygularıyla, düşünceleriyle, bayrağıyla, bağımsızlıklarını ilan etmiş hükümetlerin nasıl yıkılacağı sorusu tartışılmaktaydı.

İkinci olarak ve bununla bağlantılı bir biçimde, yine buralarda, eski Rus İmparatorluğu sınırları içinde, toprak bütünlüğünün nasıl korunacağı tartışılmaktaydı.

O sırada -bolşeviklerin, konunun kuramsal yönü üzerinde durdukları sırada- sosyalistler de bağımsızlık temeline dayalı olarak, özgürlük temeline dayalı olarak ve kuşkusuz milliyetçilik temeline dayalı olarak, başka çözümleri ele almışlardı. Bunların arasında, özellikle, daha sonra, Azerbaycan yönetimine gelen Doktor Nerimanov’u ve Mir Sultan Said Galiev’i önemle ve rahmetle anmak istiyorum. Her iki önder de, hem Nerimanov hem de Galiev, daha sonra, Stalin tarafından, Moskova’da öldürtülmüşlerdir.

Marksist kuramda, sosyalizme geçmek için, kapitalizm aşamasının aşılması zorunluluğu vardı; ancak, bu bölgede, Kuzey Kafkasya’da da Güney Kafkasya’da da, kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olmaması nedeniyle, bir çözümü gündeme getirmeye çalışmaktaydılar ve o noktada “Asya tipi üretim biçimi” diye adlandırılan bir kuram değiştirilerek, çarpıtılarak, bolşeviklerin yöneticileri tarafından gündeme getirildi, kullanıldı ve şu düşünceler ortaya atıldı: Güney Kafkasya’da, Kafkasya’da kapitalist ilişkiler gelişmemiş olsa bile, bu aşamaya gelmiş olan ülkelerdeki -Rusya kastedilmektedir- proletaryanın öncülüğünde ve silahlı mücadeleyle, silahlı müdahaleyle, bağımsızlıklarını 1918 Mayısında elde etmiş olan devletler denetlenecek ve buradaki bağımsız yönetimlere son verilecekti.

Sayın milletvekilleri, bu arada, rahmetli Şevket Süreyya Aydemir’in, hem “Suyu Arayan Adam” adlı kitabında hem de “Enver Paşa” adlı kitabında, uzun uzadıya anlatılan Şark Milletleri Kurultayından bahsetmek istiyorum.

Şark Milletleri Kurultayı, Bakü’de toplandı. 1920’nin eylülünde toplanan kongrenin, sonuç bildirgesi, Komünist Enternasyonalin* kapitalist egemenliği kaldırıp, bu bölgeleri, doğu halklarını özgürleştirmesi ve doğu halklarının da bu gerekçeyle bolşevik enternasyonale destek vermesiydi. Bu görüş uyarınca da, Kafkaslarda ilk hükümetler silah zoruyla devrildiler ve hemen ardından şûra hükümetleri kuruldu. Aslında, şûra hükümetleri de dört beş yıl bağımsız bir gelişme ortaya koydular.

Şûra hükümetlerinin temel kaygıları, Moskova ile eşit ilişkilerin kurulmasıydı; bağımsızlıklarını elde etmişlerdi, sosyalist bir yönetimi gerçekleştireceklerdi; ama, her şeyin ötesinde, Moskova ile eşit ilişkilerin kurulmasını istemekteydiler.

Bu düşünceden hareketle ortaya çıkan devletler, o arada Gürcistan ve Azerbaycan, Türkiye’de büyükelçilik bile açmıştı; ancak, daha sonra, silah zoruyla, darbe yoluyla bu hükümetlerin yönetimleri de devrildi, sosyalist Türk yönetimleri, özellikle Azerbaycan’da tasfiye edildi ve Sovyet İmparatorluğu, Güney Kafkasya’da demirperdesini indirdi. Bir anlamda tarih yeniden yaşanmaktadır.

Elçibey’e darbe yapılmakta; Aliyev’e darbe yapılmak istenmekte, çok ciddî darbe girişimleri sergilenmekte; yakın çevre politikaları gündeme getirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, Çeçenistan’daki gelişmeleri, bu çerçeve içinde görmenin daha uygun olacağı düşüncesiyle, tarihî gelişmelere -bundan yetmişyedi yıl öncesine- yönelik kısa bir açıklama yapmak zorunluluğunu duydum. Aslında, Çeçenistan’da yaşanan olaylara getirilecek çözüm modelinin, bundan sonra -Allah saklasın- bu bölgede ortaya çıkması olası öteki sorunların önlenmesinde kullanılacağını, değerlendirileceğini, örnek olarak alınacağını hiçbir biçimde gözardı etmememiz gerekmektedir.

Türkiye, Kafkasya’daki yeni bağımsız ülkelerle, yalnızca ortak sınırlan paylaşmamaktadır; her üç ülkenin halklarıyla, farklı gelişmelerin ürünü de olsa, tarihsel, kültürel ve geleneksel ilişkilere sahip bulunmaktadır. Türkiye, Gürcistan ile iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği ilişkileri içindedir. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, 21 Mayıs 1992 tarihli protokol çerçevesinde hızla gelişmiştir. Ticaret, kara, hava ve deniz ulaştırması, taşımacılık, haberleşme, eğitim ve kültür alanlarında imzalanan anlaşmalarla ilişkilerin hukukî temeli oluşturulmuştur. Dost ve komşu Gürcistan’ın, bir an önce, siyasal güçlüklerini aşarak istikrara kavuşması ve iktisadî açıdan düzlüğe çıkması içten dileğimizdir.

Gürcistan’ın kendi iç barışını ve istikrannı, insan haklarına saygı temelinde, en kısa zamanda sağlaması önemlidir. Gürcistan’ın kendi sorunlarına, demokratik yöntemlerle ve banşçı yollarla en iyi çözümü bulacağına içtenlikle inanmaktayız. Türkiye, tüm uluslararası forumlarda ve ikili düzeydeki ilişkilerde Gürcistan’a her türlü siyasî desteği sağlamaya devam edecektir. Türkiye, toprak bütünlüğüne saygı, sınırlann değişmezliği, iç işlerine kanşmama ve iyi komşuluk ilişkileri gibi, uluslararası hukukun temel ilkelerine bağlı kalacağı düşüncesinden harekeüe, 16. Aralık 1991 tarihinde, Ermenistan’ı da tanımıştır. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerine ayırımcı bir düşünceyle yaklaşmamıştır. Türkiye, bu ülkeyle geleceğe dönük ve uluslararası hukukun temel ilkelerine dayalı, karşılıklı çıkarlan gözeten ilişkiler kurmaya hazır olduğunu açıklamıştır; ancak, Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgali, Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesine olanak bırakmamıştır.

Komşularının toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve sınırlanna saygı göstermediği sürece, Ermenistan’ın bölgede barışa, istikrara ve işbirliğine katkıda bulunması olanaklı görülmemektedir. Ermenistan’ın, gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince gerekse öteki kuruluşlarca kabul edilen kararların gereğini derhal yerine getirerek, işgal ettiği Azerbaycan topraklanndan geri çekilmesini yaşamsal bir koşul olarak görüyoruz.

Azerbaycan ile ilişkilerimize gelince; dostluk ve kardeşlik bağlarıyla bağlı olduğumuz bu ülkeye olanaklanmız ölçüsünde, olanaklarımızı zorlayarak ve hatta olanaklarımızı aşarak destek olmaya daima devam edeceğimizi belirtmek isterim.

Bağımsızlığına ve egemenliğine kavuşarak, uluslararası sahnede yerini alan Azerbaycan, devletini yeniden yapılandırma, çoğulcu demokratik sistemi, serbest iktisadî düzeni yerleştirme çabası içindedir. Kardeş Azerbaycan’ın Ermeni saldırılarıyla karşı karşıya kalması, kuşkusuz, Azeri halkını büyük sıkıntılara sokmuştur. Türkiye’nin, kardeş Azerbaycan halkını, toprak bütünlüğüne yönelik bu saldırılar karşısında ve çoğulcu demokrasiye geçiş sürecindeki çabalarında yalnız bırakması, elbette düşünülemezdi.

Azerbaycan’ın uğradığı saldırıların durdurulmasına çalışılırken, iç güçlüklerini aşmasına da katkıda bulunmaktayız. Türkiye, Azerbaycan’a elinden gelen her türlü yardımı yapmaktadır. Ermeni saldırganlığının yol açtığı sorunun çözümü bakımından önemli olarak nitelendirilebilecek gelişmeler de sağlanmıştır.

6-7 Aralık günlerinde Budapeşte’de yapılan ÂGİK Doruğunda, Dağlık Karabağ sorununun çözümüne yönelik olarak Rusların, Rusya Federasyonunun girişimleri, istemleri, değerlendirmeleri de göz önünde bulundurularak çok uluslu bir gücün orada yerleşmesini sağlamaya yönelik bir sonuç, Azerbaycan ve Türkiye tarafının ortaklaşa çabalarıyla elde edilmiş bulunmaktadır. Şimdi, bölgeye, çokuluslu bir banş gücünün konuşlandırılması yolundaki siyasî irade ortaya konmuştur ve bunun gereğinin yerine getirilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Bunu, Hükümetimizin elde etmiş olduğu son derece ciddî ve önemli bir kazanım olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.

Hükümetimiz, bölgeye konuşlandırılacak uluslararası gücün personelinin üçte birini; ayrıca bazı lojistik kolaylıkları da sağlamaya hazır olduğunu ilgililere iletmiştir. Dileğimiz, savaş koşullarının sona ermesini takiben -Azerbaycan’ın zengin doğal kaynaklarının da yardımıyla- bu kardeş ülkenin uluslararası sahnede hak ettiği yeri ivedilikle almasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Güney Kafkasya’ya yönelik politikalarımızı ve bölge ülkeleriyle ilişkilerimizi bu çerçevede sizlere açıkladıktan sonra, şimdi, Çeçenistan’daki son gelişmelere yönelik görüşlerimizi de bilgilerinize sunmak istiyorum.

Bugün, milletvekillerimize, Çeçenistan’daki gelişmelerle ilgili kroki ile Çeçenistan’daki sosyoekonomik yapılanmayı açıklamak amacıyla bir not sunuşunda bulunmuştuk. Umarım, sayın milletvekillerimiz, Bakanlığın hazırlamış olduğu bu notu inceleme ve değerlendirme olanağını elde etmişlerdir.

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Bize verilmedi.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Bize de verilmedi.

DIŞİŞLERİ BAKANI ve BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla) – Çeçenistan konusundaki duyarlılığımız, bir yandan akrabalık ilişkilerimizden, tarihsel ve kültürel bağlarımızdan; öte yandan, komşu Kafkasya bölgesinde barış ve istikrarın bizim için taşıdığı önemden ve uluslararası hukuka bağlılığımızdan kaynaklanmaktadır.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Karayalçın, bahsettiğiniz krokiler bize dağıtılmadı.

DIŞİŞLERİ BAKANI ve BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla)- Milletvekillerine sekreterya aracılığıyla dağıtıldı; eğer burada bir aksaklık olmuşsa:.. (ANAP sıralarından gürültüler)

RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel)-Almadık…

BAŞKAN – Bir dakika efendim… Bir dakika…

RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – “Dağıtılmadı” demiyorum “almadık” diyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI ve BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla) – Anlıyorum efendim, dediğinizi anlıyorum, almadığınızı da anlıyorum…

BAŞKAN – Sayın Bakan mesajınızı aldı efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI ve BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla) – Ama, böyle bir sunuşta bulunulduğunuza ben size arz ediyorum.

GÜLER İLERİ (Tokat) – Posta kutularına bakmadıkları için bilmiyorlardır.

DIŞİŞLERİ BAKANI ve BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla) – Bazı milletvekillerimizin, kendilerine dağıtılan bu notları posta kutularından aldıkları böylelikle ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Eski Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulan Rusya Federasyonu içinde özerk bir cumhuriyet olarak kalan Çeçenistan’da meydana gelen olayları, gerçekten, toplum olarak, siyasî partiler olarak, Hükümet olarak büyük bir üzüntüyle karşılamaktayız. Türkiye, gerek Rusya tarafından Çeçenistan’a karşı başlatılan harekât öncesinde gerek harekâtın başlatılması üzerine, kaygılarını ve tepkilerini dile getiren, soruna, bir an önce, barışçı yollarla çözüm bulunmasını isteyen, olayları izleyen ilk ülke olmuştur.

Sayın Başkan, bu bağlamda “Türkiye, Çeçenistan’daki gelişmelere bigâne kalamaz” şeklinde önergede yer alan ifadeyi uygun bulmadığımızı belirtmek isterim. “Bigâne” sözcüğünün öz Türkçesi “ilgisiz, yabancı, aldırışsız” anlamındadır. Biraz sonra yapacağım açıklamalarda da görüleceği gibi, olaylar çıkmadan önce, Türkiye, bu konudaki duyarlılığını çok büyük bir açıklıkla ortaya koymuş bulunmaktadır.

Kamuoyumuz bölgedeki çatışmalardan büyük bir kaygı duymaktadır. Hükümetimiz, kamuoyunun, halkımızın bu konudaki kaygılarına tercüman olmaktadır, Türkiye için her şeyden önemli olan, Kafkasya’da ve dünyanın neresinde olursa olsun, meşruiyyet ilkelerine, uluslararası hukuka, uluslararası yükümlülüklere saygı gösterilmesidir.

Bu bakımdan, Türkiye, daha olayların başında, Kafkasya’nın, fiilen ve potansiyel olarak, ihtilaflarla, etnik çatışmalarla iç içe yaşayan bir bölge olduğunu, Kafkasya’da, büyük ıstıraplara, can ve mal kaybına yol açan, yüzbinlerce insanı mülteci durumuna, sığınmacı durumuna sokan, hâlâ çözümlenemeyen anlaşmazlık ve çatışmalar mevcutken, varken, buna, Çeçenistan’la ilgili bir yenisinin eklenmesinden üzüntü duyduğunu ortaya koymuştur; soruna, uluslararası hukuka uygun, barışçı, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir çözüm bulunması gerektiğini vurgulamıştır.

Rus birliklerinin Çeçenistan’a girmeleri ve Grozni’ye doğru ilerlemeleri üzerine, Kafkasya’yı sarsan silahlı ihtilaflara bir yenisinin eklenmesinden, uyuşmazlığın kanlı bir silahlı çatışmaya dönüşmesinden duyduğumuz kaygı da bir kez daha ifade edilmiştir.

Sayın Başbakan 17 Aralıkta Rusya Federasyonu Başbakanı Sayın Çemomirdin’e bir mesaj göndererek, Çeçenistan’da tırmanan gerginliğin askerî müdahale aşamasına ulaşmış olmasının, endişelerimizi daha da artırdığını belirtmiştir. Sivil halkta kayıpların artmasının ve kan dökülmesinin bir an önce engellenmesi gerektiğini bildirmiştir. Soruna müzakereler yoluyla çözüm bulunmasına yönelik çabalardan vazgeçilmemesini ve şiddet yolundan kaçınılmasını, özellikle altını çizerek, vurgulayarak, ifade etmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımız da, Çeçenistan Lideri Sayın Dudayev’den, 17 Aralık 1994 tarihinde bir mesaj almış bulunmaktadır. Sayın Dudayev bu mesajında, mevcut durumun tehlikelerine işaret ederek, bu ihtilafa barışçı çözüm bulunmasını arzuladıklarını bildirmiş; çatışmaların durdurulması için Türkiye’nin yardımcı olmasını talep etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız -Kafkasya bölgesine yönelik tutumumuz doğrultusunda- Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Yeltsin’e bir mesaj göndererek, Sayın Dudayev’in başvurusu hakkında bilgi vermişler ve çözüme barışçı yöntemlerle ulaşılması için bölgede öncelikle ateşkesin sağlanması gerektiğini vurgulamışlardır.

Son kez, 23 Aralıkta, Hükümet olarak bir açıklama yaparak, Çeçenistan’daki çatışmaların tırmanmaya devam etmesinden duyduğumuz endişeyi yeniden belirttik. Grozni Kenti üzerinde yoğunlaşan kara ve hava saldırılan sonucunda masum insanların can kaybının kaçınılmaz olacağını, şiddet yoluyla varılacak bir sonucun kalıcı olabileceğine ve-yarar sağlayabileceğine inanmadığımızı ifade ettik. Ağır kış şartlarında Grozni’de sıkışan ve bombardımana maruz kalan, canlarını kurtarmak için yollara dökülen insanların korunmalarını istedik. Ayrıca, sivil halka her türlü acil, insanî yardımın gönderilmesine…

(Mikıofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MURAT KARAYALÇIN (Devamla)- …hazır olduğumuzu da açıkladık. Dün, Ankara’da, Rusya Federasyonu Büyükelçisi, Bakanlığa davet edildi. Çeçenistan’a ve çevre bölgelerdeki Çeçen sığınmacılara insanî yardım göndermek istediğimiz bildirildi ve bunun ulaştırılmasında yardımcı olunması istenildi. Bu hususta, bize kolaylık gösterilmesini talep ettik. Bu isteğimizin, bu talebimizin, ivedilikle ve olumlu bir biçimde karşılanacağına inanmaktayız. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın gönderdikleri mesajlara da yakında Rus tepkisinin alınacağı, gönderileceği, bizlere ifade edilmiş bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Rusya’nın bölgeyi abluka altına alması, Azerbaycan ve Gürcistan’la sınırlarını kapatması, bu ülkelerin zaten içinde bulundukları iktisadî koşulları, sıkıntıları daha da artırmış bulunmaktadır.

