Terk Edilmiş Şehir: Grozny
Grozny, akşam lambalarının parlaklığıyla beni yine şaşırtmayı başardı. Yıllarca süren bombardıman ve yıkımla birlikte içine gömüldüğü karanlıktan sonra, ışıkların yeniden yanması mümkün değilmiş gibiydi. Havalimanından şehre giden cadde, yol boyunca dizili lambalarla alev alev parlıyor. Sanki uçağımız büyük bir kutlama alanına iniş yapıyor izlenimi veriyor insana.
Havalimanı binasından ayrılırken, yeni, büyük ve güzel bir caminin farkına varıyorum. Beni karşılayanlar, “Şimdi burada bir sürü cami var” diyor.
Havalimanı ile şehir arası oldukça kısa ve kent merkezine çabucak ulaşıyoruz. Burada, “Basın Evi”, “Halkların Kardeşliği Meydanı”, “Gazeteciler Sokağı” isimleri göze çarpıyor… Her yer aydınlık, ancak havanın henüz kararmış olmasına ve saatin çok geç olmamasına rağmen caddelerde neredeyse hiç insan yok…
Ertesi gün, yaklaşık iki yıl kadar önce ismi “Putin Bulvarı” olarak değiştirilen eski “Zafer Meydanı”nda kimseyi görememiş olmam beni şaşırtıyor. Bahsettiğim cadde, sadece Grozny’nin ana caddesi değil, burası Moskova’daki Tverskaya Caddesi ile kıyaslanabilir özellikte olan bir ana yol. Ama son derece garip, bir Pazar gününün ortası olmasına rağmen hiç kimsecikler yok. Hatta bana öyle geliyor ki, Grozny’e yaptığım ilk seyahat sırasında, bombaların yerle bir ettiği binaların kalıp kalıntıları arasında bile bugünden daha fazla insan vardı. Doğru, o zaman neredeyse hiç araba yoktu, şimdi ise bir sürü araba var. Belki de Çeçenya öylesine gelişti ki herkesin özel arabası var ve insanlar yürümek yerine arabalarıyla ulaşımı tercih ediyorlar.
Ancak terk edilmiş bu şehrin resmi esprilerden nasibini almıyor. Yeni çok katlı evlerde herhangi bir yaşam belirtisi yok, daha çok ürkütücü bir izlenim bırakıyorlar; camlarında ne çiçekler ne de perdeler yok. Bu apartmanlarda kimsenin yaşamadığı aşikar.
Kiliseye vardığımda yeni yaldızlı kubbesini fark ediyorum. Kilisede süslenmiş bir Noel ağacı var. Tapınağın tamamen yıkıldığı ve inananların yıkıntıların yakınındaki küçük bir mülkte toplandıkları zamanlardan tanıdığım bir Rus kadın ile buluşuyorum. O dönemlerde dini tatil günlerinde dahi bir papaz gelmemesine rağmen, süslenmiş Noel ağacı hep aynı şekilde dururdu.
Tanıdık kadın, kentte gerçekleştirilen son nüfus sayımının nasıl yapıldığını anlatıyor. Sonuçların abartılması çok gereksinim duyulmuş. Hatta ondan bile daha çok insanı toplaması istenilmiş.
“Ama onları nereden alacaktım? Çok az insan geri döndü, pek çoğu uzaklara gitti. Burada çok fazla problem var, insanlar burada korunmasız. Bizim evimizden üç aile ayrıldı kısa bir süre önce. Ben de artık Rostov’daki akrabalarımın yanına gitmek üzere burayı terk etmeyi düşünüyorum” diyor.
Şaşırıyorum. O, her iki savaşta da buradaydı, bombalardan bile kaçmadı; ama şimdi akşamları tüm şehrin ışıkları yanıyorken ve tapınaklarının kubbesi altın yaldızla kaplanmışken aniden gitmeye karar veriyordu.
