Kafkasya’daki Katliam (1951)
Demirperde arkasında cereyan eden feci hadiselerin bir kısmını Rus Kaymakamı Tokaev’in ağzından naklediyoruz.
1909’da köylü bir aileden dünyaya gelen Tokaev, Rusya’da çok mühim mevkiler icra etmiştir. Evvela tayyare desinatörü olmuş sonra da bir enstitüde profesörlüğe kadar yükselmiştir. 16 sene Komünist Parti azalığında bulunmuş, 1932’den itibaren uçakla savaşlar yapmış, Kızıl Yıldız Nişanı’nı kazanmıştır. Harpten sonra Almanya’da politbüronun hususi reprezantanı olan bu kaymakam nihayet Rusya’yı gizlice terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. Kendisi şimdi Britanya’dadır. Sovyet Rusya’da işgal ettiği mühim mevkiler – Sovyet halkından gizli tutulan şeyleri – ona, gözleriyle görmek, kulaklarıyla işitmek fırsatını vermiştir. Aşağıdaki ifşaatı tarihi bir vesika mahiyetindedir.
***
Karl Marks şöyle diyordu: “Avrupalılar, Kafkas halkının kendi hürriyetleri için nasıl dövüştüklerini öğreniniz!“
Rus aleyhtarlığı hislerini hala muhafaza etmekte olan Kafkasyalılar bugün dahi hürriyetleri için mücadele ediyorlar. Kremlin bundan rahatsızlık duymakta, Rus basını ise bu mevzuda mutat propaganda kampanyasını açmış bulunmaktadır.
Kuzey Kafkasya’da sakin ahali 1930’dan beri Sovyet hükümetine karşı isyan halindedir. İsyanları evvela bastırıldı. Amma 1942’de daha iyi hamlelerle yeniden başladı. Halk şöyle bağırıyordu: “Hitler ve Stalin inin aşağıya! Defolun! Yaşasın Kuzey Kafkasya’nın birleşmiş demokratik milletleri!“
Bu insanlar kendi işlerinin – Sovyet hükümeti müdahalesi olmaksızın – kendileri tarafından serbestçe idare edilmesini istiyorlardı.
Lakin, Politbüro ile Milli Müdafaa Komitesi 1943 Şubatı’nda Moskova’da yaptığı bir toplantıda Çeçen-İnguşlara, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde verilmiş olan muhtar idaresinin ilgasını kararlaştırdı.
Kafkasyalılar için gösterilen bahaneler şunlardı:
1. Alman faşist zorbalarına karşı yüksek kumandanın emirlerine riayeti reddetmeleri;
2. Sovyet ordularına karşı gelmek için milli bir ordu vücuda getirip Alman faşist zorbalarıyla birleşmek teşebbüsünde bulunmaları;
3. Alman faşistleri tahrik ve kendi ajanlarını Kızıl Ordu’nun birliklerine saldırmaları;
4. Vatani vazifelerini ihmal ve memlekete ihanet evlemeleri.
Toplantının devamı müddetince Molotov, Veznesensky ve Andreev şu fikri muhafaza ettiler: “Muhtar bir idareyi haiz olan Çeçen-İnguş Cumhuriyeti halkının tamamı derhal tevkif olunmalı ve Sibirya’ya nefvedilmelidir“. O zaman Leningrad’da bulunan Jdanov’da şunu yazıyordu: “Çeçen ve İnguşlara verilecek merhametsizce bir ceza; Kızıl Ordu tarafından topraklarının tekrar işgaline muhalefet eden Estonya, Litvanya, Letonya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kırım ve Besarabya (Almanlar zamanında işgal edilen memleketler) ahalisi için güzel bir misal olacaktır.“
Ermeni ekalliyeti mümessili Mikovan, cebrin zaruri olduğu prensibini takdir ve tasvip etti. Ancak arkadaşlarına ihtiyatlı hareket edilmesi tavsiyesinde bulundu. O, durumu böyle tahlil ediyordu:
1. Bütün bir milletin imhasından Nazi propagandası faydalanacaktır;
2. Ekalliyette bulunan fakat henüz yeniden işgal edilmemiş olan diğer milletler vak’ayı öğrenince Kızıl Ordu’nun kendi topraklarına avdet etmemesi için mukavemet gösterecektir;
3. Çeçen ve İnguşların kendileri dahi silahlı mukavemette bulunacaklar ve müşkülat çıkaracaklardır.