Türkiye, Kafkasya’da yeni bir yara açılmaması, insanların savaş yerine barış, güvenlik ve istikrarı seçmeleri için elinden geleni yapmaya devam edecektir.

Bu bağlamda, ilginç bir noktaya da değinmek istiyorum. Rusya’nın Çeçenistan’a askerî müdahalesi, Rusya’da çeşitli tepkilere yol açmıştır. Jirinovski’nin başında bulunduğu parti dışında hemen tüm Rus siyasî kesimleri, uyuşmazlığın barışçı çözümü için siyasî yolların yeterince kullanılmadığı görüşünü taşıdıklarını, hem Rus kamuoyuna hem de dünya kamuoyuna açıklamışlardır. Rus kamuoyunda genel bir kaygı gözlenmektedir. Moskova’da Çeçenistan olaylarını protesto eden gösteriler yapılmaktadır. Rusya Parlamentosu însan Hakları Komisyonu Başkanı, Grozni’den Birleşmiş Milletlere gönderdiği mesajda, Rusya’nın insan haklarını çiğnemesinden yakınmıştır. Rus askerî ve sivil yönetici çevrelerinden kimileri müdahaleye karşı çıkmışlardır; hatta, istifa eden Rus askerlerinin varlığı da bilinmektedir. Bu konuda uluslararası basın ajanslarından bilgiler alınmaktadır.

Barışçı çözüm çağrılarına karşın, istediğimiz gelişme çizgisi henüz sağlanabilmiş değildir. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinden Ukrayna ve Kazakistan da bu konudaki çağrılara katılmıştır.

Öte yandan, Ürdün ve Pakistan’ın da aynı doğrultuda girişimde bulunduklarını, îslam Konferansı Genel Sekreterinin bu doğrultuda girişimde bulunduğunu, İslam Konferansı Genel Sekreteriyle ilişkiye geçildiğini ve öteki Müslüman ülkelerin yöneticileriyle temas kurulduğunu, bilgilerinize sunmak isterim.

Başlangıçta, büyük ölçüde sessiz kalmış olan Batı ülkeleri, şimdi bu tutumlarını terk ederek, soruna, uluslararası insanî boyut ve insan hakları hukuku açısından bakmaya başlamışlardır. Bütün bu endişelerin ve tepkilerin, özellikle, Rusya’nın içinde ortaya konulanların, Rusya Federasyonu’nu barışçı çözüm yöntemlerine yönlendireceğine inanmak istiyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çeçenistan’daki olaylar hızla gelişmekte, Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi, dünkü toplantısında sorunu ele almış bulunmaktadır. Askerî harekâtın sona ereceği, Rus askerlerinin geri plana çekileceği, yerlerine, İçişleri Bakanlığına bağlı güvenlik güçlerinin gönderileceği yolunda bilgiler alınmaktadır. Ayrıca, Sayın Dudayev’in ve Grozni’nin dışında yeni bir Çeçen Hükümetinin kurulduğu ileri sürülmektedir, iddia edilmektedir. Sayın Yeltsin, bugün halka hitaben yapmış olduğu konuşmasında konuyu ele almıştır. İlk gelen bilgilere göre -birkaç saat önce bize ulaşan bilgilere göre- Dudayev’in dışında, Grozni’nin dışında, yeni bir hükümet yapılanmasına doğru gidileceği görülmektedir. Bunun, hiçbir biçimde, sorunun barışçı yollarla çözümüne katkıda bulunacağına inanmadığımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bu vesileyle şu hususu da vurgulamakta yarar görüyorum: Kafkasya’da olan bitenlerin, Kafkasya halklarıyla bağlarımız nedeniyle, Türkiye’ye .yansımaları kaçınılmazdır; ancak, bu yansımaların belirli ölçüler içinde tutulabilmesinde, demokratik tepki ölçüleri dışına taşırılmamasında ve her şeyden önce uzun vadeli ulusal çıkarlarımızın göz önünde tutulmasında büyük yarar vardır; çok boyutlu dış politikamızın duyarlı dengeleri bunu gerektirmektedir. Üzüntü ve endişelerimizi, kararlı ve ısrarlı; ancak, uluslararası kurallara ve ulusal çıkarlarımıza uygun biçimde dile getirmeyi tercih etmeliyiz.

Buradan, gerek Grozni’de gerekse Çeçenistan’ın öteki kentlerinde yaşanan olayları ısrarlı ve kararlı bir biçimde izleyeceğimizi; son olarak, yardım konusunda iletmiş olduğumuz talebimizin yerine getirilmesiyle birlikte, hem beşerî açıdan gıda malzemeleri yönüyle hem de ilaç yönüyle, gerekli her türlü yardım sistemini işleteceğimizi tekrar ifade ediyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (SHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi, siyasî parti gruplarına söz vereceğim. Şu ana kadar, Divana yapılan tek müracaat var.

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Kâmran İnan; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA KÂMRAN İNAN (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu ayın 18’inde yapılan Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşmeleri sırasında, Rusya Federasyonu dış politikasının, bir yıldan beri, eski Sovyetler Birliği’ni andırır şekilde, tecavüzkâr bir mahiyet kazandığını arz ve ifade etmiştik. Çeçenistan olayı, bunun çok acı bir örneğini teşkil etmektedir. Gerçekten, Rus orduları, bu ayın 1 l’inden itibaren Çeçenistan’da savaş vermektedirler. Gayet gariptir; Rus Savunma Bakanı Pavel Graçev’in “Çeçenistan işini iki saatte bitirebiliriz” diye beyanı bulunmasına rağmen, ayın ll’inde başlayan harekât -bugün ayın 27’si- tam iki haftadan beri, hâlâ, havadan yapılan insafsızca bombardıman dışında, karadaki durumları, aşağı yukarı yerinde saymaktadır. Hem de, bir milyonu biraz aslan nüfusa sahip bulunan bu memlekete Rusya, 40 bin asker, 200 tank, uçak ve helikopterlerle tecavüz etmektedir. Gayet garip bir manzara bulunmaktadır.Rusya’nın bu tutumunun izahına bakmak gerektiğinde de, şunlar ortaya çıkıyor: Birincisi, hatırlanacağı üzere, bundan üç sene önce, Rusya veyahut Sovyetler Birliğinin dağılması oldu; 15 cumhuriyet -dış çemberi oluşturanlar- ayrıldı. Bu defa, Çeçenistan’ın -ikinci çemberin birinci halkasını oluşturuyor- mevcut, 89 otonom bölgeden oluşan Rusya Federasyonunun, yeniden bir dağılmasının başlangıcı olabilir hadisesi ortadadır.

Üzerinde hassasiyetle durdukları ikinci nokta, petrol meselesidir. Orta Asya’dan gelen tabiî gaz ve petrol borularıyla -Kafkasya’daki, bilhassa Azerbaycan petrol boru hatlarının kesişme noktası Grozni olmaktadır- Rusya’nın bu alandaki hassasiyeti ve son olarak Azerbaycan ile bir Rus şirketinin de dahil bulunduğu bir konsorsiyumun yaptığı anlaşmaya dahi, Yeltsin’in bizzat gösterdiği tepki ve  “bu ‘pipe-line’nın Türkiye’den geçirilmesi mümkün değildir” şeklindeki ifadeleriyle, bu meseleye verdikleri önem ortaya çıkıyor. Hatta, o derece ki, bir Rus general Hükümete teklifte bulunuyor; “Acaba, bizim petrol politikasını yeniden gözden geçirmemiz zamanı gelmedi mi?” diyor. Bir üçüncü yönü ise -Rusya’nın bu davranışının izahı- o da, Moskova’daki kuvvet dengeleri ve iktidar kavgası. Grozni yakınına gelen 18 yaşındaki bir Rus askerine yabancı bir gazeteci, “Buraya niye geldiniz, ne savaşı veriyorsunuz” diye soruyor. Rus askeri, “Moskova’daki iktidar savaşını, burada bana yaptırıyorlar” diyor ve doğrudur. Bugün, Moskova’daki hadise, aslında kimin idarede olduğu sualini akla getirmektedir. İkincisi de, geçen sene, eylülün 20’sinde başlayıp, nihayet 4 ekimde, idareye karşı, o zamanın Meclis Başkanı Hasbulatov ile Sayın Yeltsin’in yardımcısı olan General Rutskoy’un birlikte yürüttüğü harekâta karşı, -Yeltsin’in, orduyu ikna ederek- “Beyaz Saray” denilen Parlamentoyu bombalaması hadisesinden bu yana, Sayın Yeltsin, şahinlerin, yani ordunun ve Savunma Bakanının, bir bakıma rehini durumuna, rehinesi durumuna gelmiş bulunmaktadır ve bugün de olan hadise budur. Sayın Yeltsin, liberallerden uzaklaşmakta, demokratik reformlardan uzaklaşmakta ve sertçi askerlerin politikasına alet olmaktadır. Bunu açıkça Rus basını da ortaya koymaktadır.

Tabiî burada önemli bir başka hadise var; o da, bu gelişmelere karşı, batının tümüyle hareketsiz, sessiz, hatta Amerika Birleşik Devletlerinin başlangıçta bunu desteklediği şeklinde yaptığı talihsiz bir beyan. Bu başka bir meseleyi teyit etmektedir -ki ayın 18 inde burada yapılan görüşmelerde de bunu izah etmeye çalışmıştım- o da, her ne kadar yeni bir dünya düzeni ortaya konulmamışsa da, yeni dünya nüfuz alanlarının hatları ortaya çıkmaktadır. Bu da, açıkça, Avrupa Kıtasının, Orta ve Doğu Avrupa dahil olmak üzere, kendi içinde ve Batı nüfuz bölgesi haline getirilmekte bulunduğu, buna mukabil Kafkasya, Orta Asya, İslam dünyasının da, Rusya’nın nüfuz bölgesi olarak zımnen kabul edildiği neticesi çıkmaktadır. Bu netice dolayısıyladır ki, dünyanın her tarafında hâlâ Bosna-Hersek’teki faciaya rağmen, insan hakları savunuculuğu ve satıcılığını yapan ve bunu bir baskı aracı olarak kullanan Batılı memleketler, bir avuç Çeçen’e karşı Rusların giriştiği bu ağır tecavüzleri, geceleri havadan bombardıman yapılmasını -ki, bir ifadeye göre 1 000’e yakın insan ölmüştür- buna karşı hareketsiz ve sessiz kalmasının izahı ancak burada aranılmak ve görülmek gerekir diye düşünüyorum.

Burada, tabiî, bugünkü Rusya Federasyonunun, Sovyetler Birliği politikasına dönüşü de görülmektedir. Yani kızıl politika, Kızılordu sözleri, üzülerek söyleyeyim, belki artık bu komünizm ifadesinden ziyade, belki de bu devletin veyahut da milletin hiç olmazsa bir kısmının kanı sevmesi hadisesiyle ifade edilen bir şey olsa gerek. Çünkü, daima, kan dökülmesi, genişleme ve işgal hadisesi…

Stalin’in ki, vaktiyle kendi memleketinde “temizleme operasyonu” ismi altında, 20 milyon insanı. öldürdüğü tarihçe bilinen Stalin’in, yine, tarihe geçmiş talihsiz bir beyanı var: ” 1 insanı Öldürmek bir cinayettir; 1 milyon insanı öldürdüğünüzde bir istatistiktir” diyor ve o istatistiği 20 milyona çıkarmıştır. Bugün, yapılan da aşağı yukarı aynı istatistiğin devamı hadisesidir; Çeçenistan’da yapılan, bu hadisenin, bu uygulamanın devamıdır. Bunu, şimdi yapmıyorlar, 1944’te de, savaşın hemen bitmesine yakın bir dönemde İnguşları ve Çeçenleri, o zamanki Sovyetler Birliğinin içine doğru büyük sayılar halinde sürgün etti.

Bunun, bazı tarihçilerce izahı şu: Biliyorsunuz, savaştan hemen sonra Stalin’in bize verdiği bir muhtıra var, nota var: Kars ve Ardahan’ı talep etmesi ve Boğazların kontrol hakkını istemesi. İfade edildiğine göre, Türkiye’yle muhtemel bir savaş halinde, Rus veya o zamanki Sovyet orduları arka cephesini, teminat altına, güvenlik altına almak için bu sürgün yapılmıştır; çünkü, tarihte, başta 93 Harbi olmak üzere, Sovyetler Birliği veya Çarlık Rusyasının, Osmanlı İmparatorluğuna, Türkiye’ye tecavüzlerinde, Kafkas Bölgesindeki Müslüman Türkler ve Çeçenler dahil, arkadan vurmuştur Rus ordularını. Böyle bir ihtimali bertaraf etmek için, geniş çaplı sürgünlere birçok yerlerde başvurmuşlardır ki, aynı hadise, Ahıska Türkleri için de bahis konusudur.

Şimdi, garip bir durum var ortada. Bugün, Grozni’de 400 bin insan -yani, bugün dediğim normal olarak- yaşamaktaydı. Bu gelişmeler neticesi, Çeçenlerin eli silah tutanlarının hepsi kendi topraklanın korumak için cephede, diğerleri, akrabalarının, yakınlarının dağlardaki yerlerine gitmiş. Halen, Grozni’de bombalanan insanlar, vaktiyle Sovyetler Birliğinin Çeçenistan’a yerleştirdiği Rusların, yaşlı ve kimsesi, koruması bulunmayan kimseleridir. Kendi insanının başına bomba yağdırmayı da marifet bilen bir Moskova idaresi…

Buradan, şunu çıkarmak gerekiyor: Türkiye bakımından, bu gelişmeler çok önemlidir. Kafkasya, bizim tarih boyunca ve şimdi de, güvenliğimiz bakımından en hassas bir noktayı oluşturuyor.

Sovyetler Birliği ve bugünkü Rusya, güvenliği bakımından, kendi güney cephesi itibariyle buna ne kadar önem veriyorsa, aynı şekilde, hatta daha büyük ölçüde önem vermek bizim de hakkımızdır; çünkü, bizim, hiçbir zaman, bir tecavüz duygumuz, düşüncemiz ve planımız da olmadı; bunun da açıklıkla altını çizmek lazımdır.

Bu itibarla, Rusya Federasyonunun bu hadiseyle, kıvılcımı büyüterek, Kafkasya’da ve aynı zamanda, belki Balkanlarda devam etmekte bulunan silahlı ihtilafı da daha büyüterek, Türkiye’nin iki köşesinde yangınlar çıkarma işaretleri görülüyor ve Kafkasya’da bir genel savaş ve o genel savaş neticesi bugün hâlâ tatmin olmadığı Azerbaycan’a, Gürcistan’a istediği şekli “vermesi ve Ermenistan’la kurduğu özel ilişkiler, son yaptığı savunma işbirliği antlaşmasını da daha geliştirerek yerleşmesi ve bu suretle, bizimle olan -21 Aralık 1991 tarihinden itibaren kesilmiş- kara sınırlarına geri dönmek ve Türkiye ve İran’la tekrar sınır kurması hadisesi ve bunu yürütürken çok düşündürücüdür NATO’nun buna sessiz kalması, hareketsiz kalması; Amerika Birleşik Devletleri kongresi cumhuriyetçi kanadının baskılarıyla ancak “kan dökülmesinin düşündürücü olduğu” şeklinde beyanlara gitmesi. Çünkü, halen bir Amerikan senatörü bölgede bulunuyor ve bir Amerikalı gazeteci de harekât sırasında öldürüldü. Amerikan cumhuriyetçi senatörü, açıkça, Çeçenlere “biraz daha dayanın, yeni kongre açıldıktan sonra, idarenin bu tutumu değişecek ve size her türlü yardımı yapacağız” şeklinde de beyan ve ifadeleri olmaktadır; ama, her halükârda, Sayın Hükümetin hiç vakit geçirmeden bir NATO üyesi bulunan ve NATO Antlaşması gereğince kendi sınırlarının güvenliği teminat altında olması farazî olarak kabul edilen bir teşkilatın, bu gelişmelere seyirci kalmaması gerekir ve Türkiye’nin bunu harekete geçirmesi lazım ve kaldı ki, Rusya Federasyonu, sözümona barış için işbirliği kuruluşuna dahil olmuştur, 22 Haziranda, bunu imzalamıştır; bunun, kaideleri vardır ve nihayet, aynı Rusya Federasyonu, işte o meşhur, AGİK dediğimiz ve 1990 ilkbaharında da Paris’te, çok şaşaalı bir şekilde şartı imzalanan ve silah kullanılmasını yasaklayan; bir nevi, milletler, devletlerarası bir ahlak kodunu oluşturan Paris Şartının da bir üyesidir. Bütün bu kuruluşları, Sayın Hükümetin harekete geçirmesi lazım. “Mesaj gönderdik” diye beyanları var, bunu takdirle karşılıyoruz; ama, mesaj çok yerden gidiyor. “Takip ediyoruz” deniliyor; o da güzel bir şey. Biz de, hepimiz, takip ediyoruz; ama, bununla bir netice alınamaz.