Kadirov Bulvarı’na (eski Lenin Bulvarı) gidiyorum, Sunzha’nın kıyısında inşa edilmekte olan ve yeni tipte pencereleriyle parıldayan devasa gökdeleni şaşkın şaşkın izliyorum. Yeni Grozny’nin gurur kaynağı, şehir merkezi olarak inşa ediliyor. İnsanlar gökdelenin yapılmaya devam edildiğini ve bittiğinde 45 katlı olacağını söylüyorlar. Dev şantiye alanını geçerek, Sunzha nehrinin kıyısına ulaşıyorum. Ve sanki içimde bir şeyler alt üst oluyor, nehri tanıyamıyorum. Orada bir sürü söğüt ağacı vardı, nehrin tüm kıyısı ağaçlarla doluydu. Şimdi burada tek bir ağaç yok, tüm ağaçlar gökdelen inşaatının başlamasıyla nehrin o yakasından itibaren köklerinden kesilmiş. Cadde boyunca bir çitin ardından gördüğüm inşaat alanında kesilmiş ağaçların çoğunun da oraya yığılmış olduğunu görüyorum.
Kendimi, köprüsüyle birlikte yerle bir edilen şehirde dahi Sunzha’nın böylesine meymenetsiz görünmediğini düşünürken yakalıyorum. Ya da belki de nehri granitlerle kuşatıp bir set çekmek istiyorlardır diyorum. Hızla akan Sunzha nehrini granitlerin içerisinde hayal ediyorum…
Ve işte orada Merkez Camii, büyük ve güzel. Ama… Bu gökdelenin gölgesinde kayboluyor ve soluyor! Çeçen yetkililer bu camiyle öylesine çok gurur duyuyordu ki. Ancak mimari uyumsuzluk ile bu güzelliğin zail olduğunu göremiyorlar mı?
Ama burada ne mimari denetim ne de ekolojistler yok. Gerçi, burada bir kişinin çıkıp, eğer bu gökdelenlerin Grozny’de inşa edilmesi gerekiyorsa, bunlara başka bir yer bulunabileceğini çekinerek dahi söylemeye cesaret edebileceği şüphelidir.
Esasında bu durum burada yaşayan insanlar için bir önem arz etmiyor. Onların çok sayıda başkaca önemli problemleri var.
Grozny’de doğal bir kar yağışı olmadı ama Merkez Camii önündeki alana dağlardan kar taşındı. Gerçek ya da yapay, pozitiflerde seyreden sıcaklıktaki dahi bu karlar erimedi. Orada büyük bir de yapay Noel ağacı var, buldozerler bir yandan kar yığınlarını temizlerken bir yandan da ağacı söküyorlar. Karların üzerinde yürüdüm. Tıpkı gerçek gibiler. Peki böylesine büyük bir alanı kaplayacak karların oldukça uzaklardan getirilmesi için ne kadar harcanıldı? Bu cumhuriyet bu kadar zengin mi?
Neredeyse kimsenin oturmadığı beş katlı yeni bir binanın bir cephesi bu meydanı görüyor. Binanın en üst katındaki penceresinden sallandırılan “Ramzan, Grozny için Teşekkürler!” sloganlı bir pankart bariz bir şekilde görülüyor. Cadde üzerinde iki büyük portre var: Kadirov ve Medvedev. Brezhnev zamanından bu yana böylesi bir stili hazırlamıyorum. Ama burada bir kült kişilik en parlak dönemini yaşıyor. Her nasılsa, Ramzan’ın portrelerinin caddelerden kaldırılması için emir verdiğine ilişkin dedikodular var. Ama görünüşe göre, yöneticileri “şef”in böylesine bir emrini göz ardı etmekten korkmuyor; istisnasız tüm meydanlarda ve kavşaklarda Kadirov’un portresi ya Medvedev’in ya da Putin’in boydan portreleriyle birlikte görülüyor.