Mikovan, Çeçen-İnguş Cumhuriyeti arazisine girecek MVD kuvvetlerinin şimdilik tahdit olunması fikrini de ileri sürmüştür.
Malenkov ise vahşi kararı imzalamaktan ictinab etmek suretiyle yapmacık bir safderunluk göstermiş ve böylelikle Politbüro’nun bütün gruplarına hoş görünmek istemiştir.
***
Nihayet Stalingrad ve Rostov kurtuldu. Ve memleketi Nazi ajanlarından kurtarmak, Grozny ve Malgobek petrol bölgelerini ve yol inşaatını himaye etmek bahanesiyle MVD’nin polislerinden ibaret büyük kuvvetleri de Kuzey Kafkasya’ya girdi. Bu hadiseler 1943 senesinde vuku buluyordu.
22 Şubat 1944 günü Kuzey Kafkasyalıların ebediyen unutamayacakları bir gündür. O gün Grozny’de Praesidium’un (Sovyet Rusya hükümetinde idare kuvvetini ellerinde tutan ve kanunları yapan 9 kişiden mürekkep bir grup) üyeleri, Yüksek Sovyet mebusları, partinin mahalli komitesi, sendika azalarıyla gazete müdürlerinden ve saireden müteşekkil umumi bir toplantı yapılmıştı.
Hazır bulunan üyeler adet olduğu veçhile, birinin kürsüye çıkarak Praesidium’dan birinin seçileceğini ve ondan sonra yerini katibe bırakacağını zannediyorlardı. Aldanmışlardı. MVD’nin üniformasını taşıyan bir albay kürsüye çıkınca meclisi derin bir sükut kapladı.
“Vatandaşlar” dedi. (Vatandaş tabiri mecliste soğuk bir hava yarattı. Zira ‘vatandaş’ tabiri Rusya’da artık terk edilmiştir. Onun yerine ‘yoldaş’ kelimesi kullanılmaktadır.) “Bahis mevzuu olan işe temas etmeden evvel size haber vereyim ki, meclis askeri kuvvetlerle çevrilmiştir. Her firar teşebbüsü silah ateşiyle karşılacaktır.”
Meclise bir huzursuzluk çöktü. Albay elini kaldırdı. Kolu havada bir daire çizdi. Bu işaret üzerine mitralyöz ve otomatik silahlar ateş etmeye başladı. Aynı zamdan MVD’nin bir kısım askerleri salona girerek kürsünün etrafını sardılar. Silahların namluları mecliste hazır bulunanların üzerine çevrildi. Albayın yanına yaklaşmak isteyen bir iki kişi açılan ateşle yere serildi. Salonun nihayetinde bulunan diğerleri tuzaktan kurtulmak çarelerini aradılar. Mitralyöz ateşi o biçareleri de dışarıda yakaladı. Bir genç İnguş hançerini çekerek bir askerin üzerine atıldı. Bu da derhal öldürüldü.
Ansızın dökülen kandan, sağ kalanlar sükuta mecbur oldular. Sağ elinde bir rovelver, sol elinde Politbüro ile Devlet Müdafaa Komitesi’nin iradesini tutan albay sözlerine şöyle devam etti: “Stalin’in hakimane olan milli politikası büyük sosyalist partimizin içerisinde sizi saadete kavuşturmak için her şeyi yaptı. Sizler ise liyakatlı mürşidimize, şanlı Bolşevik partisine ve her şahsa bahtiyar olmak imkanını sağlayan partimiz mensuplarının çoğuna ihanet ettiniz ve Almanlarla işbirliği yaptınız…“
O anda salonun her tarafından, “Yanlıştır! Hayır, yalandır, yalan… Biz Almanlarla kat’iyen işbirliği yapmadık, tersine olarak her türlü zulümkarlığa karşı koyduk. Zalim Hitler’e asla taraftar olmadık!” sesleri işitildi. Yeniden açılan ateş üzerine sükunet avdetti.