Yine, bu hadiselere bakarak, Sayın Hükümetin daha önce aldığı bir karar var: Rusya Federasyonunun, Avrupa Konseyine tam üyeliğini destekleme… İnsaf buyurun… Avrupa Konseyinin bütün özelliği ne: Demokratik hürriyetler ve insan hakları. Böyle bir tutum içinde bulunan ve üstelik de bu tutumun bir nevi kurbanlarının da, genellikle Müslüman ve bizimle tarihî ve kültürel bağları bulunan insanlardan oluşan bir memleketin, Avrupa Konseyi tam üyeliğini desteklemek bize yakışır mı ve bize düşer mi ve Rusya’nın, aslında böyle bir ehliyeti var mıdır? (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ortada, aslında, bu Çeçenistan olayı dolayısıyla, çok düşündürücü, hatta -belki, tabir sert olmakla beraber- gelecek bakımından vahim bazı tablolar ortaya çıkıyor. Bunu, Sayın Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisiyle birlikte ve devletin diğer anayasal kuruluşlarıyla süratle değerlendirmesi ve devletin geleceği ve güvenliği bakımından, yeni oluşmakta olan dengeler bakımından, istikbalimizin teminat altına alınmasının tedbirlerini alması lazımdır.

Ortada bir vakıa var ve aslında bu vakıa dolayısıyladır ki, Hükümet kanadında sıkıntılar yaşanıyor. Batı dünyası -Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere- soğuk savaşın son bulmasıyla Türkiye’yi terk etmiştir. İstediğimiz kadar yakınalım; yaptığımız fedakârlıklar, yaptığımız katkılar ve taşıdığımız yük… Bütün bunlar bir gerçektir. Gösterilen sadakatsizlik, vefasızlık ne derseniz deyin; ama, ortada milletlerarası ilişkilerin değişmez bir kanunu vardır; bu, karşılıklı millî menfaattir; menfaatinin bittiği yerde sizi bırakmasıdır. Bunları söylerken, yann burada yapılacak bir müzakereyi de düşünerek söylediğimi de ifade etmek istiyorum.

Binaenaleyh, olaya yeni açılardan bakmak lazımdır. Resmen, bu ortadadır; hatta, daha acısını bizzat Sayın Bakan yaşadılar: Ayın 19’unda Brüksel’de Sayın Bakanımızın önüne çıkarılan Gümrük Birliğiyle sözde ilgili vesika, aslında, Türkiye’ye verilen bir ültimatomdur; teknik bir vesika değildir.

Birinci maddesi: Kıbrıs’ın halli; yani orada Rumları memnun edin; dolayısıyla Yunanlılan memnun edin.

İkincisi: Yunanistan’ı tatmin edin, memnun edin ; yani Ege’yi de verin Kıbrıs’a ilaveten.

Üçüncüsü: Bu devletin hükümranlığını ve devlet yapısını inkâr eden bir talep. Yani, benim yargım, benim organlarım bağımsız değil… Siz kendiniz istediğinizi içeri attınız, emir verin çıkarın gibi bir talep…

Böyle bir talep üzerine kurulu bir belge ve bunun üzerine kurulu bir randevu kabul edilir mi Sayın Hükümet, Sayın Bakanım?..(ANAP, RP, DSP ve MHP sıralanndan alkışlar)

6 Marta gitmek… Benzeri bir durumu değişik çapta 1988’de yaşadık. O zamanın dönem başkanı Sayın Genscher -ki, şimdi de tesadüfen Almanlar; Geenscher’in yerine Kinkel- benzeri -biraz farklı da olsa; bildiğim kadarıyla üçüncü maddesi sadece eksikti- bir vesika çıkarttı. O zamanın sayın dışişleri bakanları bu vesikayı -Bakanı ve beraberinde Avrupa işlerinden görevli bulunan Devlet Bakanımız Sayın Bozer- görüşmeyi kabul etmediler; toplantıyı terkettiler.

Biz esasen yirmi yirmibir yıldır gümrük birliğini fiilen yaşıyoruz ve gelecek sene sonunda da fiilen olacak. Bunu şeklen tanımış; veya tanımamış, bu bir şey değiştirmez, ama benim karşıma dikte eder bir eda ile bunların çıkması…

Bosna-Hersek’te Sırplara söz geçiremeyenler, Rusya’nın bütün yaptıklarına mukabil, kendisine milyarlarca dolar aktaran ve 4 Ekimde kendi Parlamentosunu bombalamış olan Sayın Yeltsin’i Washington’un kollarını açarak kabul etmesi, dünyanın yedi büyük ekonomik gücünün son Napoli toplantısına kendilerini davet edip, tam üyeliğe almaları …Peki, o zaman nerede demokrasi, hürriyetler, insan hakları standartları… Ona karşı seyirci kalanlar, bugün ne yapıyor… Yani, Bulgaristan’da, Romanya’da Essen Zirvesine davet edilen diğer altı memleketten. Bu ikisindeki demokratik hürriyetler ve insan hakları Türkiye’den çok mu ileri… Bütün bunları söylemekten niye çekiniyoruz; bunu öğrenmek istiyorum. Niye çekiniyoruz… Bu komplekslerden kurtulmak lazım. Bu, bir Batı düşmanlığı değildir; bu sadece, bir Türk menfaatlarının dostluğudur.

Bizim hareket noktamız hep yanlış oluyor; bunu üzülerek söyleyeyim, hep, karşımızdaki ne düşünür, onun hareketi ne olur, tepkisi ne olur… Hayır efendim, benim millî menfaatlarımın emrettiği hususlar nelerdir…

Amerika Birleşik Devletleri demiyor mu ki, Bosna-Hersek’te benim millî menfaatim yok, gitmem. Bu kendisince belki doğru bir hesap; ben bunu hiçbir konuda yapmıyorum. Benim bütün hareketim, Amerika nasıl düşünür, nasıl eder, Batı dünyası ne eder; vay, Batı dan koptuk, kopacağız, diye bir vaveyla koparmak… Hayır efendim, benim millî menfaatlarım, orta ve uzun vadede neler gerektiriyorsa bunun icabı yapılır; Türk hükümetlerince yapılır, Türk Parlamentosu ve milletince yapılır. (ANAP, RP, MHP ve DSP sıralanndan alkışlar) Ondan sonra… Ondan sonrasını düşünmek ona düşer.

Şimdi, bakınız, ayın 18’inde burada yaptığımız konuşmanın son cümlesi şuydu: O hazırlanan belgeyi de hatırlatarak; “Hayır demek gerektiği yerde, hayır demelidir, demek lazımdır ve demekle de büyürüz” dedik. Hayır demedik; hayır deseydik, onlar düşünürdü.

Avrupa, her şeye rağmen, bakınız, bizden vazgeçemez, geçmiyor. Yalnız, Avrupa’da, Batı dünyasında yerleşmiş bir yanlış düşünce var; Türkiye’nin pamuk ipliğiyle dahi bağlanmayı kabulleneceği, önüne ne konulsa kabul eden bir memleket olduğu… Pamuk ipliğini koparmak lazımdır; geçmişte de kopardık.

1945 yılında, Stalin bizim önümüze, bugünkü benzerlerinin davranışlarının daha ötesinde, Kars ve Ardahan’ı talep eetmesi ve Boğazların kontrol hakkını istediği zaman, Avrupa Birliği yoktu, NATO yoktu, Türkiye’nin o günkü şartlan malum; ama, zamanın Türk Hükümeti ve devlet adamları “biz tek başımıza da boyun eğmeyiz” dediler ve eğmediler… Eğmediler… (ANAP sıralanndan alkışlar)

Şimdi, gelmişiz oradan bugünkü büyük bir devlet… Hakikaten, yalnız büyüklüğünü; galiba, içerisinde olduğumuz için, ormanın içindeyken büyüklüğünü göremiyoruz. Bazen, ormanın içindekiler çıksın da, bu ormanın ne kadar muhteşem ve büyük olduğunu görsün; dışarıdakiler gördükleri içindir ki, böyle davramyor. Rusya’nın bugünkü asabiyeti, Karadeniz Ekonomik İşbirliğini donma noktasına getirmesi… Niye getirdi; çünkü, burada, ekonomik üstünlük ve hâkimiyet Türklere geçer ve Türkler, çok tehlikeli bir noktaya varırlar düşüncesi ve hesabıyla… Bunun da ispatı ortada: Bugün, Türk müteahhitlerinin Rusya’da 4,5 milyar dolarlık projeleri var ve muvaffakiyetle, başarıyla da götürüyorlar. Bu, bunları düşünüyor, ben bunlara sahibim ve ben bunların sahibi olma şuurunu taşımıyor ve ifade etmiyorum, hareketlerimle bunu hâkim kılmıyorum… Bunu tümüyle değiştirmek lazım. Geçen sefer de arz ettim; ciddî, derin bir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız vardır ve gayet açıkça arz edeyim: Eğer, Sayın Kinkei’ın hazırladığı ve 19 Aralıkta ortaya konulan vesika, 6 Martta da önümüze çıkanlacaksa, Sayın Hükümetin bunu reddetmesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin efendim.

KAMRAN İNAN (Devamla) – …Sayın Dışişleri Bakanımızın “toplantıya gelmeyeceğim” cevabını vermesi lazım; ondan sonrasını onlar düşünsünler…

Bakınız, burada, size bir hususu, bir hatırayı dile getireyim: Biz, 1984 yılının 30 Ocağında, seçimlerden sonra, ilk defa Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine geri döndük. Bir kıyamet, bir fırtına ve zannettiler ki, bu kıyamet içerisinde her istediklerini yaptıracaklar. Bizim yetki belgelerimizin görüşülmesi ve oylanması bahis konusuydu. Uzun müzakereler oldu -burada, o günlerde beraber bulunduğumuz sayın arkadaşlarımız çok- ama, son gün şu konuşmayı yapma şerefi bana nail oldu; dedim ki: Demokrasiyi seçmek Türk Milletinin tercihidir; bu istikamette yürümek, bizim seçimimizdir. Bunu yaparken, demokratik milletler ailesi olarak sizlerle beraber yürümek tercihini de yaptık; ama, yalnız yürümekten korkmayız. Beraber yürümemizi istiyorsanız yürürüz, kararınız aksine olursa, yalnız yürümekten de hiçbir zaman korkmadık ve yine de korkmayız. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) E, ne oldu; yetki belgelerimiz büyük çoğunlukla onaylandı… Büyük çoğunlukla…

Bunun son senelerdeki başlangıcı nedir: Eğer, Türkiye, Batı Avrupa Birliğinin, böyle, ucunu gösterdiği savunma ortaklık statüsünü, hayır, reddediyorum, NATO içerisinde kırkiki yıl en büyük yükü taşıyan, Varşova Paktıyla olan ortak sınırlann 37’sinin sorumluluğunu üstünde tutan, fert başına eri düşük millî gelir noktasına sahip olmasına rağmen, Amerika’dan sonra en çok kuvvet veren bir Türkiye olarak ben, şimdi yerimden kalkıp da, Batı Avrupa Birliği içinde strapontende, taburede oturmayı kabul etmem, deseydi, kaybeden biz olmazdık; onlar olurdu ve inanın, buna mukavemet edemezlerdi; ama, temaslarımda, şu zihniyeti ben de hep görüyorum, Batı da hep şu düşünce var -Amerika Kongresi de yüzde 10 kabul edilme şartım ileri sürerken, o düşünceyle hareket etti- Türklere ne verirseniz kabul ediyor, evet diyorlar; bu evetçilikten çıkmak lazım, bir milletin onuru, millî menfaatları bahis konusu olduğu zaman, hayır demek lazım. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

Size geçmiş zamanlarda bir vesileyle burada arz ettim. Japonya’nın Sony Şirketler Grubunun Başkanı -şimdi ayrıldı- Akio Morita’nın yazdığı bir kitap var; “The Japan That Can Say No” (Hayır Diyebilen Japonya) ve orada bir memleketin millî gururunun nasıl ayağa kalktığının, o zatın kaleminden nasıl dile getirildiğini ve bunu söylerken de, açıkça iki atom bombası yemiş, işgale uğramış ve işgal statüsü bir bakıma hâlâ da devam eden bir Japonya’nın, ekonomik ve teknolojik bakımdan vardığı güç seviyesiyle artık evet efendimciliği kabul etmeyeceğini ifade etmesi…

Peki, biz… Biz, dev bir devlet olduk. İnanın, dev devletiz; ama, organlanmız arasında aynı orantı olduğunu da söyleyemem. Gayet açıklıkla söyleyeyim, kendimize baktığımız zaman, bir dev devletin başı olmaya layık mıyız diye bazı şüphelerim var ve soru işaretleri de kafamdadır. Bunu söylerken de, kendimi de dahil ederek, hiç kimseye yönelik söylemiyorum.

Aslında, gittiğiniz zaman, toplumda, bu arz ettiğim şuur vardır; ama, bu şuuru aksiyona çevirmeye geldiğiniz zaman, bir tereddüt vardır: Acaba şunu yaparsak ne olur… Bakınız, aynı tereddütü, Kıbrıs konusunda 21 Aralık 1963’ten başlayarak, 20 Temmuz 1974’e kadar gösterdik ve her gün vurdular kafamıza. Bir Makarios ile Averof… Ki, Averof o zaman Yunan Savunma Bakanıydı… Yazışmaları var; yayımlandı da sonradan… Makarios’u uyarıyor “çok ileri gidiyorsunuz, Türklerin kanunî haklarını, ahdî haklannı harekete getirirsiniz, müdahale ederler, haklı olurlar, biz zor durumda kalırız” diyor. Makarios’un cevabı “hiç merak etme, bunu dilim dilim götürürüm, Türkler de hiç kıpırdamaz ve bunu sonuna kadar da götürürüm.” Kabul etmek lazım ve bence de şükretmek lazım…

Nikos Sampson diye bir zat çıktı; 15 Temmuz 1974’te bir darbe yaptı; hem de Makarios’a karşı yaptı; Enosis ilan etti. O zaman da, Atina’daki idare, malum, albaylar idaresi ve Ankara’da da karar alma gücüne sahip bir Hükümet vardı; girdik. 11 sene bekledikten sonra girdik de kıyamet mi koptu; hayır. Bütün dünya, bize, hiç olmazsa birinci hareket bakımından haklı olduğumuzu söyledi ve 20 senedir de oradayız. Orada olduğumuz için de kan dökülmüyor. Binaenaleyh, meselelere bakış açısını biraz değiştirmek lazım, yaklaşımları değiştirmek lazımdır.

Şimdi, Yunanistan, her talebinde, Türkiye’den tepki görmediği içindir ki buralara kadar geldi. Sayın Karamanlis, Haziran 1976’da, Time Dergisine verdiği bir mülakatta “Avrupa Birliğine -veya o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğuna- biz, Türkiye’ye karşı bu imkânları kullanmak üzere giriyoruz, veto hakkımızdan vazgeçmemiz bahis konusu değildir” diye açık beyanda bulunmasına rağmen, Türkiye hiçbir harekette bulunmadı ve hatta, bir sayın dışişleri bakanı buralardan kalktı “Yunanistan’ın tek başına tam üye olmasından Türkiye memnun olur” dedi. Doğrusu, bu memnuniyete diyecek hiçbir şey yok; 1981 yılında tam üye oldu, tam 13 yıldır, memnuniyetten, sırt-üstü yatıyoruz…

Her vesileyle veto, her vesileyle üstümüze gelme hadisesi ve eğer bundan memnun olunacaksa ve Kinkel’ada bu kâğıdı yazdıran, Dördüncü Malî Protokolü bu hale getiren yine Yunanistan değil midir?

1963 senesinde, kalkıyorlar, Lozan Antlaşması, Londra ve Paris Antlaşmalarıyla silahlanmaları yasaklanmış bulunan 12 ada ve diğer bütün adaları silahlandırıyor ve Türkiye, o gün bugün, milletlerarası bir tepki göstermiyor, hakkını savunmuyor. Biz, bir ara, şöyle bir noktaya geldik; Sayın İsmet İnönü’nün bir sözü var “başkalannm, bizim için düşünmelerini bekleyemeyiz.” Doğrudur ve üzülerek söyleyeyim; biz, başkalarının, bizim için düşünmeleri tembelliğine kendimizi alıştırdık; NATO bizim için düşünsün, Amerika bizim için düşünsün ve o tembellikle biz, âdeta, benliğimizi kaybetmeye başladık. Bir ara, Amerikan ambargosuyla benliğimize kavuştuk; baktık ki, onlar her şeyi durdurdu; kendimize geldik, silkindik; evvela, bir millî bütünlük ruhunu harekete geçirdikve sonra, o zamana kadar hiç yapamadığımız işleri yaptık; savunma malzemelerinin imalinde harikalar meydana getirdik. Bugün… Bugün bunu yapmıyoruz.