Şehrin içi cansız ve boş. Ama eski pazar yakınlarındaki otobüs durağının önünde bazı insanlar var. Burası bir zamanlar Grozny’nin en işlek yeriydi. 1999 yılında yüzlerce sivilin canını alan füzenin patladığı yer burası. Artık burada bir pazar yok, sadece bir otobüs durağı var.
Sıradan otobüslerden birisine binerek Minutka (Grozny’de bir meydan) istikametine doğru yollanıyorum, otobüsün camından görülen manzara da benzer: yeni evler ama çok az insan.
Bölgede özel evler de yeniden inşa ediliyor. Beş yıl öncesinde tamamen yerle bir edilmiş evlerin bulunduğu bu bölgede, şimdi nadiren yıkık bir ev görüyorsunuz. Bir eve girdiğinizde, evin her yerinde tadilat izlerini görüyorsunuz. İnsanlara yeniden inşanın tüm masraflarının hükümet bütçesi tarafından karşılanacağına söz verilmiş olmasına rağmen, bölge sakinleri her şeyi kendilerinin yaptıklarını ve tüm paraları da kendi ceplerinden ödediklerinden şikayetçi.
Bir kadın işsizlikten ve ücretlerin yetersizliğinden şikayet ediyor. Tazminatların ödenmemesinden ve sağlık hizmetlerinden kötülüklerden yakınıyorlar. Bir diğer gerçek, kayıpların bulunamaması. Bir diğer gerçek ise gençlerin halen kaçırılıyor ve vahşi işkencelere maruz kalıyor olmaları.
Kadınlardan birisi, kısa bir süre önce kaçırılan yeğeni hakkında konuşuyor. Yeğeni üç gün sonra serbest bırakılmış ama öylesine çok dayak yemiş ki güçlükle hayatta kalabilmiş. Kadına işkence karşıtı komiteye başvurmasını tavsiye ediyorum. Komiteyi bildiğini ama yeğeninin ebeveynlerinin böylesi bir yola başvurmak istemediklerini söylüyor. Korkuyorlar! Ve genel olarak burada insanlar yasal yollara olan güvenlerini yitirmiş durumdalar, tüm umutları yasadışı yollarda: fidye, rençperlik, yapılar içerisinde tanıdık bağlantılar arama. Yetkililerin derin korkusu sezilebiliyor.
Tüm bu bilgilerin aksine, sıklıkla duyduğum ama ailelerin pek ciddiye almadığı bir diğer şikayet ise, kız öğrencilerin okullarda baş örtüsü takmaya zorlanmaları. Şimdilerde bu bile yeterli görülmüyor olacak ki kızlar baş örtüleriyle kendilerini sarmaya mecbur bırakılıyor. Ve bu durumdan şikayet eden kadınlar, kendi rızalarıyla tüm yaşamları boyunca baş örtüsü takmış ve çıkarmayı da düşünmeyen kişiler, ama onların anlayamadıkları birinci sınıfa giden kızların başlarını derslerde kapattırmanın amacı.
Ben de bir kıza soruyorum:
-Okulda başını örtmekten hoşlanıyor musun?
-(Burnunu buruşturarak) Hayır hoşlanmıyorum.
-Peki en sevdiğin ders hangisi?
-Rus dili…
Dokunaklı bir cevap. Ve hepsi bu, gerçi en azından çocuklar eğitim alıyorlar…
Ama akşamüzeri Staropromyslovsky bölgesindeki bir pansiyonun önünden geçerken karşılaştığım üzücü bir olay, Çeçen çocukların bu haklarının da kesin olup olmadığı konusunda bende şüpheler uyandırıyor. Daha önce, insanların pe-ve-ers (PVR) olarak adlandırılan eski geçici barınma yerlerinden nedense şimdi tahliye edilmeye başlandığını duymuştum. Ama burada kendi gözlerimle buna şahitlik ettim: sokakta bir şeylerle üzeri kaplanmış bir yığıntı var, bu şeylerin sahibinin eşyalarını taşıyacağı hiçbir yeri yok, o da pansiyonun salonunda kendisini ısıtmaya çalışıyor.
