Hamzat’a Dair Bir Şarkı
Hamzat hakkındaki bu güzel şarkıyı çok eskiden işitmiştim. Daha genç yaşta iken talihin sevkiyle atıldığım Çeçenya dağlarında bu şarkıyı bana Ali Bey söylemişti.
Mağrur başlarında kar gibi beyaz kalpaklar taşıyan Kafkas yiğitlerinin istirahattaki vaziyetlerini andıran dağlar, meşhur süvari hakkında bu şarkıyı düşünceli bir tavırla dinliyorlardı:
Bakınız: mavi gökte beyaz bir laçin tırnaklarıyla şikarına (avına) saldırmış avlıyor ve olduğu yerde gagalıyor.
Bakınız: çevik sıçrayışlarıyla harekete geçen pars, kuvvetli tırnaklarıyla kızıl hayvanı boğazlayarak parçalıyor.
Hayır!.. Bu ne bir beyaz laçin ve ne de parstır. Bu, Terek’in dalgalarına atılan cesur süvari Hamzat’tır. Evet, arkadaşlarıyla beraber Terek’in sol sahiline geçmeye can atan Hamzat…
O, ley kuşundan daha hızlı, parstan daha amansız bir surette Mozdok Stepi’ne koşuyor.
Kazak atlarının otladığı yer orasıdır…
Yıldırım hızıyla gelen Hamzat, beyaz atları step üzerinde kovalıyor.
Terek’e doğru kovalıyor. Terek’i geçiyor ve ertesi günü tekrar geri dönüyor.
Yol tehlikelidir… Süvariler yorulmuşlar…
Dinleniyorlar. Şikarlarını ormanda saklamışlardır.
Hamzat yüksek bir tepeye çıkıyor ve seyrediyor.
Düşmandan bir eser var mı? Yolu duman kaplamış mıdır?..
Rus askeri onu takibe koyulmuş mudur? Hamzat bakıyor ve görüyor ki:
Terek sahilinde siyah bir leke görünüyor, gittikçe büyüyen ve genişleyen bir leke.
Hamzat tepeden inerek arkadaşlarına diyor ki: rüzgarın kovaladığı kara bulut gökte nasıl uçarsa, düşmanlarımız da arkamızca öyle uçuyorlar.
Korkmayınız, bugün aç parslar gibi dövüşeceğiz. Bir anlık sükuttan sonra ilave ediyor:
-Siper yapmak lazım…
Atları keselim, kendimize yüksek bir siper yapalım. Ancak bu siperledir ki kendimizi koruyabiliriz.
Hamzat arkadaşlarıyla beraber kanlı siper arkasına geçiyor.
Düşmanı gözlemesi için birisine emir veriyor.
Nöbetçi bekliyor… Bakıyor… Bir süvarinin koştuğunu görüypr. Tanıyor…
Kaçan Kinyaz (Prens) Kagerman’dır.
Koşan süvari soruyor:
“Hey, dost! Söyle bakalım, siz kimlersiniz, hangi kinyazın adamlarısınız?”
Cesur Hamzat siper arkasından fırlayarak süvariye yaklaşıyor ve soruyor:
-Bizden ne istiyorsunuz?
Kagerman cevap veriyor:
-Kimin ve hangi kinyazın adamları olduğunuzu bilmek istiyorum.
Hamzat gülüyor:
-Biz hiç bir kinyaz tanımak istemiyoruz. Biz dağlardan gelen süvarileriz. Buraya şikar için indik.
Kagerman soruyor:
-Sen Hamzat değil misin?
-Evet, Hamzat’ım!..
-Ha, şimdi beni dinle Hamzat! Sen buraya boşuna geldin. Rus askerleri seni takip ediyorlar. Her tarafın çevrilmiştir. Sana ve arkadaşlarına artık kurtuluş yoktur.
Beni Rus kumandanı gönderdi. Teslim olacağınız ve dövüşmeyeceğiniz takdirde sizi affedecektir.