Bakınız, Çeçenistan’da bugün bu oluyorsa, bizim, Azerbaycan konusunda fazlasıyla sessiz kalışımızdan oluyor. Bugün, hâlâ, Azerbaycan topraklannın yüzde 25’i işgal altında bulunuyorsa, 1 milyon insanı, çadırlarda, bu kış kıyamette, göçmen statüsünde ve dünyanın gözleri önünde ve ilgisizliği karşısında yaşıyorsa, bunda, benim moral bir sorumluluğum vardır; Bosna-Hersek’te olduğu gibi. Bundan dolayıdır ki, Elçibey’in düşürülmesi darbesi, Sayın Aliev’e karşı ikinci darbe, petrol meselesi, Ermenistan’ın şımarıklığı, benim, ona mukabil yardım göndermem, hava sahamı açmam, kara sahamı açmam, hatta bir ara enerji mukavelesine kadar gitmem, bütün bu zinciri getirdi getirdi, şimdi buraya getirdi. Burada durur mu; durabilmesi için, tek kuvvet, Amerika ve Batı’nın “Hayır” demesi ve bir de Türkiye’nin, bir “Hayır” sesini yükseltmesi lazımdır.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Şahsiyetli dış politikayla yapılabilir…

KÂMRAN İNAN (Devamla) – Mütecavize, siz, mesaj göndermekle bir netice alamazsınız. Yani, insan öldürenlere, Grozni’yi gece bombalayanlara, mesaj göndermekle, bunların niyetlerini ve kana olan düşkünlüğünü önleyebileceğinizi düşünüyorsanız, bu, hayal olur. Elimizdeki imkânları kullanmak lazım ve kendi güvenliğimizin tehdit altına girmekte olduğunu söylemek lazımdır; bu milletleri, bu insanları düşünmemiz lazımdır. Bu insanlar da, nihayet, tarih boyunca, benimle ilişkileri olan, benim için kurbanlar veren insanlardır. 1818 İmam Şamil’in hareketini düşünün; Ruslara karşı verdiği mücadeleyi düşünün. Bütün bunlar ortada. Tarihe bakmak lazım, değerli milletvekilleri.

Belki, bu, Çeçenistan genel görüşme önergesi bir vesile oldu; ama, bu vesileyi kullanmak lazımdır ve bu vesileyi kullanırken de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu kadar hayatî gelişmeler karşısında, bir defa için, insaf buyurarak, mevcudunun yüzde 90’ıyla bulunması lazım ve bu görüşmelerin Türkiye Büyük Millet Meclisinin hissiyatını tespit edip de dışarıdaki büyükelçilerimize yansıtacak Dışişleri personelinin burada oturması lazımdır, takip etmesi lazımdır; bunun hepsini, Sayın Bakana bırakmaya haklan da yoktur. Bu, saygıya da aykırı bir harekettir ve gelin, değerli milletvekilleri, Sayın Başkanım; artık, dünyanın bu döneminde biraz silkinelim; olaylara başka türlü bakalım. Burada, bir, muhalefet-iktidar ayırımı gözetmeye hiç kimsenin hakkı yoktur; hiçbirimiz de bunu bir saniye için düşünmedik ve düşünmüyoruz da; hatta, belki de bir garabet, bu konuda, muhalefet iktidarın önünde gidiyor ve çok defa da iktidar, bu desteğe karşı, âdeta, müstağni davranıyor.

Bu dönemde eğer bir araya gelmezsek, bütün bu meselelerde, dünyaya da bir mesaj verircesine, Amerika Birleşik Devletleri -inanın bana, Amerikan Kongresi, 103’üncü ayrılan kongre- yüzde 10 şartını koyduğu zaman, Sayın Hükümet, esasen verilmesi mümkün olmayan “yüzde lO’dan vazgeçiyoruz” yerine “tümünden vazgeçiyoruz” deseydi, bugün, Amerika’yla ilişkilerimiz daha rahat olurdu; yarınki müzakereleri daha rahat yapardık. Bunları, Amerika Birleşik Devletleriyle yeni müzakere zeminine oturturduk. İnsaf buyurun, elindeki kozları, dünyada, bu kadar bedava harcayan, yok eden başka bir devlet bulamazsınız. Bu, birçok defa, bizim âlicenaplığımızla izah ediliyor; ama, insaf buyurun biraz da, daha az âlicenap olalım; kendimizi düşünelim, Türk Milletini ve geleceğini düşünelim ve şu anda şunu ifade etmemiz lazım: Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milleti olarak, kalbimiz Çeçenlerle birlikte çarpmaktadır.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın înan.

Siyasî parti grupları adına konuşmalara devam ediyoruz.

Refah Partisi Grubu adına, Sayın Kâzım Ataoğlu; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA KÂZIM ATAOĞLU (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son günlerde, Çeçenistan’da ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen gelişmelerle ilgili, Refah Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Dünyanın en büyük gücüne karşı şanlı bir mücadele veren yiğit Çeçen halkını ve Devlet Başkanlarını, şahsım ve Partim adına selamlıyor, kendilerine, bu kutlu mücadelede, Allah’tan, başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya’da meydana gelen bu olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için, Çeçenistan’ın tarihî gelişmesini ve Sovyet Federasyonu içerisindeki siyasî statüsünü, kısaca, hatırlamak gerekir kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlarım, Çeçenler, Kuzeydoğu Kafkas halklarından olup, ikibinbeşyüz yıllık bir geçmişe sahiptirler; nüfusları 1,5 milyon civarındadır. Kuzey Kafkas halklarının çoğunluğu Müslümandır. 19 uncu Yüzyılda, Çarlık Rusyasının uyguladığı sürgün politikaları sonucu, bu halkların önemli bir kısmı, Osmanlı İmparatorluğunda iskân edilmiştir; bugün, 3,5 milyon civarında Kafkas halkı, ülkemizde yaşamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenler, 8 inci Yüzyılda, İslam diniyle tanışmışlar; İslamiyet, Hicaz’dan, önce Kafkaslara, oradan Anadolu’ya geçmiştir. Sonraki yüzyıllarda; 16 ncı, 17 nci ve 18 inci Yüzyıllarda, İslam dini, bu bölgede egemen bir din haline gelmiş, 19 uncu Yüzyıldaysa, Nakşibendi ve Kadiri tarikatları, bu bölgede son derece yaygınlaşmıştır.

Çeçenistan’ın Rusya ile ilişkileri, 1556 yılında Rusların Astrahan’ı işgal etmesiyle başlamıştır. Ruslar, 1800’lü yılların sonuna kadar, Çeçenistan’da, fazla ilerleyememişlerdir. Çeçenistan direnişinde en kritik dönem, 1829-1859 yılları arasındaki “İmamlar Dönemi” olarak bilinen dönemdir. Bu dönemde gerçekleştirilen örgütlü direniş sonucu, Rus ordularına karşı, Çeçenistan, bağımsızlığını yıllarca koruyabilmiştir; ancak, 1859 yılında Şeyh Şamil’in esir edilmesinden sonra, bu direniş -maalesef, o yıllardan sonra-büyük ölçüde kırılmıştır.

1900’lü yılların başından itibaren, Rusya, Çeçenistan’da tam bir sürgün politikası izlemiş, Çeçen halkının ekonomik ve kültürel gelişmesine mâni olmuş, hatta, Çeçenlerin Grozni’ye girmesini bile, zaman zaman, yasaklamıştır.

1917 yılında, bolşeviklerin iktidara gelmesinden sonra, Kuzey Kafkasya’da bağımsızlık hareketleri güçlenmiş ve nihayet, 1918’de, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Nihayet, 1922 yılında, Çeçenistan’ın bu cumhuriyetten ayrılmasıyla Çeçen özerk bölgesi ve 1934’te de İnguş’larla beraber Çeçen-İnguş özerk bölgesi oluşturulmuş;-yeni Sovyet Anayasası uyarınca da, 5 Aralık 1936’da, özerk bölgenin statüsü, Çeçen-İnguş Cumhuriyetine dönüştürülmüştür.

Kıymetli arkadaşlar, yukarıda özetle izah etmeye çalıştığım Çeçenlerin bu tarihî gelişiminden de anlaşılacağı üzere, Çeçenler, tarihin hiçbir döneminde bağımsızlıklarını yitirmemişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nihayet, 1980’lcrin sonlarına doğru -bildiğiniz gibi- izlenen açıklık ve yeniden yapılanma politikaları sonucu, Sovyetler Birliği, hızlı bir çözülme sürecine girmiş ve başta Baltık Cumhuriyetleri olmak üzere, Sovyetler Birliğini meydana getiren bütün cumhuriyetler, bir bir bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. O tarihlerde Rusya Parlamentosu Başkanı olan Boris Yeltsin, Rusya Federasyonu içindeki özerk cumhuriyetlerin egemenlik çabalarını destekliyordu.

Mesela, o günlerde, o Cumhuriyetlere hitap ederek bir açıklama yapan Yeltsin “ne kadar istiyorsanız o kadar egemen olabilirisiniz” diyordu.

İşte, bu süreç içinde, Çeçen Ulusal Kongresinin kendi iradesi doğrultusunda ve Uluslararası İnsan Hakları Komitesi gözetiminde, 27 Ekim 1991 ‘de yapılan seçimlerde, Cahar Dudayev, halkın yüzde 92’sinin oyunu alarak Devlet Başkanlığına seçilmiş ve yeni Meclis, 1 Kasım 1991’de Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak, bu gelişmeler üzerine, Moskova, Çeçenistan’da olağanüstü hal ilan ederek, Grozni’ye askerî birlikler göndermişti; fakat, halkın yoğun tepkisi üzerine, bu birlikler geri çekilmek zorunda kalmıştı; ta 11 Aralık 1994’e kadar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, bundan iki hafta önce, yani, 11 Aralık 1994 günü, Ruslar, uluslararası bütün hukuk kurallarını çiğneyerek.Çeçenistan’ın Başkenti Grozni’yi, fiilen işgal etmişlerdir. Halbuki, Çeçenistan’ın bağımsızlığının ilanı, bütün uluslararası norm ve yasalara tamamen uygundur; çünkü, Çeçenistan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği döneminde, federal ve konfederal bir yapı içinde, diğer özerk cumhuriyetler gibi, yasal olarak, egemenlik hakkına sahip olmuştur. Egemenlik hakkına sahip olan cumhuriyetler ise, milletlerarası hukuk açısından, kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptirler. Nitekim, Sovyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerin, dağılma sürecinde, Birlikten ayrılmaları, işte, bu, kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Böylece, Çeçenistan Cumhuriyeti de Rusya Federasyonunun yeniden yapılanma sürecinde, yeniden yapılanma çalışmalarının hiçbir aşamasında yer almamış, hazırlanan yeni federasyon sözleşmesini veya herhangi bir hukukî metni imzalamamış, hukukî ve siyasî yönden hiçbir yükümlülük altına girmemiş; yani, egemen bir federe devlet, olarak, kendi kaderini tayin hakkını ayrılma biçiminde kullanmış ve Çeçenistan, kendi demokratik iradesiyle, millî bağımsızlığını ilan etmiştir.

Değerli arkadaşlar, Çeçenistan’m bu şekilde bağımsızlığını ilan etmesiyle, Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek’in, Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlıklarını ilan etmeleri arasında, uluslararası hukuk açısından, hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla, egemenlik hakkına dayanarak bağımsızlığını ilan etmiş bulunan Çeçenistan Cumhuriyetini işgal girişiminin hiçbir haklı dayanağı yoktur ve olamaz.

Bugün, artık, Vietnam ne kadar Amerikan toprağı ise, Hindistan ne kadar İngiliz toprağı ise, Cezayir ne kadar Fransız toprağı ise Çeçenistan da o kadar Rus toprağıdır. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Nitekim, bu haksız işgal girişimini, Rusya’daki tüm sivil toplum örgütleri, Rusya Federasyonu Parlamentosu ve hatta Çeçenleri katletmekle görevlendirilen birtakım Rus generalleri dahi, Anayasaya aykırı bularak, bu işgal girişimini insanlık dışı bir hareket olarak değerlendirmişler ve hatta Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı, Çeçenistan’a uygulanan bu soykırım politikasını onaylamadığı için istifa etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, Rusya’nın başlattığı bu işgal hareketi, yalnızca Çeçenistan’a yönelik bir hareket değildir. Bu hareket, Kafkaslardaki diğer cumhuriyetlere ve hatta bütün bölgeye yönelik emperyalist bir şantaj ve tehdit hareketidir ve yine Rusya’nın başlattığı bu hareket, aslında, doğalgaz ve petrol boru hatlarının Çeçenistan’m elinden alınıp Rusya Federasyonunun hâkimiyetine verilmesi hareketidir; çünkü, 1990 yılından önce, Çeçenistan petrol gelirlerinin yüzde 98’i Moskova’ya aktarılırken, bağımsızlık ilanından sonra, petrol gelirlerinin tamamı Çeçenlere kalmıştır.

Dün, körfez krizinde, Kuveyt başta olmak üzere Ortadoğu petrollerinin ABD ve Batılı devletlere terk edilmesi karşılığında, bugün de, Rusya’nın Kafkaslardaki petrol hâkimiyetine bu ülkelerce göz yumulmaktadır. Dolayısıyla, Ortadoğu ve Kafkasya’daki bu karışıklıkların ardındaki temel sebep, ABD ve Rusya’nın, İslam dünyasının sahip olduğu petrol kaynaklarının bölüşümünden başka bir şey değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan Devlet Başkanı Sayın Cahar Dudayev, Rusya’nın Kafkaslardaki bu sömürü düzenini bozarak, bütün Kafkas halklarını bir konfederasyon çatısı altında toplamak gibi, şerefli ve tarihî bir mücadele yaptığı için, Rusya, ABD ve Batı emperyalizminin çıkarlarına ters düşmektedir. Bu yüzdendir ki, Çeçen Halkının yüzde 92’sinin oyuyla seçilmiş olmasına rağmen, Cahar Dudayev, bu ülkelerce neredeyse terörist ilan edilmiştir. Maalesef, Türkiye, dünyayla beraber hareket etme adına, ABD ve Rusya’ya şirin gözükme uğruna, Cahar Dudayev’e soğuk bakmakta ve âdeta, onun da, Elçibey gibi, saf dışı olmasını arzulamaktadır. Bu bakımdan, Cahar Dudayev, birkaç defa Türkiye’ye gelmesine rağmen, maalesef, Sayın Demirel ve Sayın Çiller ile görüştürülmemiştir. Hatta, ilk gelişi olan 24 Eylül 1992’de, hiçbir devlet yetkilisi kendisini karşılamamış, kendisi de uçaktan inmemiştir; daha sonra, uçağının kalkmasına müsaade edilmemiştir; zamanın Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Ozal’ın özel izniyle uçağının kalkmasına müsaade edilmiş; bu defa, Kıbrıs’a gitmeye zorlanmıştır ve Kıbrıs’a gitmek zorunda kalmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kahraman devlet başkanı, bundan birkaç yıl önce, Türkiye’ye müracaat ederek, en az 10 bin gönüllü Çeçen askerinin Bosna’ya gönderilmesi için yardımcı olmasını istemiş; ama, maalesef, Türkiye, bu konuda kendisine yardımcı olamamıştır.

BAHADDİN ELÇİ (Bayburt) – Yeltsin ile aynı pencereden bakıyor ya!..

KÂZIM ATAOĞLU (Devamla) – Evet…

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin, bu ürkek, pasif, ABD ve Rusya’nın menfatlarını ön planda tutan siyasetiyle, maalesef, Balkanlarda ve Kafkaslarda prestij ve itibarı sıfırlanmıştır. Bu basiretsiz ve pasif politikalar sonucu, neredeyse, Türkiye’nin güvenliği tehdit altına sokulmuştur.