Ve gerçekten, burasını kendi evleri olarak gören aileler, zaman içerisinde zorla edindikleri bu ev eşyalarıyla çocuklarını alıp kışın ortasında nereye gidecek? Biliyorsunuz, uzun bir süre önce o aileler buraya yerleştirilmiş ve burada unutulmuştu, ne ikamet edecekleri bir ev ne de yıkılan evleri için bir tazminat alamadılar. İşte bu nedenler burada yoksulluk ve çaresizlik içerisinde yaşıyorlardı.
Ben de yönetim ofisine giderek kış vakti insanların neden kapı dışarı edildiklerini sordum.
Pansiyonun danışmanı olan Malika adlı bayan sert ve kararlı bir ses tonuyla:
-Bu şefin emri!
Şaşırıyorum: Grozny’deki pansiyonların başkanı mı, bölge başkanı mı yok belediye başkanı mı acaba…
-Hangi şef?
Malika dikkatle manidar bir bakış atıyor.
-Burada bizim tek bir şefimiz var!
-Ama tüm yasalara karşı gelerek ailelerin kış vakti sokağa atmanız için sizi kim zorlayabilir?
Malika daha anlamlı bir şekilde bana bakarak soruyor:
-Gerçekten şefin kim olduğunu bilmiyor musun?
Hani bir ses tonu olur ya tüm bedeninizde bir ürperme hissedersiniz.
Ve ben burada soruma cevap olarak bu ses tonundaki soruyu aldım.
Elbette Malika’nın elinde yazılı bir emir yok. Tüm işlemleri tamamen sözlü emirlere ve silahlı adamlardan korkuya dayalı. Geldiler ve tahliye etmesini istediler. O da insanları tahliye ediyor.
Tahliye edilecek ailelerin listesi masanın üzerinde duruyor, iki uzun sayfa.
Hepsi tahliye edilmeyecek diye açıklıyor Malika, sadece içlerinden kırsalda kayıtlı olanlar tahliye edilecek. Ama onlar en muhtaç durumda olanlar!
Bu pansiyon, İnguşetya’dan zorla geri döndürülen mültecilerin konaklaması için aceleyle yerle bir olmuş kentte inşa edilen geçici konaklama yerlerinden birisi. İnguşetya’da kamplarda, kapalı fabrikaların soğuk atölyelerinde ve terk edilmiş çiftliklerde yaşıyorlardı. Çeçenya’ya geri dönmeleri için nasıl da propaganda yapılıyordu: geçici süre kalacakları pansiyonlar hazırdı ve kısa bir süre içerisinde de yıkılan evleri için tazminatları ödenecekti, sadece dönmeleri gerekiyordu! Daha sonra kamplar kapatıldı. Ve öncelikle savaş sırasında evlerini kaybeden ailelerden en yoksul olanları PVR’lara yerleştirildi. Herhangi bir kayıt yapılmadı. Bu insanların kayıtları bombalarla yıkılan evlerinin olduğu yerlerdeydi. Ve pansiyonlardaki yaşam koşulları istenilenden çok düşük düzeydeydi; gerçekten sadece geçici barınmaya uygun olan iki küçük oda tüm bir aile içindi. Ama insanlar burada yaşadılar, çünkü yaşayacak başka hiçbir yerleri yoktu, yıkılan evleri için tazminatlarını alamamışlardı ve kendileri için yeni küçük bir ev inşa edecek kadar paraları da yoktu.
