AB Sığınmacıların Koşullarını İyileştirmekte İsteksiz
Mevcut sistemin başarısızlığının canlı tanıkları olmalarına rağmen, Avrupa Birliği üyesi ülkeler sığınmacıların birlik içerisindeki koşullarını iyileştirmeye yönelik önerilere karşı çıkıyor.
Movladi Abdullaev, 2008 yılında Çeçenya’dan ayrıldığında, Rus yetkililerin Müslüman Kuzey Kafkasya’da sürdürdüğü savaş nedeniyle Avusturya’da siyasi sığınma hakkı alan kardeşine katılmak istedi.
26 Mayıs Perşembe günü Avrupa Birliği’ndeki sığınmacılara destek veren ve “Dublin Uluslar Aşırı Projesi”nin parçası olan bazı sivil toplum örgütleri tarafından Brüksel’de organize edilen bir konferansa konuşan Movladi, “İslami bir enstitüyü ziyaret ettiğim için Rus gizli servisi tarafından takip ediliyordum. Polonya üzerinden Avusturya’ya gitmek istedim ama o zaman tüm bu Dublin sistemi hakkında herhangi bir bilgim yoktu” dedi.
2003 yılından bu yana birden fazla üye ülkede sığınma başvurusunda bulunmayı engelleyen ve Dublin Tüzüğü olarak adlandırılan sistem Movladi’nin başına gelen olaydı ki bu nedenle birkaç kez tutuklandı ve Avrupa Birliği’ne ilk giriş yaptığı Polonya’ya geri gönderilmesi gerekiyordu.
Eğitimli bir hukukçu olan Movladi bozuk Almancası ile, “Polonya’ya geri dönmek istemedim, can güvenliğimden endişe ediyordum. Saçma olan şuydu ki Avusturyalılar kardeşime siyasi sığınma hakkı vermişlerdi ama şimdi benim sığınma başvuru yapmama dahi müsaade etmiyorlardı” dedi.
Movladi ilk olarak Mayıs 2008’de sığınma başvurusunda bulundu, başvurusu iki ay sonra reddedildi ve Polonya’ya sınır dışı edilmesine karar verildi. Beş ay kadar saklandıktan sonra bir kez daha başvuruda bulundu, aynı kararı ve Polonya’ya geri gönderilmesi cevabını aldı. Bu kez 12 hafta boyunca hapishanede tutuldu ve ancak daha sonra bir sığınma görüşmesi yapabildi. Ama 2009 yılında yeniden Polonya’ya transfer edildi, o da bu kararı görmezden gelerek İsveç’e kaçtı.
İskandinav ülkesi Movladi’nin sicilini kontrol ettikten sonra, hem Avusturya hem de Polonya’ya başvurarak hangi ülkenin bu olayda sorumlu olduğunu bulmaya çalıştı. Mayıs 2010’da Avusturya konunun kendi sorumluluklarında olduğunu kabul etti ve böylelikle Avusturya’ya gönderildi ama bu kez de yasadışı ikametten tutuklandı.
Movladi, “Beni Rusya’ya iade etmek istediler. Telefonla bir görüşme yapmama dahi müsaade etmediler. Ama haklarımı biliyordum ve avukatımla görüşmek istediğim yönünde ısrar ettim. Avukatım yeniden sığınma başvurusunda bulunmam gerektiğini anlattı, ben de yeniden başvurdum. Bir hafta sonra beni serbest bıraktılar ve Haziran 2010’a görüşme için randevu verdiler” dedi.
Üç ay sonra, Movladi bugün halen ikamet ettiği Avusturya’da siyasi sığınma hakkı elde etti ve benzeri problemleri olan diğer mültecilere yardım eden “Asyl in Not” isimli bir sivil toplum organizasyonu için yasal danışman ve tercüman olarak çalışıyor.
Mevcut iltica sisteminde aynı sığınmacının üye devletlerden birisinde %80, bir diğerinde ise %1 oranında mülteci olarak kabul edilmesi gibi üye devletler arasındaki uygulanış farklarına ilişkin gerçek ortaya çıktığından beri AB kurumları Dublin Tüzüğü’nde bir reform arayışı içerisindeler.
2012 yılında AB’de ortak bir sığınma sistemi kurmaya yönelik görüşmeler birkaç üye devletin mekanizmanın geçici olarak askıya alınması olarak adlandırılan sisteme gönülsüz olması nedeniyle batağa saplanmış durumda. Mekanizma şu anda Yunanistan’da olduğu gibi istisnai durumlarda Dublin tipi iadelerin gerçekleştirilmesine müsaade etmeyecek. Ancak üye devletlerin büyük bir kısmı, böylesi bir mekanizmaya izin verilmesini “günahkar kimselerin ödüllendirilmesi” olarak görüyor.
Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Belçika’yı Yunanistan’ın güneyindeki berbat sığınma koşulları nedeniyle onur kırıcı muamelelere maruz kalmış Afganların Dublin Tüzüğü uygulanarak Yunanistan’a iade edilmesini eleştirdi. Bunun üzerine İngiltere, İsveç, Norveç, Almanya, Finlandiya ve Danimarka münferit olarak Yunanistan’a geri transferleri durdurma kararları aldı.
Ama Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu, sıra dışı baskı altındaki herhangi bir ülkeye yönelik uygulanmak üzere böylesi bir geçici askıya alma mekanizmasına sahip olmayı istiyor.
Dosyayla ilgilenen liberal İsveç milletvekili Cecilia Wikstroem, “Bu belki de şu an için Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun ele aldığı en karmaşık konu” diyor.
Bununla birlikte Wikstroem’e göre esasında çok daha büyük bir problem söz konusu: güven ve sorumluluk yapısı Avrupa Birliği’nin temelini oluşturuyor. Lizbon Anlaşması’ndan alıntı yapan İsveçli milletvekili, AB politikaları ve bunların uygulamalarının “mali sonuçlar dahil olmak üzere üye devletler arasında dayanışma ve sorumlulukların adilane paylaşımı hakim olmalıdır” diye ekliyor.
Bayan Wikstroem, “Tüzüklerin uygulanmaları ve gereklerinin yerine getirilmesi kesinlikle elzemdir, ancak üye devletlerden birisinin üzerindeki yük diğerlerine oranla fazla olduğunda o ülkeye yardım etmeliyiz” diyor.
Tunuslu göçmenler karşısında Fransız-İtalyan yetkilileri takip eden Danimarka hükümetinin sınırlarda gümrük memurlarının yeniden daimi olarak kontrole başlamayı düşünmesi üye ülkeler arasındaki güven kavramını yavaş yavaş yok ediyor diye ekliyor Wikstroem.
Wikstroem, “Kendi tarihimizi unutmamalıyız. Uzun bir zaman önce AB ülkeleri sığınmacıların köken ülkeleriydi. Tutumumuzu değiştirmeliyiz, sığınmacılar AB için bir yük değil kıymetli bir kazançtır. Bu cesur ve dirençli insanlar bizim toplumumuza katkıda bulunmak istiyorlar” diye sığınmacıları savunuyor.
*EUObserver.com adlı internet sitesinde 27 Mayıs 2011 tarihinde yayınlanan bu makale Waynakh Online tarafından tercüme edilmiştir.
Tweet
Bir yanıt bırakın!