Rusya’nın nihaî hedefinin, Boğazlara ve sıcak denizlere inme arzusu olduğunu göz önüne aldığımızda, Türkiye’nin savunma hatlarının Kafkaslar ve Balkanlardan başladığını kabul etmek zorunda olduğumuz görülür. Bu yüzdendir ki, Türkiye, bu bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalamaz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Rusya Parlamentosu bile, 38’e karşı 228 oyla, bu işgalin durdurulması yönünde karar alırken, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Hükümetinin, bugüne kadar, henüz böyle bir girişiminin olmaması, ülkemizde yaşayan bütün Kafkas halklarını rencide ederken, Hükümetin ve Dışişleri Bakanlığının, Grozni’deki sivil halka yönelik bu katliam girişimini, Rusya’nın toprak bütünlüğü çerçevesinde değerlendirmesi, kendi parlamento binasını bile bombalatacak kadar zalim olan Boris Yeltsin’e cesaret vermiştir. (RP sıralarından alkışlar)

Hükümet ve Dışişleri Bakanlığı, olayı, Rusya’nın toprak bütünlüğü açısından değerlendireceğine, meseleye, insan hakları açısından yaklaşmalıdır. İnsan hakları açısından bile, bu işgale ve burada meydana gelen zulme seyirci kalmak mümkün değildir; çünkü, Grozni ve çevresinde, günlerdir, sivil yerleşim yerleri bombalanmakta, çocuk, yaşlı ve kadın demeden sivil insanlar hunharca katledilmektedir. Eğer, bir Amerikalı bayan gazeteci, Rus uçaklarının saldırısında ölmeseydi, bu katliam, dünya kamuoyuna bu kadar bile yansımayacaktı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan konusunda bugün yapılacak ilk iş, bu ülkenin bağımsızlığını tanımak ve bu konuda, diğer Müslüman ülkelere öncülük etmektir. Biz, inanıyoruz ki, Türkiye, bunu yaparsa, Afganistan, Pakistan, Ürdün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve birkısım başka ülkeler de, Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanıyacaktır. Türkiye, bu konuda, acilen, İslam Konferansı Örgütünü toplantıya çağırmalı ve bütün milletlerarası teşkilatları harekete geçirmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta ülkemiz olmak üzere, Balkanlarda, Kafkaslarda ve bütün Ortadoğu’da Haçlı zihniyetinin hortlatıldığı ve Müslüman kanının oluk oluk akıtıldığı bu çağda, bölge ülkelerince önder kabul edilen ve kendisine büyük umutlar bağlanan Türkiye’nin, maalesef, henüz, Balkanlarla ilgili bir stratejisi yoktur. Bu olaylar karşısında, maalesef, ülkemiz, henüz, bir millî politika oluşturamamıştır.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 11 Aralıktan bu yana, Çeçenistan’ın başkenti Grozni ve çevresindeki sivil yerleşim birimleri, acımasızca bombalanmakta, sivil ve masum halk katledilmekte ve bu bölgede de, aynen Bosna’daki gibi, bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümet, bu katliamlara seyirci kalamaz ve kalmamalıdır. Bu bakımdan, konunun etraflıca görüşülerek millî bir politika üretilmesi için Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan bütün siyasî partilerce, genel görüşme açılması yönünde bir mutabakat oluşacağına inanıyoruz.

Bu bakımdan.Türkiye’nin Kuzey Kafkasya’ya yönelik Türk dış politikasının belirlenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması amacıyla, Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili maddeleri gereğince genel görüşme açılması hususunu Yüce Heyetinize saygıyla arz eder, hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlarım. (RP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ataoğlu.

SHP ve DYP gruplarından bir talep yok mu?

ALİ İBRAHİM TUTU (Erzincan) – Var efendim.

BAŞKAN – Sayın Ali İbrahim Tutu, Sosyaldemokrat Halkçı Parti Grubu adına, buyurun.

SHP GRUBU ADINA ALİ İBRAHİM TUTU (Erzincan) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Rusya Federasyonu birliklerinin Çeçenistan’a girmeleri sonucu oluşan durumla ilgili olarak açılması istenen genel görüşme konusunda, Sosyaldemokrat Halkçı Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çeçenistan, Rusya Federasyonu içinde, 1 milyon 300 bin nüfuslu bir küçük bölgedir. Bu ülkeden geçen karayolları, demiryolları, boru hatları, Çeçenistan’ı, Güney ve Kuzey Kafkasya coğrafyası içerisinde önemli bir transit merkezi haline getirmektedir. Ayrıca, ülkede, büyük miktarda olmamakla beraber, petrol yatakları ve rafineriler de mevcuttur.

Çeçenistan, 19 300 kilometrekarelik ufak bir toprak parçası gibi görünmekle beraber, Rusya’nın planladığı gibi, ileride, Azerbaycan ve Kazakistan petrollerinin Karadeniz sahilindeki Novorossisk Limanı üzerinden dünyaya pazarlanması isteniyorsa, bu petrolün, mutlaka, Çeçenistan’ın başkenti Grozni’den geçmesi gerekmektedir. Rusya Federasyonu, böylece, büyük stratejik ve ekonomik önem taşıyan petrol borusunun vanasının kontrolünü elinden kaçırmış olacaktır.

Rusya’nın, bu vazgeçilmez ekonomik çıkar yanında, siyasî yönden de Kuzey Kafkasya’da başlayacak bir özgürlük hareketinin, bu bölgenin diğer Müslüman halklarını oluşturan İnguşlara, Dağıstanlara, Karakalpaklara, Osetlere, Kabartaylara da sıçrayabileceğini hesaplayarak, bu endişeyle, Çeçenistan’a müdahale ettiği anlaşılmaktadır.

Bilineceği üzere, Çeçenistan, Sovyetler Birliğinin dağılmasından Önce, Rus ordusu içinde bir hava generali olan Dudayev’in cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra, 4 Kasım 1991 tarihinde, tek yanlı olarak, bağımsızlığını ilan etmiştir.

Bildiğimiz gibi, Çeçenistan’ın bu bağımsızlık ilanını, başta Rusya Federasyonu olmak üzere, hiçbir ülke kabul etmemiş ve tanımamıştır. Rusya Federasyonu, uzun süre ülkeyi meşgul eden birçok önemli sorun yüzünden, Çeçenistan konusunun üzerine hemen gidememiş; ancak, bu ülkeye ekonomik ambargo koyarak, Dudayev’i ve kurmaya çalıştığı yönetimi zora sokmayı tasarlamıştır. Bundan sonra, Dudayev’e karşı, muhalif güçler tarafından başarısız suikastlerin düzenlendiği bilinmektedir. Bunlardan bir sonuç alınamayınca, Rusya’nın, dağınık bir şekilde bulunan Dudayev karşıtlarını kışkırtıp, yönlendirerek, hatta bunlara silah sağlayarak rejimi devirmeye gayret ettiğine dair güçlü şüpheler mevcuttur. Bu çabalar da başarısızlıkla sonuçlanınca, Grozni’ye -Rusya’ya ait olduklarından hiç kuşku duyulmayan- birtakım meçhul helikopter ve uçaklar tarafından bombalar atılarak, halka gözdağı verilmeye çalışılmış ve bu şekilde, Çeçenler sindirilmek istenmiştir.

Bu arada, Dudayev’e muhalif güçler -Rus yöneticilerinin devamlı olarak inkâr etmelerine karşın- Rus askerleri tarafından takviye edilmiş; hatta, Çeçenler, geçen kasım ayı sonunda yaptıkları bazı çatışmalar esnasında, bu askerlerden 70 kadarını da esir almışlardır.

Rusya Federasyonu, sonunda kesin sonuç almak gayesiyle, 11 Aralık 1994 günü, Çeçenistan’daki anayasal düzeni yeniden tesis etme bahanesini ileri sürerek, bu ülkeye müdahale etmiştir. Bu hareket, ülkemizde büyük bir kaygı, üzüntü ve infialle karşılanmıştır. Şüphesiz, Türkiye, uluslararası hukukun getirdiği “sınırların korunması ve değişmezliği” ilkesine ciddiyetle bağlıdır. Ülkemiz, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün aktif bir üyesi olarak, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununun, bu çok önemli temel ilkeden hareketle çözülmesi yönünde büyük gayret sarf etmektedir.

Ayrıca, ülkemizde zaman zaman karşılaştığımız tüm olumsuz koşullara rağmen, ısrarla sürdürdüğümüz, barış içinde bir arada yaşama ve kalkınma anlayışımız da bizi böyle davranmaya zorlamaktadır.

Bununla beraber, Çeçenistan’ın, Rusya’nın karşısında vermeye çalıştığı özgürlük savaşına, Çerkez, Dağıstanlı, İnguşlu, Karaçaylı, Ukraynalı, Bakıldı çok sayıda gönüllünün katıldığı göz önüne alınırsa, Kuzey Kafkasya bölgesini, eski Yugoslavya gibi bir savaş alanına çevirebilecek bu olayın, kanlı bir çatışmaya dönüşmeden, görüşmeler yoluyla barışçı ve kalıcı bir çözüme kavuşması, tarafımızdan içtenlikle istenmektedir.

Çeçenlerin, aslında, tarih boyunca, komşuları Dağıstanlılar ve înguşlarla beraber, Rus hâkimiyetine karşı savaştıkları bilinen açık bir gerçektir. Çarlık Rusyası devrinden beri, savaşçı, kahraman ve sert mizaçlı Çeçenlerin, mücadele gücünü Ruslar gayet yakından tanımaktadır. Şeyh Şamil destanları da ülkemizde çok iyi bilinmektedir. Haklı davaları uğruna ölümü hiç çekinmeden göze alabilecek bu ulusun, bütün imkânsızlıklara karşın, hiç düşünmeden, tüm gücüyle, Ruslara karşı sonuna kadar mücadele edeceğine yürekten inanıyoruz.

Rusya Federasyonu birlikleri, bir süre sonra Grozni’yi işgal etseler dahi, büyük bir olasılıkla, burada şiddetli bir gerilla savaşıyla karşı karşıya kalacaklar ve yine büyük olasılıkla Rusya, Afganistan’da olduğu gibi, bir batağa saplanacaktır. Bu da, hiç kuşkusuz, Rusya’da büyük ekonomik ve siyasî çalkantılar yaratacak ve dolayısıyla, Yeltsin’in iktidarının sonunu getirebilecek sonuçlar da ortaya koyacaktır.

Yine, ayrıca, İnguşistan ve Dağıstan üzerinden Çeçenistan’a doğru harekete geçen Rus birliklerinin, Müslüman İnguş ve Dağıstan halkları tarafından engellendiği ve bu operasyon esnasında, ölümle sonuçlanan çatışmalar olduğu göz önüne alınırsa, savaşın süratle kızışmasının ve bölgedeki diğer Müslüman halklara sirayet etmesinin büyük bir olasılık olduğu da göz önünde bulundurulması gereken bir gerçektir. Bu şekilde, Rusya Federasyon mozaiğinin büyük zarar göreceği ve bölgede çok kan akacağı açık bir gerçektir.

Çeçenistan’ın, Rusya Federasyonu sınırları içinde olduğu şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bu, herkes gibi, bizim de kabul ettiğimiz hukukî bir gerçektir; ama, bununla beraber, Rusya’nın, Çeçenistan’a müdahale ederken, insan haklarına aykırı davranışlarda bulunmaması da bir zorunluluktur.

Çağımızda, hiçbir hukuk kuralı, bir bölgede anayasal düzeni tesis etmek için dahi olsa o bölgedeki masum insanların katledilmesine izin vermemektedir; veremez de. Yaşadığımız dünyada, böyle bir hak, hiçbir ülkeye tanınmamaktadır. Bu hareketi mazur görmek olası değildir.

Batı uygarlığı için, insan haklarına saygılı olma kavramı, çeşitli çıkarlara göre değişebilen bir ilke değilse, çifte standartlar terk edilerek -bu vahim olay, Rusya’nın bir iç sorunu olarak düşünülse dahi-masum insanların zarar görmesine, dünya kayıtsız kalmamalıdır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız ve Sayın Bakanımız, durumun tehlikelerine, durumun ciddiyetine işaret ederek, konuya barışçıl ve kalıcı bir çözüm bulunması ve bunun için de, öncelikle bir ateşkesin sağlanması konusunda, Rusya Federasyonunun yüksek muhatapları nezdinde gerekli girişimleri yapmışlardır.

Uluslararası camia, Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere, aynen Bosna-Hersek’te olduğu gibi, şimdilik, duruma seyirci kalmaktadır; ama, Rusya, topyekûn bir savaşa girişir ve bölgede çok kan dökülürse, Batı’nın da, suskunluğundan vazgeçeceği kuşkusuzdur. Geniş boyutlara ulaşabilecek böyle kanlı bir sonucu beklemeden, Batılı devletlerin, Rusya’yı, şimdiden, akılcı yola sevk etmesinde sonsuz yarar olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca, son günlerde, Moskova’da, Çeçenistan’a müdahale konusunda, Yeltsin’e karşı sivil ve askerî kesimde şiddetli bir muhalefetin oluştuğu ve ciddî tepkilerin doğduğu gözlenmektedir. Birkaç istisna hariç, Rus siyasetçileri arasında, anlaşmazlığın, barışçı yollardan çözümü için, siyasî görüşmeler yolunun yeterince kullanılmamış olduğu görüşü hakimdir. Bunlar, her türlü çabanın sarf edilerek, kaba kuvvete başvurulmadan, meseleye siyasî bir çözüm bulunmasını istemektedirler. Ordu içerisinde de, yüksek rütbeli bazı generallerin Çeçenistan cephesinde görev almayı reddettikleri bilinmektedir. Başka bir deyimle, Rusların, Çeçenistan için savaşmak ve ölmek istemedikleri anlaşılmaktadır; bu da, yerinde ve doğru bir davranıştır diye düşünüyoruz.

Sayın milletvekilleri, Rusya Federasyonu askerî müdahaleye giriştiğinde, bu operasyonu, kırksekiz saat gibi çok kısa bir zaman süresi içerisinde tamamlayacağını tasarlamaktaydı; fakat, şu ana kadar geçen iki haftalık zaman süresince, Çeçen halkının azimli iradesi, direnci kınlamadığına göre, bu sonucun Rusya açısından çok kolay olmayacağı ve çok uzun bir süreyi alacağı da anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan Rusların çok çekindiği güçlü Çeçen mafyasının da şiddet eylemlerine başvurarak, Rusya’nın altını üstüne getirebilecek imkânlara sahip olduğu ve çeşitli şiddet eylemlerine girişebilecekleri, alınan duyumlar arasındadır. Moskova’da, şimdiden, bu konuda yoğun güvenlik önlemleri alındığı duyulmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Yeltsin’in bu müdahaleden vazgeçerek kuvvetleri geri çekeceğini düşünmek de pek olası gözükmemektedir.

Hatırlanacağı üzere, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, onun mirasçısı olan Rusya Federasyonu, ülkenin eski coğrafyası üzerinde yeniden hâkimiyet kurma çabalarına girişmiştir. Bu planın parçaları olarak, Rusya’nın, özellikle Kafkasya’da askerî üsler kurma, sınırlara Rus askerleri yerleştirme gibi operasyonlara başvurduğu görülmektedir. Ayrıca, Sovyetler Birliğinden ayrılmış plan yeni bağımsız devletlerin petrol ve dogalgaz gibi kaynaklarını, kendi kontrolü altında tutma yolunda politikalar da izlemiştir.

Moskova’nın, Birleşmiş Milletler Örgütünün üyeleri olan Bağımsız Devletlere karşı, bu açık niyet ve hedeflerini gerçekleştirebilmek için çaba sarf ettiği bilindiğinden, hukuken kendi sınırları içinde bulunan Çeçenistan önünde başka türlü hareket etmesini beklemek de abesle iştigal olacaktır.

Türkiye’nin bu konuda izlemesi gereken politikaya gelince: Hükümetimiz de, kamuoyumuz da, Çeçenistan’daki gelişmeler karşısında, ne kadar duyarlı olunursa olunsun, itidalli ve dengeli davranmakzorunluluğunda bulunmaktadır.

Ülkemiz, kuzey komşusu Rusya ile beşyüz yılı aşkın bir süredir yoğun ilişkiler içinde bulunmaktadır. Hükümetimiz, bu çok değer verdiğimiz ilişkileri, ekonomik, ticarî ve kültürel boyutlarıyla çeşitli sahalara yayarak, zaman içinde geliştirmeye gayret etmektedir. Son yıllarda, bağımsızlıklarını kazanmış Orta Asya ülkeleriyle yakınlaşmaya çalışmamız, Rusya Federasyonu aleyhine bir hareketmiş gibi algılanmamalıdır; tam tersine, evrensel barış anlayışımız çerçevesinde, Rusya Federasyonu ile olan dostluğumuzu zedelemeden, Orta Asya’daki ve bölgedeki diğer ülkelerle yakın ilişkilerimizi pekiştirebileceğimizi, bu iki ayrı konuyu bir arada başarıyla gerçekleştirebileceğimizi düşünüyoruz. Bu amaç doğrultusunda, kültür birliği içinde bulunduğumuz Çeçenistan halkının meselesine, kan dökülmeden barışçı bir çözüm bulunmasını, Sosyaldemokrat Halkçı Parti Grubu adına içtenlikle diliyor ve istiyoruz.

Türkiye’nin, diplomatik sahadaki girişimlerini ısrarla devam ettirirken, Rusya’yı lüzumsuz yere kışkırtacak ve rahatsız edecek söz ve hareketlerden kaçınması gerektiğine de inanıyoruz.

FETHULLAHERBAŞ (Van)-Olmaz.

ALİ İBRAHİM TUTU (Devamla) – Sözlerimi bitirmeden, ANAP Grubu adına konuşan Sayın İnan’ın, özellikle son Avrupa Birliği, Gümrük Birliği konusunda söylediklerinin, birazcık, çifte standardı yansıttığını söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, bugün, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu durumu da iyi gözlememiz gerektiğini ve ülkemizin, uluslararası platformlarda güçlü olmasının yolunun; içeride güçlü olmasından geçtiğini, içeride sosyal barışı, siyasal barışı, toplumsal barışı sağlamasından geçtiğini bir kez daha belirtmek istiyorum.