Hırsından kükreyen Hamzat, Kinyaz Kagerman’a haykırıyor:
-Ben buraya fakirlik yüzünden gelmedim. Ben buraya ancak düşmanla yapılacak dövüşte şerefle ölmek için geldim. Sen benim teslim olmamı ve sonra da Geh ahalisi nazarında gülünç bir mevkide kalmamı mı istiyorsun? Hayır, sen bunu göremezsin. Hamzat yaralı bir pars gibi dövüşecektir. Evet, ölüm arkadaşlarım aç canavarlar gibi ormana çıkmaya ve hırslanmış atlar gibi geniş bozkırlarda dolaşmaya can atıyorlar. Kagerman, ben senden korkmuyorum, senin ve askerlerinin, nazarımda hiçbir kıymeti yoktur. Geldiğin yere git!
Hırsı yatışmayan Hamzat devam ediyor:
-Doğrudur, biz altın, şikar arkasınca koşuyorduk. Ama bugünden sonra kara barut bizim için en kıymetli bir altın olacaktır. Altın, bundan sonra bizim için altın olmaktan çıkmıştır. Emniyet ettiğimiz en iyi arkadaş olan tüfeğimiz, nazarımızda dünyanın en kıymetli hazinelerinden daha pahalıdır…
Hamzat sözünü bitirdikten sonra arkadaşlarının yanına gitti.
Kagerman da geldiği yere dönerek Rus kumandanına Hamzat’ın teslim olmak istemediğini bildirdi.
Az sonra kesif duman tabakaları göğe doğru yükseliyordu. Dövüş başlamıştı.
Hamzat:
-Ne sıcak bir gündür? Ancak kılıçlarımızın gölgesine güvenebiliriz, dedi ve ilave etti:
-Ne kesif bir duman var, etraf ne karanlıktır. Göreceğimiz ışık ancak silahlardan çıkacak ışık olacaktır. Ve arkadaşlarına döndü:
-Orada yüksek mavi semada cennet hurileri bize bakıyor. Her biri kendine daha iyi bir er seçmek istiyor. Bizim için bahse giriyorlar.
Hamzat bütün bunları arkadaşlarına ruh yüksekliği vermek için söylemişti, kendisi ise düşünüyordu: kurtuluş ümidi kalmadı.
Ölüm saati artık yaklaşmış bulunuyor. Hamzat, gökte uçan kuşları gördü. Kuşlar anayurdun geçitlerine doğru uçuyorlardı. Hamzat elini kaldırarak, kuşlara, hava yolcularına dedi ki:
-Hey, kuşlar! Hey, hava yolcuları! Son nefesimizi anayurdumuza, milletimize götürünüz. Kara gözlü dilber güzellere, bembeyaz kızlara selam söyleyiniz ve deyiniz ki, bizi düşman kurşunu öldürdü; deyiniz ki biz bir yiğitin şerefiyle öldük. Mezarlarımız üzerinde hemşirelerimizin ağlamayacağını, milletimizin teessüf etmeyeceğini biliyoruz. Hemşirelerimizin ağlaması yerine mezarlarımız başında kurtların seslerini işitecek, akraba-dost yığını yerine baş ucumuzda kara kurbağaların toplandığını göreceğiz. Ve onları söyleyiniz ki:
-Biz ellerimizde kılıç olarak, Kafkas dağlarında bir Rus kurşunuyla ölü düşmüş, yatıyoruz.
İşte haşin, amansız Çeçenlerin kadim şarkısı böyle söylüyor.
Ve bunu, halk aşıklarının etrafına toplanan genç nesil dinliyor ve kim bilir o anda genç kalplerde ne duygular canlanıyor. Sağlam göğüslerde nasıl bir ateş yanıyor ve telaşlı ruhlar neler yapmaya can atıyor.
Ve halkı onun ağır düşüncelerini, coşkun ruhunu ve elemlerini anlamak isteği gösteren adamlar şimdi neredeler?
Ahmet Tsalıkkatı
Birleşik Kafkasya Dergisi- Sayı:2 (Kasım-Aralık-Ocak 1964)
©Waynakh Online
YASAL UYARI
Sitede yer alan materyallerin tüm hakları Waynakh Online’a aittir. Bu materyaller (haberden/makaleden/tercüme eserden sadece alıntı yapılsa dahi) ancak kaynak gösterilerek ve aktif link verilerek kullanılabilir.
Bir yanıt bırakın!