Tevzeni Köyü’nden olan Aset’in geniş bir ailesi var, acımasız bombardımanlar nedeniyle evini ve köyünü terk etti. Çocuklarıyla birlikte kaldığı İnguşetya’daki “Satsita” adlı kamptan 2004 yılında tahliye edildi ve ailesine Çeçenya’daki pansiyonlardan birisinde bir oda verildi. O zamandan beri ailesi buraya sıkışmış durumda. Ve dün, tamamen beklenmedik bir şekilde, gelen silahlı adamlar (iki polis ve iki asker) herhangi bir uyarıda bulunmaksızın bir sonraki günü öğlen saatine kadar kaldıkları odayı boşaltmalarını emretti. Aldıkları tehditler nedeniyle, pansiyonu gönüllü olarak terk ettiklerine dair bir de dilekçe yazdılar. “Şimdi çocuklarımla nereye gideceğim ben. Bari izin verselerdi de bahara kadar okullarına devam edebilseydiler” diyor Aset.
Çeçen-Aul Köyü’nden Berlant isimli kadın savaşın başlarında kocası ve çocuklarıyla birlikte kaçarak “Sputnik” kampındaki çadırda yaşamaya başlamış. Kampları kapatıldığında, ailesi İnguşetya’daki diğer mültecilerle birlikte sağda solda sürünmüş ve nihayet 2008 yılında bu pansiyonda bir oda bulabilmişler. Çocukları savaş sırasında büyümüş; en küçük kızı şimdi 10 yaşında, büyük oğlu tıpkı Birlant gibi üçüncü dereceden özürlü. 17 Ocak günü silahlı adamlar onları da ziyaret etmiş, bir sonraki günün öğle vaktine kadar kaldıkları odayı boşaltmalarını talep etmişler ve gönüllü ayrıldıklarına dair bir kağıdı da imzalamaya zorlanmışlar. Hüzünlenen Birlant, “Şimdi nereye gideceğiz?” diyor.
Ve orada onlar gibi bir sürü aile var.
Yakhita’nın tahliye edilmek konusundaki ilk deneyimi değil bu. 2003 yılında kucağındaki bebeğiyle “Bart” kampından, 2007 yılında da Gozny’deki PVR Koltsovo’dan tahliye edilmiş daha önce. O zaman en azından bu pansiyonda kalmasına için bir oda verilmiş. Şimdi gidecek hiçbir yeri olmayan bu anne, 7 yaşındaki kızıyla birlikte tahliye ediliyor. Uygulama aynı: ertesi gün öğlen vaktine kadar ortadan kaybolun.
Bu insanlara bir şekilde yardım etme ümidim olmadan moralim bozuk bir halde pansiyondan ayrılıyorum. Aniden yerlere inceden inceye kar tanelerinin düştüğünü fark ediyorum, bu kış Grozny’e yağan ilk kar bu. Uzun zamandır beklenen kar bu. Ama onlarca insan bu kar yağışının altında nasıl tahliye edilecek?
Ertesi gün, 18 Ocak, kar yağmaya devam ediyor, dünkü hüzünlü manzara bembeyaz kış karıyla değişmeye başlıyor. Havalimanına gitme vakti geldiği için, bir otobüs durağına gidiyorum. Yolum pansiyonun önünden geçiyor. Kapıları açık bir Gazel araç görüyorum, eşyalar yükleniyor içerisine: bebek arabası, bebek beşiği…
Ve akşam vakti şehrin parlak ışıkları bir kez daha yanacak. Ve televizyon ekranlarından uzun süre acı çeken bu topraklarda inşaatların ilerlediği, mutluluk ve refahın arttığına ilişkin sözler yeniden duyulacak…
Elena Sannikova
07.02.2011 – Ezhednevny Journal
eskiden onur herşeyden önde gelirdi. mücahidler bu halkın onuruydu. onlara yardım etmek onları ağırlamak şerefti. şimdilerde mücahidler hor görülmekte ve sanki ramzan efendilerinin emriyle içkeryayı güzel bir ülkeye çevirecek ama mücahidler savaş istiyor gibi bi hava verilmekte. ramzan içkeryayı güzel bir yer yaptı binalar dikti savaşı durdurdu diyenlere sormak lazım. utanmanıza ne oldu ? tecavüzcüsüne aşık olan köpekler sürüsüsünüz hepiniz.
Bir yanıt bırakın!