Bunun için de, her ne kadar, uzun sabır gerekiyor desek de, her ne kadar, birileri, bazıları tarafından, ülkemiz o düzeyde değil dense de; gerçek anlamda evrensel bir demokrasinin, tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirilmesinden geçtiğini de bilmemiz gerekmektedir. Tüm siyasal partilerimiz olarak, böyle bir demokrasiyi kurumsallaştırmak için, elimizden gelen çabayı harcamamız gerektiği ve böyİece, ülkemizin uluslararası platformlarda da çok güçlü olacağını belirtmek istiyorum. ANAP Grubu başta olmak üzere, tüm siyasal parti gruplarından da, bu desteği sağlamalarını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken, bu genel görüşmenin açılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz ve Sosyaldemokrat Halkçı Parti Grubu olarak buna olumlu oy vereceğimizi belirterek, tümünüzü en içten saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tutu.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan.saym milletvekilleri; Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya bölgesinde meydana gelen son gelişmelerle ilgili genel görüşme açılmasına ilişkin önerge üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Çeçenistan’da meydana gelen olayları üzüntüyle karşılıyor ve gelişmeleri yakından izliyoruz; çünkü, Türkiye’nin, bu bölgeyle, tarih, kültür ve akrabalık bağları bulunmakta ve Türk Milleti, Kafkasya’da istikrarı bozan silahlı uyuşmazlıklara bir yenisinin eklenmiş olmasından, büyük endişe ve üzüntü duymaktadır.

Bugün, Çeçenistan’da bir savaş yaşanmaktadır. En temel hakkını, kendi kaderini belirleme hakkını kullanmak isteyen bir halkın var olma savaşı sürmektedir. Bu savaş, sadece Çeçenistan’la sınırlı değildir. Kafkas halklarının ayrılmaz bir parçası olan Çeçen halkına saldırı, bölgede yaşayan bütün halklara yapılmıştır. Çeçcnistan’a yapılan müdahele, aynı zamanda, insanî değerler taşıyan herkese karşı bir saldırıdır. Yeni bir Afganistan, yeni bir Bosna yaratılmasına karşı olan herkesin, Çeçen Halkının direnişine omuz vermesi kaçınılmazdır ve bir insanlık borcudur.

Değerli milletvekilleri, çok kısa olarak, Çeçenlerin tarihî sürecine değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çeçenler, Kuzeydoğu Kafkas halklanndandır. Kafkasya bölgesi gerçekten de, etnik açıdan çok çeşitli bir mozaiğe sahiptir. Bölge milletleri, öteden beri – tarih olarak- Ruslara karşı direnen, savaşan milletler olarak bilinir. 5 milyon insanın yaşadığı bu bölgede birçok cumhuriyet vardır. Bu halkların büyük çoğunluğu Müslümandır. Çeçen-İnguş Cumhuriyetinde, 1989 yılı verilerine göre, 1,3 milyon insan yaşamaktadır. Bunların, yüzde 55’ini Çeçenler, yüzde 12’sini İnguşlar ve yüzde 22’sini Ruslar oluşturmaktadır.

Refah Partisi sayın sözcüsünün söylediği gibi, Çarlık Rusyasının uyguladığı sürgün politikası sonucu, yıllar yılı, değişik coğrafyalara sürülmüşlerdir. İşte, bu sebeple de günümüz Türkiyesinde, yaklaşık 3,5 milyon Kuzey Kafkasyalının yaşadığı tahmin edilmektedir.

Ruslar, 18 inci Yüzyılın sonlarında, Doğu Kafkasya’yı işgale başladıklarında, İmam Mansur liderliğindeki Çeçenler, altı yıl süreyle büyük bir direniş göstermişlerdir. 1830 yılında, Dağıstanlı Gazi Muhammed’in çağrısıyla, bütün Kuzey Kafkasya kavimleri, Ruslara karşı savaşmışlardır. Özellikle, Şeyh Şamil liderliğinde, Ruslara karşı, yirmibeş yıl amansız bir mücadele verilmiştir.

Şubat 1917’de Rusya’da monarşinin yıkılması ve Ekim 1917’de bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi üzerine, Kuzey Kafkasya’da bağımsizlık hareketleri güçlenmiş ve 11 Mayıs 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ilan edilmiştir; ancak, 1919 Şubatında, Çarlık yanlısı ordular, Çeçenistan’ı yeniden işgal etmiştir.

1922’de Çeçen, 1924’te înguş özerk yönetim birimleri kurulmuş; bu iki bölge 1934’te birleştirilerek, iki yıl sonra da Çeçen-Inguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. 23 Şubat 1944’te, Moskova’nın aldığı bir kararla, Çeçen, İnguş, Karaçay ve Balkar Halklarının, Kuzey Kafkasya’dan, Kazakistan ve Orta Asya’ya sürgün edilmeleri kararlaştırılmış ve Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti böylece lağvedilmiştir. Ancak, 1954’te Stalin’in ölümünden sonra, Çeçenlere, anayurtlarına dönme hakkı tanınmış ve 9 Ocak-1957’de Çeçen İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yeniden kurulmuştur. Çeçen Halkı, sürgünün açtığı yaralan iyileştirmek için, yıllar yılı zorlu bir mücadele vererek gelmiştir bugünlere.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Sovyetler Birliğinde, 1985 sonrasında başlayan açıklık ve yeniden yapılanma politikaları, Sovyetler Birliğinin dağılma sürecini de gündemine getirmiştir.

İlk olarak Baltık cumhuriyetlerinde başlayan bağımsızlık mücadeleleri, daha sonra Sovyetler Birliğinin tamamını etkisi altına almıştır. Çeçenistari’daki muhalefeti, Çeçen Ulusal Kongresi örgütlemiştir; kasım 1990’da, bu örgütün başkanlığına, asker kökenli Dudayev getirilmiştir. Dudayev, 27 Ekim 1991’de yapılan seçimlerde de Devlet Başkanlığına seçilmiştir. Bu seçimi takiben, 1 Kasım 1991’de Çeçenistan’ın bağımsızlığı ilan edilmiştir.

İşte, bu gelişmeler üzerine, Moskova, 7 Kasımda Çcçenistan’da olağanüstü hal ilan ederek, Başkent Grozni’ye askerî birlikler göndermiştir; fakat, halkın yoğun tepkisi sonucu, bu birlikler geri çekilmek zorunda kalmışlardır, ta ki, 11 Aralık 1994 tarihine kadar. Yine hepimizin bildiği gibi, bu tarihte, Yeltsin’in, Budapeşte’de yapılan AGİK zirvesinden Moskova’ya dönmesinden sonra, 11 Aralık sabahı, Rus birlikleri üç ayrı yönden, Çeçenistan’a karşı harekâta girişmişlerdir. Bu harekât, Sovyet askerlerinin 1979 Aralık ayında Afganistan’a müdahalesinden bu yana en büyük askerî operasyonu teşkil etmektedir.

Yeltsin yönetiminin sorunun çözümü için güç kullanması, kendi ülkesi içinde de büyük tepki doğurmuştur. Devlet Dumasında, Jirinovski’nin başında bulunduğu Liberal Demokrat Parti hariç, hemen hemen diğer bütün partiler, sorunun barışçı çözümü için, siyasî yolların yeterince kullanılmadığını ileri sürmüşlerdir.

Rusya Federasyonu Parlamentosu Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkanı Yuçenkov’un, Rus demokratları olarak, Yeltsin’in, Çeçenistan’daki iğrenç politikasını artık desteklemek istemediklerini, Cumhurbaşkanının görevden alınmasını önereceklerini açıklaması çok dikkat çekici olmuştur.

Bu arada, Komünist Parti de dahil bazı çevrelerin, sırf Yeltsin’e muhalefet ve onu müşkül duruma düşürmek amacıyla, olayı istismar etme niyetlerinin de ayrıca gözlendiği ifade edilmektedir.

İnguşistan ve Dağıstan, topraklarından geçerek Çeçenistan’a giren Rus askerlerine, Moskova’nın güç kullanmasına, bu askerî harekâta karşı en şiddetli karşı koyan özerk cumhuriyetler olmuşlardır.

Tataristan Cumhurbaşkanı Şamiyev de, çok ihtiyatlı bir açıklama yaparak, barışçı çözüme taraftar olduğunu ortaya koymuştur. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinde bu konuda açıklama yapan Azerbaycan, Kazakistan ve Belarus, sorunun çözümünden yana, benzer şekilde açıklamalarda bulunmuş ve sorunun, barışçı yollarla çözümünü önermişlerdir.

Yine, Letonya ve Estonya Cumhurbaşkanları, halkın bağımsızlık arzusunun özünü oluşturan bu uyuşmazlığın, barışçı ve siyasî yollarla halledilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Birleşmiş Milletler sözcüsü, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ve Fransa Dışişleri sözcüsü, yaptıkları açıklamada, olayın, Rusya Federasyonunun bir iç işi olduğunu vurgulamışlar, kan dökülmesinden duyulan endişeyi dile getirmişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından da, kan dökülmesinin bertaraf edilmesi ve soruna, müzakerelerle çözüm bulunması ümidi ifade edilmiş, tüm ilgili taraflara, kuvvet kullanılmasından imtina ve insan haklarına saygı çağrısında bulunmuştur.

Rusların askerî harekâtına en ciddî tepki ise, Ürdün Temsilciler Meclisinden gelmiş ve 7 Aralık günü yapılan açıklamada, hürriyet ve şelf determinasyon rüzgârlarının estiği bu dönemde, ulusların özgürlüklerine kavuşmasının şiddet ve ateşle önlenemeyeceği belirtilmiştir.

Bugüne kadar, İslam ülkeleri arasında, askerî harekâtı müteakip, tek tepki Suudi Arabistan’dan gelmiştir. 12 Aralık günü, Kral Fahd başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu sonrasında, Suudi Arabistan’ın, Rusya’nın, Çeçenistan’a müdahale etmesinden ve Çeçen topraklarının bombalanmasından üzüntü duyduğu; ayrıca, Müslüman ve dost ülkeleri, Rus saldırısının durdurulması için çaba sarf etmeye davet ettiği açıklanmıştır.

Türkiye, gerek askerî harekât öncesinde gerek harekâtın başlamasını müteakip tepkisini açıklayan ilk ülke olmuştur. 1 Aralık 1994 tarihinde yapılan açıklamada, ilgililere, aralarındaki sorunlara müzakereler yoluyla, demokratik geleneklere ve insan haklarına saygı temelinde, siyasî ve meşru çözümler bulmaları çağrısında bulunulmuştur. 11 Aralık 1994 tarihinde yapılan açıklamada ise, daha önceki çağrı yinelenmiş, bölgeye yakın, tarihî ve kültürel bağlan bulunan Türk Milletinin, Kafkasya’yı sarsan silahlı ihtilaflara bir yenisinin eklenmesinden büyük endişe duyduğu dile getirilmiştir. Tüm ilgililerin, kan akmasına engel olmaları gerektiği özellikle vurgulanmıştır.

12 Aralık günü de, Rusya Federasyonu Büyükelçisi davet edilerek, Hükümetimizin, Çeçenistan’daki askerî harekâtla ilgili endişeleri bildirilmiş, can kaybının önüne geçilmesine, özellikle sivil halkın korunmasına atfettiğimiz önem vurgulanmış ve bölgede, yeni kin tohumları atılmasına engel olunmasında büyük yarar gördüğümüz ifade edilmiştir.

Dudayev, 17 Aralık 1994 günü Sayın Cumhurbaşkanımıza bir mesaj göndererek durumun tehlikelerine işaret etmiş ve ihtilafın barışçı bir çözüme kavuşturulmasını arzu ettiklerini belirtip, çatışmaların durdurulması için Türkiye’nin yardımcı olmasını talep etmiştir. 17 Aralık günü, ültimatom süresi sona ermeden, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız tarafından Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı ve Başbakanına birer mesaj gönderilerek, sorunun barışçı yollarla çözüme kavuşturulması imkânlarının araştırılması talep edilmiştir. Ayrıca, Hükümetimiz tarafından da, bu konudaki açıklamalar, zamanında ve yerinde yapılmıştır. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Çeçenistan’daki çatışmaların tırmanmaya devam etmesinden büyük endişe duyduğunu ifade ederek, “çocuk, kadın, yaşlı dahil halen 200 bin dolayında sivilin yaşadığı belirtilen Başkent Grozni üzerinde yoğunlaşan top ateşi ve hava saldırılarının masum canİar alması kaçınılmazdır” demiş; filhakika, aralarında uluslararası basının, yani bir yabancı gazetecinin de bulunduğu çok sayıda masum sivilin hayatını kaybettiği hatırlatılarak, tekrar,tekrar dikkat çekilmiştir.

Türk Hükümeti, böyle bir şiddetle ulaşılacak sonucun kalıcı olabileceğine ve bir yarar sağlayabileceğine kesinlikle inanmamaktadır. Ağır kış şartlarında Grozni’de sıkışan ve bombardıman altında kalan siviller ile hayatlarını kurtarmak için yollara düşen onbinlerce mültecinin, her şeyden önce yaşama hakkına saygı gösterilmesi ve koruma altına alınması istenilmiştir.

Türk Hükümeti, sivil halka her türlü acil insanî yardımın derhal gönderilmesi için kendine düşeni yapmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Ayrıca, tüm askerî harekâtın durdurularak, ihtilafa barışçı yöntemlerle çözüm aranmasının kolaylaştırılması çağrısında bulunmuştur.

Değerli milletvekilleri, Batı dünyası, Bosna-Hersek konusunda olduğu gibi-, bu konuda da – üzülerek söylemeliyiz ki- çelişki içerisindedir. Bîr yandan, insan haklarından bahsedip, sorunun barışçı yollardan çözülmesini tavsiye ederken, diğer taraftan, olayın, Rusya’nın bir iç sorunu olduğunu açıkça vurgulayabilmektedir. Bu tanımın sonucu, olaylara seyirci kalmaktan başka bir şekilde ifade edilemez.

Olayı, sadece Rusya’nın bir iç sorunu olarak değerlendirmek, acaba ne kadar doğrudur?.. Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı, 20 inci Yüzyılın başlarından itibaren tüm dünyada kabul gören ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Helsinki Nihaî Senedi ve Paris Şartı gibi uluslararası sözleşmelerde açıkça tanınan bir haktır. Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanı, aynı zamanda, mevcut uluslararası -işte bu saydığım- norm ve yasalara da uygundur.

Çeçenistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini oluşturan ve Sovyet Federasyonu Sosyalist Cumhuriyetine bağlı bir özerk cumhuriyet statüsündeyken, imzalanan bir seri anlaşmaya imza koyup koymamış olmasını da, bağımsızlık ilanının yasal olup olmadığı noktasında değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir.

Sovyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerden biri olarak, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti de eski yasalarını değiştirmiş, Devlet Başkanı Yeltsin’e bağlı birlikler tarafından ve fiilen, fiziksel olarak kapatılmış, devlet, yeni seçimler ve anayasa temelinde yeniden örgütlenmiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminden kalma yasalar yürürlükten kaldırıldığı için, Rusya Sovyet Federasyonu Sosyalist Cumhuriyetini oluşturan federe birimlerin; yani, özerk cumhuriyetlerin arasındaki ilişkilerin yasal çerçevesinin oluşturulmasrgündeme gelmiştir. İşte, bu doğrultuda, 31 Mart 1992’de, kısaca Rusya Federasyon Anlaşması olarak bilinen, Rusya Federasyonu içindeki egemen cumhuriyetlerin iktidar organları ile Rusya Federasyonunun devlet iktidarı federal organları arasında, yasama ve yetkinin dağıtımı üzerine anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmanın giriş bölümünde de açıkça belirtildiği gibi, federasyon anlaşması, Rusya Federasyonunun egemenlik deklarasyonu ile Rusya Federasyonu içindeki cumhuriyetlerin egemenlik deklarasyonları temelinde imzalanmıştır; yani, eski Rusya Sovyet Federasyonu Sosyalist Cumhuriyeti içindeki cumhuriyetlerin egemenlik hakkı açıkça tanınmıştır ve bu hak temelinde, yeni federasyonun yasal çerçevesinde kurulmuştur. Rusya Federasyon anlaşmasını, o tarihteki Tataristan ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetleri imzalamamışlardır. 12 Aralık 1993 günü yapılan Rusya Federasyonu yeni anayasa ve parlamento seçimlerine de bu iki cumhuriyet katılmamıştır. Bu durumda, Çeçenistan’ın Rusya Federasyonuna bağlı olduğunu belirten hiçbir anlaşma yoktur. Çeçenistan sorununun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hemen bitiriyorum efendim.

…Rusya’nın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi yolundaki önerilerin de, izah etmeye çalıştığım biçimde, yasal dayanağı bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özetle, bölgede barış ve istikrarın yeniden tesisi için, öncelikle çatışmaların durdurulması, soruna müzakere zemininde banşçıbir çözüm aranması ve tüm ilgililerin, uluslararası norm ve standartlara göre, itidal içinde hareket ederek çözüm araması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle, genel görüşme açılması istikametinde oy kullanılmasını Yüce Meclise arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ercan.

Sayın milletvekilleri, Hükümet ve Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, sıra, önerge sahiplerine gelmiştir. Üç önergeyi birleştirdiğimiz için, üç önerge sahibine de konuşma hakkı doğmuştur.

Sayın Şener, bu aşamada mı konuşacaksınız, yoksa genel görüşme sırasında mı konuşacaksınız?

ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas)-Bu aşamada…

BAŞKAN – Bu aşamada konuşmak istiyorsunuz.

Sayın Abdüllatif Şener, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ve Sayın Muharrem Şemsek’e sırasıyla söz vereceğim. Önerge sahiplerinin görüşme süreleri 10’ar dakikadır.

Buyurun Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya’daki gelişmelerle ilgili olarak vermiş olduğumuz genel görüşme önergesinin Meclis gündemine alınarak bugün görüşülmesini sağlayan ve Danışma Kurulunda bunu olumlu oylarıyla destekleyen, grubu bulunan partilere teşekkür ediyorum. Geç de olsa, hazırlamış oldukları aynı konudaki önergelerle Meclise başvuran diğer arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum. Ancak, burada, görüşmeler devam ederken, bazı grup sözcülerinin ve özellikle Sayın Bakanın, bütün dünyayı dolaşırken bir türlü Kuzey Kafkasya’ya ve Çeçenistan’a geçemeyişini de yadırgadığımı belirtmek istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Özellikle Sayın Bakanın, önergemizdeki, “Türkiye Kafkasya’daki gelişmelere ilgisiz kalamaz” ifadesine niçin katılmadığım da bir türlü anlayabilmiş değilim; çünkü, önergedeki ifade, Türkiye’nin ilgisiz kalamayacağıyla ilgilidir. Hükümet ilgisiz kalmıştır demiyordum; ama -ifade net bir şekilde olduğu halde- bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi, herhalde, ilgisizliğini hissetmiş olmasından kaynaklanmaktadır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şu ana kadar, Çeçenistan’daki gelişmelerle ilgili olarak, Kuzey Kafkasya’daki gelişmelerle ilgili olarak ne yaptıklarını sıraladılar. “Sivil halkın korunmasını istedik” diyorlar. Her gün Grozni bombalanırken, sivil halk katledilirken, insan hakları ihlalleri yapılırken; hâlâ “sivil halkın korunmasını istedik” cümlesinin bir anlam ifade edip etmediğini takdirlerinize arz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Yine, Sayın Bakan “insanî yardım göndermek istediğimizi bildirdik” diyor. Henüz, hiçbir şey gönderilmemiş, bir kutu aspirin gitmemiş; ama, insanî yardım gönderme taleplerini ifade etmişler…

Bunun da bir anlamı varsa; yine, Yüce Kurulun anlayışına, takdirlerine bırakıyorum. Özellikle, “Çeçenistan meselesinin, Kuzey Kafkasya meselesinin, çok boyutlu politikamızın duyarlı dengeleri içerisinde değerlendirilmesi” diye kullandığı ifadenin, dış politikamızdaki çekingenlik, ürkeklik ve uluslararası merkezlere teslimiyetçiliğin ifadesi olduğunu burada tekrar ifade etmek istiyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sayın Bakan Kuzey Kafkasya’nın tarihinden bahsederken, Çeçenistan’dan bahsederken, birtakım doktriner tartışmalara, üsluplara girdiler. Sovyet Rusya, 1917 Bolşevik İhtilaliyle Kuzey Kafkasya bölgesini değerlendirmiş; bu bölgede, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmediğini tespit etmiş; sonra, demiş ki, “burada Asya tipi üretim tarzı vardır” vesaire diye gidiyor.

Sayın Bakan, önce, bu ifadeleriyle her ne kadar, birtakım doktriner bilgilere sahip olduğunu kanıtlamaya kalkıştıysa da, Marksizmi dahi bilmediğini buradan ifade etmek istiyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,alkışlar)

Sovyet Rusya’nın resmî yorumunda, “Asya üretim tarzı” diye bir şey yoktur. Beş aşamacı bir anlayış vardır. Hiçbir zaman, Kuzey veya Güney Kafkasya bölgesini de, Asya üretim tarzı çerçevesinde değerlendirmiş değillerdir. Böylesine, bir taraftan doktriner yanlışlarla dolu yorumlarda bulunmak, bir taraftan da bir türlü Kafkasya’ya giremeden dünyanın dört bir yanında dolaşmak yerine, somut, net şeyler söylemesini beklerdik.

Sayın milletvekilleri, Kafkasya -özellikle Kuzey Kafkasya- ve Çeçenistan, önergede de belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin ilgisiz kalamayacağı bir bölgedir. Bu bölgeyle Türkiye’nin tarihî bağları vardır, dinî, kültürel bağları vardır, akrabalık bağları vardır. Bunları yadırgamak veya bunları yokmuş farz edip bu bölgeye öylesine yaklaşmak, sağlıklı bir durum değildir. Diğer taraftan, şu an, dünyada oluşan hadiseleri, Türkiye açısından da çok dikkatli bir şekilde takip etmek zorundayız.

Ortodoks çemberi, bir taraftan, batımızda Bosna-Hersek olaylarıyla; diğer taraftan, bugün, Çeçenistan’da, Kuzey Kafkasya’da yaşanan hadiselerle bizi kuşatmaya çalışırken, elbette, bizim de duyarlı olmamız lazımdır; millî menfaatlarımıza uygun politikaları ortaya koymamız, geliştirmemiz lazımdır.

Kuzey Kafkasya ve Çeçenistan bölgesi, Türkiye açısından fevkalade stratejik önemi olan bir bölgedir. Çin Şeddine kadar uzanan Türk cumhuriyetlerinden bahsediyoruz. Bizi, Hazar Denizinin doğusundaki Orta Asya Türk cumhuriyetlerine ulaştıran en önemli koridor, Abhazya’dan başlayıp, Dağıstan’a kadar uzanan Kuzey Kafkasya koridorudur. Bu bölgenin ve bu bölgedeki gelişmelerin çok sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi ve takip edilmesi gerekmektedir. Sonra, bu bölge, her zaman Türkiye’nin bir güvenlik şemsiyesi olmuştur. Tarihî hadiseler bunu kanıtlamaktadır. 93 Harbi sırasında, Kars’ın, Ardahan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine, bu Kuzey Kafkasya halkları, Osmanlıyı desteklemek için ayaklanmışlardır ve Ruslara karşı mücadele vermişlerdir; Rusların, bu bölgeden, Kars’tan, Ardahan’dan çekilmesine sebep olmuşlardır.

Yine, aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Stalin, Türkiye’ye yönelik talepleri nedeniyle, Kuzey Kafkasya’da meydana gelebilecek dirençleri kırabilmek için, bu bölge halkım sürmüştür; Rusya’nın, Kazakistan’ın diğer bölgelerine dağıtmıştır.

Bu önemi önümüzde dururken, hâlâ, bu bölgeyle ilgili sağlıklı ve millî politikalara uygun değerlendirmeler yapılamayışını yadırgadığımı, tekrar ifade etmek istiyorum. Her şeyden önce, Türk dış politikasının, olaya yaklaşırken, Rusya’nın toprak bütünlüğünden bahsederek olayı değerlendirmesi, fevkalade yanlıştır. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bunu söylemek bizim görevimiz değildir, bunu söylemek Türkiye’nin işi değildir; eğer, Türkiye, olaya sağlıklı bir değerlendirme getirecekse, bu bölgedeki insan haklan ihlallerini dile getirmelidir. Aslında, bu bölgede, sadece iki haftadır değil, yüzelli yıldır insan haklan ihlal edilmektedir. Bu bölgedeki insanlar soykırıma tabi tutulmuşlardır, zorunlu göçe icbar edilmişlerdir ve onbeş gündür, izliyoruz, sivil yerleşim bölgeleri, Grozni, her gün Rus uçakları tarafından bombalanmaktadır; siviller, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar katledilmektedir. Bundan daha belirgin, net bir insan hakları ihlali olamaz; insan haklannın ihlal edilmesi karşısında da, uluslararası hukuk, buna sessiz kalamaz ve Türkiye, bütün ülkelerden önce buna sessiz kalmamalıdır, kalmamalıydı. (RP sıralarından alkışlar)

Bu konuda, insan haklan ihlalleri konusunda en küçük bir imada dahi bulunulmazken, diğer taraftan, bakıyoruz, Danimarka, bölgedeki insan haklan ihlallerini kınıyor, Rusya’yı kınıyor, Norveç kınıyor, Letonya kınıyor; ama, Türkiye’den kınamayı ifade edebilecek tek bir cümle dahi çıkmıyor!

Diğer taraftan, Rusya’nın toprak bütünlüğünden bahsetmenin fevkalade yanlış olduğunu tekrar ifade etmek istiyorum.

Uluslararası metinler var. Bunlarda, Birleşmiş Milletler şartında, insan haklanyla ilgili bütün belge ve sözleşmelerde, halkların kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu bölgede yaşayan insanlar, kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Uluslararası hukuk nezdinde de bu böyledir. Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakları, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sömürgelerin bağımsızlık taleplerine yönelik olarak kullanılmıştır; ama, son yıllarda, bu hakkın, federasyonlar içerisindeki federe devletlerinde bir hakkı olduğu kabul edilmiştir. Nitekim, bu görüş doğrultusundadır ki, Yugoslavya Federasyonuna bağlı Slovenya, Hırvatistan, Bosna – Hersek, Makedonya gibi federe devletçiklerin bağımsızlık ilanları, Birleşmiş Milletlere üye bütün ülkeler tarafından kabul edilmiştir, desteklenmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin efendim. .

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Niçin desteklenmiştir; çünkü, halkların kendi kaderlerini tayin hakkına sahip oldukları görüşü, federasyon içindeki federe devletlere de tanınan bir hak olarak kabul edildiği içindir; ama, maalesef, bu gerçekler, bu açık, net görüntüler ortada iken, Türkiye’nin, ne insan hakları ihlalleri konusunda ne de Çeçenistan’ın bağımsızlık talepleri konusunda aktif olarak devrede olmadığını görüyoruz. Bundan dolayı da üzüntü duyuyoruz. Yüce Meclisin tüm üyelerinin de bu tutumdan dolayı üzüntü duydukları kanaatindeyim. Hükümeti oluşturan siyasî partilerin grup sözcülerinin yapmış oldukları konuşmalarda da, bu, açık seçik izlenmiştir, tespit edilmiştir.

Burada, maalesef, Dışişleri Bakanlığı personelinin bulunmayışını da yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Umarım, Sayın Bakanın buraya yalnız gelmesi, ilk bakanlık günlerine rastlamış oluşuyla ilgili değildir.

Bu çerçeve içerisinde, genel görüşmenin açılmasını ve bu genel görüşme esnasında, gerek Hükümet tarafından gerek siyasî partiler tarafından, konunun, daha detaylı, daha kapsamlı, daha şümullü olarak ortaya konulmasını, burada yapılan konuşmaların ve görüşlerin Hükümete ışık tutmasını diliyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (RP, ANAP, MHP ve BBP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, buyurun.

MUHSİN YAZICIOĞLU (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; etrafımızda giderek daralan ateş çemberinin, her geçen gün, bizi yaralayan, üzüntüye boğan -gerek Balkanlarda gerek Kafkaslar’daki acılardan birisi olarak- Çeçenistan’ın işgali dolayısıyla, milletimizin yaralanan yüreğinin, bir noktada sesi olmak ve konunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde acilen ele alınarak, millî bir siyasetin ortaya konulması ve belirlenmesi açısından önem arz eden bir genel görüşmenin açılması konusunda yapılan bu toplantıyı, Çeçenistan bakımından, geleceğimiz bakımından önemli görüyorum ve sözlerime başlarken, çağımızın Şeyh Şamil’i Dudayev’e ve kahraman Çeçenlere, hürriyet ye bağımsızlık mücadelelerinde başarılar diliyor ve orada şehit olan bütün insanların hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Rusya, Afganistan’da uygulamış olduğu usul ve üslubu, Çeçenistan’da da aynen uygulamıştır. Sovyetler Birliği döneminde, önce, Afganistan içerisinde bir muhalif grup meydana getirmiş, sonra onun çağrısına uyduğu iddiasıyla, bağımsız Afganistan’ı işgale kalkışmıştı. Aynı şeyi -şu anda Çeçenistan için de uygulamıştır. Nasıl ki, Afganistan’ın işgali Sovyetler Birliğinin dağılmasını meydana getirmişse, hemen ifade etmek istiyorum ki, Çeçenistan’ı işgale kalkışan Rusya da, dökmüş olduğu kanda boğulacak ve sonuçta, nasıl Afganistan’ın, Sovyetleri dağıtmasına sebep olan direnişiyle karşılaşmışsa, Çeçenistan işgalinde de, Rusya aynı akıbetle karşı karşıya kalacaktır.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Kafkasyanın yerli halklarından biri olan Çeçenler ve onların özyurdu olan Çeçenistan, Kafkasların ayrılmaz bir parçasıdır. Şimdi, Çeçenistan’da bir ilhak ve soykırımla karşı karşıyayız. Bu soykırım karşısında biz, olayı, Rusya’nın bir iç sorunu olarak asla göremeyiz. Bu, hukukî açıdan da, tarihsel açıdan da böyle ifade etmeye mecbur olduğumuz bir olaydır.

Çeçenistan, Sovyetler Birliğinin dağılışı sırasında, yeniden yapılanan Rusya Federasyonu içerisinde yer almamıştır; dolayısıyla, Rusya Federasyonunun hukukî hiçbir metninin altına imza koymamıştır. Bu sebeple, Çeçenistan, selfdeterminasyon hakkını kullanmış ve 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. O andan itibaren, altına imza koymamış olduğu Rusya Federasyonunun hiçbir bağlayıcı hükmüne de tabi değildir. Dolayısıyla, Çeçenistan, Rusya’nın yeniden yapılanmasında yer almadığı için, Sovyetler Birliği dağıldığı sırada, Sovyetler Birliği içerisinde yer almış olan bütün diğer cumhuriyetlerin kendi iradesiyle ortaya koyduğu bağımsızlık ve onun arkasından meydana getirmiş olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu içerisinde de yer almamıştır. Yani, kendi iradesini ortaya koymuş, arkasından, hür olarak, demokratik hakkını kullanıp, kendi Cumhurbaşkanını da seçmiştir. Yüzde 85 oy alarak seçilmiş bir Cumhurbaşkanı vardır; Dudayev, yüzde 85 oyunu aldığı bir halkı, bağımsız bir cumhuriyeti temsil etmektedir. Dolayısıyla, Rusya’nın buradaki hareketi, tamamen bir işgal, ilhak hareketidir ve bağımsızlığa karşı emperyalist, saldırgan bir harekettir.

Burada, biz, bağımsız bir devletin yanında mı yer alacağız, yoksa Çarlık Rusyasını yeniden ihya etmek isteyen, saldırgan, yayılmacı Rusya’nın yanında mı yer alacağız? Tarafımızı açıkça ortaya koymak mecburiyetindeyiz.

Üzülerek ifade ediyorum ki, Amerika Birleşik Devletleri, küçük Yalta olarak adlandırdığı, Clinton ve Yeltsin arasındaki görüşmeden, ortaya çıkan yeni paylaşımın bir ifadesi olarak, Kafkasları Rusya’nın arka bahçesi gibi tarif eden yaklaşımını; yani, bu hadiseyi Rusya’nın iç işi olarak görme yaklaşımım, aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini temsil eden kişiler tarafından da bu yaklaşımı ortaya koyacak şekilde benzer açıklamalar yapılmasını üzüntüyle karşılıyoruz ve bunu asla kabul etmiyoruz.

Muğlak, belirsiz ve işgalciye cesaret verecek açıklamalar yerine, millî perspektif, millî siyaset ve milletimizin menfaatlan ve haklan doğrultusunda açık ifadeler kullanmak daha doğru olur kanaatindeyim.

Bu itibarla, Türk Milletinin, Çeçenistan’m işgali karşısında gösterdiği ilgi ve duyarlılığı, saygı ve takdirle karşılıyorum.

Şu ana kadar, hiç tereddüt etmeden, akrabalık, manevî ve millî bağlanmız açısından meseleye yaklaşarak, millî duyarlılık ortaya koyan Türk Milletinin bu duyarlılığını saygıyla ve takdirle karşılarken; milleti temsil eden ve milletin hissiyatının tercümanı olması gereken organlarımızın…

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Milletin gerisinde kalan …

MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – …milletin gerisinde kalmış olmasını da, üzüntüyle karşılıyorum. (ANAP ve RP sıralanndan alkışlar)

Kendi parlamentosunu bombalamaktan çekinmeyen bir diktatör olan Yeltsin, Çeçenistan’ı işgal girişiminden vazgeçmezse, bütün Kafkas halkları ve Türk dünyası, savaşın, giderek, tarafı durumuna gelecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin efendim.

MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla)-Tamamlıyorum efendim.

Haksızlık ve zulümler karşısında daima bir bütün olmuş Kafkas toplulukları ye Müslüman Türk Milleti, Çeçenlerin bu onurlu mücadelesinin yanında kararlılıkla yerlerini alacak ve bu direnişin yanında yerini alırken, maddî ve manevî, her alanda bu mücadeleye omuz verecektir.

Dış politikamız, millî bir çizgi üzerinde olmak mecburiyetindedir. Şu ana kadar, Türkiye, dış politikada, maalesef, pasif savunma anlayışıyla siyasî yörüngesini belirlemiştir; dış politikada, hep, pasif savunma çizgisini takip etmiştir. Türkiye, etrafında meydana gelen olaylar, konjonktür ve kendi millî menfaatlannı dikkate alarak, artık, aktif savunmaya dayanan bir dış politika izlemek zorundadır.

Bunun için, artık, Türkiye, kabuğunu yırtmalı, tarihin kendi üzerine yüklemiş olduğu misyonun gereğini ortaya koymalı ve buna uygun bir siyaset yapmalıdır. Buna, tarih bizi zorlamaktadır.

Bunu ifade ederken, asla, savaş çığırtkanlığı yapmak veya Türkiye’yi maceraya sevk etmek gibi bir duygu içerisinde söylemiyorum; tarih, bize bunu mecbur kılmaktadır. Biz, tarihin hükmettiği, üzerimize yüklediği misyonu yerine getinnek zorundayız. Onun için, Türkiye, asla kendi kabuğuna girerek, kabuğuna sıkışarak hareket edemez. Osmanlı, Düyun-i Umumiyeyle idare edildiği bir durumdayken bile, Trablusgarp’ta donanmasını gezdiriyor, Galiçya’da ve Kafkaslarda asker bulunduruyordu; niçin; İstanbul’da rahat oturmak için. Bugün, eğer, Ankara’da rahat oturmak istiyorsak -bırakalım inançlarımızın, soyumuzun gerektirdiği mecburiyetleri- sadece savunma için, Kafkaslar politikasına aktif müdahalede bulunmak, Bosna’ya aktif müdahelede bulunmak mecburiyetindeyiz. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)

Onun için, Türkiye’nin, Türk dünyasının ve Kafkas topluluklarının savunma bendi olan Çeçenistan’ın bu bendinin yıkılmaması ve Dudayev’in şahsında verilen bu şanlı direnişin kırılmaması için, elimizden gelen her şeyi yapmak zorundayız; sadece sözle değil, fiilen yapmak mecburiyetimiz var.

Burada, Türk Milletinin hissiyatına tercüman olmak bakımından -sözlerimi tamamlarken- yaşasın kahraman Çeçenlerin hürriyet ve bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun her türlü emperyalizm ve sömürgecilik diyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (BBP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcıoğlu.

Önerge sahiplerinden, son konuşmacı olarak, Sayın Muharrem Şemsek; buyurun.

MUHARREM ŞEMSEK (Çorum) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; vermiş olduğumuz önergeyle ilgili olarak, önerge sahibi sıfatıyla söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, kardeş Çeçenistan’da büyük bir katliam, büyük bir trajedi yaşanmaktadır ve büyük bir insan hakları ihlali olayıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Çeçenlerin geçmişine baktığımız zaman, millî olan her türlü hak ve hürriyetten, gerek Çarlık Rusyası ve gerekse komünizm rüyası dönemlerinde mahrum edilen Kuzey Kafkasyalılar, yaklaşık ikiyüz yıldan beri, her türlü baskı, sürgün ve zulümle karşı karşıya kalarak, Ruslaştırma siyasetine kurban edilmek istenmişlerdir. Şeyh Şamillerin yaktığı bağımsızlık ve hürriyet meşalesi, daima Kuzey Kafkasyalıların iman kaynağı, direnç kaynağı olmuştur.

Birinci Dünya Harbi sonrasına doğru Çarlığın çökmesi üzerine, diğer Kafkasya milletleri gibi, Kuzey Kafkasyalılar da, kendisinin tayin edeceği ve faydalanacağı, her milletin kendi mukadderatını kendisinin tayin edeceği haklardan istifade ederek, istiklallerini ilan etmişlerdir. Milletlerin istiklallerini bir hak olarak törenle ilan eden bolşevikler, Kafkasya’da millî mukadderatlarını ele alan hürriyetperyer milletlere karşı, hainane bir surette taarruza geçmişler; üstün kuvvetlerine dayanarak, Kafkasya milletlerini, tekrar, Çarlık Rusyasında olduğu gibi, boyundurukları altına almak istemişler; ilk taarruz ettikleri ülke de, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti olmuştur; daha sonra, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Cumhuriyetlerini ele geçirerek, yayılmacı ve sömürgeci politikalarını devam ettirdiklerini ortaya koymuşlardır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kafkasyalılar, bu kızıl istilaya karşı var kuvvetleriyle mukavemet göstermişlerdir. Bu millî mukavemet hareketi çeşitli safhalar arz etmekle beraber, mukavemet hareketinin öncüleri, başta Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylılar, Balkarlar, Avarlar ve Çerkezler olmak üzere, en iptidaî silahlarla Rus işgalcilerine karşı çarpışmışlardır. Bu çarpışmaların en önemlileri de, 1921 yılında başlayan ve aylarca devam eden isyan ile 1930-1933 yıllarında meydana gelmiş olan olaylarda yaşanmıştır. Stalin’in Rusyası ile hemhudut olan Müslüman cumhuriyetler ortadan kaldırılarak, bunların Rusya’ya bağlanması planlanmış, bunda da ilk darbeyi, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti yemiştir. Bu Cumhuriyeti oluşturan Kuzey Kafkasya kavimlerini birbirlerinden ayırarak, muhtar cumhuriyet ve muhtar vilayet haline getirdikten sonra, bunları teker teker Rusya Federasyonuna bağlamışlar.

“Eğer, bu Cumhuriyet, Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar devam etseydi, Kuzey Kafkasya’yı, Rus Federasyonunun iç meselesi olarak gösterme çabası içinde bulunan Amerika Birleşik Devletleri ile Batı ülkeleri, bu durumu nasıl izah edeceklerdi” sorusunun cevabını burada bulmakta güçlük çekmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, bugün Kuzey Kafkasya asla ve asla Rusya Federasyonunun bir iç meselesi olamaz bu, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetinin yeniden kurulması meselesi olarak görülmektedir Bunun öncülüğünü, bugün, kahraman Çeçenler yapmaktadır. Diğer Kafkas halkları da, İnguşlar gibi, açık ve net olarak, bu Rus istilasına karşı gerekli reaksiyonu mutlaka göstermelidirler. Çeçenler, her dönemde, böyle kahramanlıklar göstermişlerdir; Rus askerlerinin taaruzunu önlemek ve gedik vermemek için, siperlerde kendilerini birbirlerine bağlayarak kahramanlık destanları yazdıklarını da tarih göstermektedir.

Ruslar, komünist dönemde de aynı baskı ve sürgünleri devam ettirmişlerdir. İşgalin ilk yıllarında topraklarını kamulaştırarak kolhoz ve solvozlar kurmaya başladıkları 1930 yıllanndan daha sonra da, sadece Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimize değil, Sovyetlerdeki bütün Müslüman Türk aydınlarına, ilim adamlanna, hatta, Komünist Partisinin mensuplarına, onlara hizmet edenlere karşı bir kampanya başlatarak, bunları, Pantürkist, Türkiye’nin casusu olduklarını ileri sürerek ya kurşuna dizmişler veya tarihçi Ziya Bünyatov’un KGB arşivine dayanarak “Kırmızı Terör” adlı kitabında yazdığı gibi, kamyonlara ve vagonlara doldurmak suretiyle sürgün etmişler ve ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.

Ruslar, aynı metodu, Çeçenlere, İnguşlara, Karaçaylılara, Balkarlara, Ayarlara, Lezgillere ve diğer Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimize de uygulamışlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Çeçenistan’da meydana gelen olaylan çok iyi tahlil etmek lazımdır. Bugün, Çeçenistan’daki olayların, Rusya Federasyonundaki iç gelişmelerden ilgisiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Çeçenistan, 1991 Ekiminde, parlamento ve cumhurbaşkanlığı için seçim yapmıştır. General Dudayev, Çeçen Halkının Milli Kongresinin İcra Komitesi Başkanlığına seçilmiştir. Rusya Federasyonu, bu seçimleri yasa dışı sayarak iptal etmiştir. Boris Yeltsin, Çeçenistan’da sıkıyönetim ilan ederek, ülkeyi, doğrudan merkeze bağlamış; Çeçenler, Federasyon Anlaşmasını da imzalamamışlardır. Yeltsin’in, şimdiye kadar, Moskova’daki muhaliflerini sindirmekle uğraştığı, parlementosunu bombaladığı da bilinmektedir.

Değerli milletvekilleri, Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesinin çeşitli sebepleri vardır; bunlar:

1.- Rusya Federasyonu, halen, 16 cumhuriyet ve 5 özerk bölgeden oluşmaktadır. Rusya, bağımsızlık rüzgârlarının diğer cumhuriyetlere de esmesinden endişe etmektedir. Nitekim, Tatarlar da, zaman zaman merkezle anlaşmazlığa düşmektedirler.
2.- Çeçenistan aynlırsa, Rusya, Kafkaslarda nüfuzunu kaybedecek, federasyondan kopmalar olacak; hatta, Bağımsız Devletler Topluluğu üzerindeki etkisi azalacaktır.
3.- Yeltsin’in muhalifleri güçlenecek, kendisinin iktidarda kalması zayıflayacaktır.
4.- Çeçenistan, Kafkaslar’ın petrol merkezidir. Grozni, Gudamers, Malgobek, Çeçenistan’ın petrol üretim ve rafineri tesislerinin bulunduğu yerlerdir. Üretilen petrol, boru hattıyla, Hazar’da Mahaçkaleye, Karadenizde Tuapse’ye ulaşmaktadır. Çeçenler, petrol boru hattını kontrol altında tutmaktadırlar. Doğalgaz da buradan sevk edilmektedir.
5.- Grozni, demiryollarının kesiştiği bir yerdir. Demiryolu hattı, Baku ‘de Hazar Denizine, Tuapse’de Karadenize, Rostov’da Azak Denizine ulaşmaktadır. Çeçenlerin demiryolunu tuttuğu bu merkezde, Rusya’yı rahatsız ettiği bilinmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Aralık 1994 tarihinde Yeltsin, Çecenistan üzerine 30 bin kişilik bir kuvvet sevk etmiştir. Bu kuvvetler, İnguşya ve Dağıstan’dan geçerken taciz edilmiştir.

13 Aralıkta ateşkes için 48 saatlik süre verilmiş, bu süre, 15 Aralıkta 48 saat daha uzatılmış, ancak; Vladivostok’ta yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamıştır. Karada direnişle karşılaşan Ruslar, Grozni’yi havadan bombalamaya başlamışlardır; bombardımanda siviller de hedef olmuştur.

Rus halkının büyük bir kısmı, Çeçenistan’a müdahaleye karşıdır. Nitekim, 11 Aralık Pazar günü Moskova’da 5 bin kişinin katıldığı bir gösteri yapılmıştır. Parlamentoda ise reformistler, Çeçenistan’a müdahaleden dolayı Yeltsin’e karşı cephe almışlar ve bir parlamento kararı da aldırmışlardır.

Çeçenlerin şiddetli direnişleri karşısında, hiçbir komutan, cepheye gitmek ve sorumluluk almak istemediğinden, harekâtı, Savunma Bakanı üstlenmek zorunda kalmıştır. Halihazırda, savaş uçakları desteğindeki Rus kuvvetleri Grözni’ye girmiştir; ancak, mahalle aralarına girmeye cesaret edememektedirler.

Karargâhı, Rus birliklerine karşı şiddetle direnen Dudayev, bağımsızlık mücadelesini de yürütmektedir. Rus saldırıları, özellikle hava bombardımanları, pek çok sivil halkın can kaybına da sebep olmakta, âdeta bir kıyıma dönüşmüş bulunmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Şemsek, toparlayabilir miyiz efendim…

MUHARREM ŞEMSEK (Devamla)-Hay hay Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dış politikasında artık bir ilim haline gelmiş olan siyaset planlaması konusundaki eksiğini, hiç değilse, bu Çecenistan olayındaki eksiğiyle görmüş olmalıdır. Türkiye, dış politikada, elli yıl, yüz yıl sonra meydana gelebilecek muhtemel olaylara göre hazırlanmış alternatif dış politikalara sahip olmadığı için, dünyada meydana gelen olayların gerisinde kalmakta, hazırlıksız yakalanmakta, yer yer de yanlışlık yapmaktadır. Dış politika konularında, Türkiye, siyaset planlaması konusundaki eksiğinin sancılarını yaşamaktadır. Bunun için, dış politikadaki bu eksiğin, hiç değilse, bu olaydan sonra giderilmesini diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, Çeçenistan’la ilgili politikalarını yeniden gözden geçirerek, daha aktif ve tutarlı davranmaya mecburdur; bunun için, Türkiye’de, bu meseleye partilerüstü bir anlayışla yaklaşmalıyız.

Rusya Federasyonunun Çeçenistan’da başlattığı işgal harekâtı, maalesef, Türkiye tarafından, Rusya’nın bir iç işi olarak nitelendirilmiştir. Bu, fevkalade yanlış bir tespittir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya ile ilgili konularda özel bir konuma sahiptir. Bu özel durum, bölgenin, Türkiye bakımından, kendi güvenliği açısından arz ettiği önemin yanı sıra, tarihî, millî, dinî ilgi sahasına girmesinden kaynaklanmaktadır; bu sebeple, Türkiye’nin, Çeçenistan’ın uğradığı bu haksız işgali, Rusya’nın bir iç meselesi gibi telakki etmesi isabetsiz olmuştur.

Federasyon anlaşmasına katılmamış bulunan Çeçenistan’ın hukukî durumunu federasyon kapsamında değerlendirmek de yanlıştır. Dünyada, çeşitli devletlerin “ön bahçem, arka bahçem” diyerek, etki ve yetki alanları icat ettiği bir sırada, Türkiye’nin, tarih ve kültür bahçesi olan Çeçenistan’ı, Rusya’nın bir iç işi olarak görmesi doğru değildir.

Öte yandan, Helsinki İnsan Hakları İzleme Komitesi, temel insan haklan bakımından, bu müdahalenin, Rusya’nın bir iç işi sayılamayacağını vurgulamakta; gerçekten, Bosna’da ve Azerbaycan’dan sonra Çeçenistan’da da bir insanlık trajedisi yaşandığını belirtmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, bu haksız işgal ve saldırı olayını sürekli izleyip, uluslararası platformlarda gerekli girişimlerde bulunarak, sonuç elde edilmesine gayret göstermelidir. Gıda, ilaç ve sair ihtiyaç maddelerinin karşılanması konusunda, derhal gerekli teşebbüslerde bulunmak zorunda olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

Çeçenistan’daki işgalle ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, mümkün olursa hemen bugün, bir Meclis kararı alınarak, ilgili kuruluşlara ve bütün dünya kamuoyuna bildirilmelidir.

Türkiye, Kafkaslardaki kardeş devletlerin bir araya gelerek bir Kafkas federasyonu meydana getirmesi yönünde de yardımcı ve uyarıcı olmalıdır.

Çeçenistan’da meydana gelen işgal olayı, bölge barışını bozan, uluslararası ilkelere aykın, kabul edilemez ve Türkiye’nin güvenliğine zararlı bir durumdur; Türkiye’de yaşayan milyonlarca vatandaşımız bakımından da, Türkiye’yi yakından alakadar etmektedir.

Türkiye, Çeçenistan’ın Birleşmiş Milletlere üyeliğinin kabulü yönünde gayret göstermek dahil, en üst seviyede siyasî girişimlerle, bu insanlık suçunu durdurmaya gayret etmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan’da bağımsızlık mücadelesini yürüten değerli Çeçenlere basanlar diliyor, şehitlere Allah’tan rahmet, kalanlara ve yakınlara da başsağlığı diliyor; bu genel görüşme önergesinin kabulü yönünde oy kullanmanızı bekliyor, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şemsek.

Sayın milletvekilleri, genel görüşme açılması talebiyle ilgili önerge üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylannıza sunacağım: Genel görüşme açılmasını kabul edenler… Etmeyenler… Genel görüşme açılması oybirliğiyle kabul edilmiştir. (Alkışlar)

Genel Kurulun 22.12.1994 tarihli 60 inci Birleşiminde alınan karar gereğince, genel görüşme, Genel Kurulun 3.1.1995 Salı günkü birleşiminde yapılacaktır.

TBMM Tutanak Dergisi- 27.12.1994 – Birleşim:62 – Cilt:77 – Sayfa: 23-57

©Waynakh Online

YASAL UYARI
Sitede yer alan materyallerin tüm hakları Waynakh Online’a aittir. Bu materyaller (haberden/makaleden/tercüme eserden sadece alıntı yapılsa dahi) ancak kaynak gösterilerek ve aktif link verilerek kullanılabilir.



Bir yanıt bırakın!

Aşağıya bir yorum ekleyin veya kendi sitenizden trackback yapın. İsterseniz RSS ile de yorumları takip edebilirsiniz.

Yorum yazmadan önce lütfen kuralları okuyunuz...

500 karakter kaldı.

Yorum yaparken kullanabileceğiniz etiketler:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu sitede Gravatar kullanabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve üyelik için Gravatar sitesini ziyaret ediniz.