Albay devamla, “Sovyet hükümetinin emri üzerine Çeçen-İnguş Cumhuriyeti bu dakikadan itibaren lağvedilmiştir. Sürgüne müstahak olan bütün halk tevkif olunmuştur. Hükümetin tespit ettiği yere gönderileceklerdir. Siz de hazır duran trene, silahlı kuvvetlerin muhafazasında götürüleceksiniz. Bu dakikada aileleriniz istasyona nakledilmişlerdir. Nüfus başına yalnız 40 kilo eşya alınmasına müsaade vardır. Evleriniz askerler tarafından işgal edilmiştir. Hiçbir bahane ile evlerinize dönemezsiniz.“
Nazilerle çarpışırken sol kolunu kaybetmiş olan Kızıl Ordu kumandanlarından uzun boylu bir zat müsaade ile salona girmişti. Almış olduğu nişanların hepsi üniformalı elbisesine takılıydı. Kürsüye yaklaşıp albaydan söz için izin istedi. Ve hemşehrilerim hitabıyla söze başladı. “Görüyorsunuz ben de sizden biriyim. Kolumu kaybettim. Çeçenler, İnguşlar, Osetler, Kabardinler, Çerkesler, Adigeler ve Karaçaevlerden ekseriyasının yaptığı gibi ben de memleketimin müdafaası uğruna ne kanım ne de hayatım için zerre kadar tereddüt etmedim. Şimdi bize ‘vatanınıza ihanet ettiniz’ diyorlar. Bu kocaman bir yalandır!“
Albay ona susmasını emretti. Kumandan istifini bozmadan göğsüne takılı nişanların hepsini çekip kopardı ve albayın ayakları altına attı. Salon, patlayan silah gürültüsüyle doldu. Başından kan fışkıran kumandan yere yıkıldı ve ebedi uykusuna daldı.
***
Asabiyetten çılgına dönmüş bir kadın başına sarılı mendilini bir tarafa atınca uzunca saçları aşağıya düştü. Bunlarla çıplak göğsünü örttü ve “Ey Rus ateş et! Durma ateş et!” diye bağırarak albaya doğru ilerledi. Yağan kurşunlardan vücudu kalbura dönen kadın yere yuvarlandı. Muhafızlara yaklaşan erkek ve kadınların hepsi aynı akıbete dücar oldular. Bu korkunç bir sahne idi.
O dakikada aynı toplantılarda buna benzer hadiseler cereyan ediyordu. MVD kuvvetleri darbelerini itina ile hazırlamıştı. Telefon merkezleri, neşriyat yapan radyo istasyonu, postane, banka, istasyon ve diğer tüm mühim teşkilat merkezleri zapt ediliyordu. Daha insani bir şekilde tevkif olunan fabrika ve imalathane işçileri de hemşehrileriyle beraber sürgüne gönderiliyordu. Kızıl Ordu’da ve mühim şehirlerin garnizonlarında hizmet eden Çeçenler, İnguşlar, Kızılyarlar, Balkarlar, Karaçaevler, Kırım Tatarları ve Kalmuklar dahi – umumi toplantıda alınan kararla – tevkif olundular ve şarka sürüldüler.
Bu kararlar Colonel General Aleksandroviç Serov’un emri üzerine tatbik edilmiştir. Bu adam Komünist Parti Merkez Komitesi adayı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Yüksek Sovyet Mebusu, İçişleri Bakan Vekili olup Baltık ahalisini, Polonyalıları harpten evvel Besarabyalıları kütle halinde sürgüne gönderen bir kahraman(!)dır. Bakınca terbiyeli ve tahsil görmüş bir adama benzer fakat hakikatte o vahşetin timsalidir.
Rusya’yı terk edinceye kadar kendisiyle beraber çalıştım. Yaptığı savaşları bir çok defalar bana övünerek anlatıyordu. Kendisini Sovyet Birliği’nin altın haçına sahip bir kahraman olarak sayıyor ve dudaklarında memnuniyetini gösteren tebessümler eksik olmuyordu.
Londra’da çıkan Today Russi (Bugünkü Rusya) isimli gazetede o kadar büyük bir gurur ve azametle tarif edilen “en ileri demokrasinin”: “Stalin meşrutiyetinin güncesi altındaki mesut hayat”ın “halk arasında kardeşlik hukukuna dayalı eşitlik”in ne olduğunu tamamıyla anlamak için Serov’la bahse girişmek lazım gelir…
Ahalinin “adalet”e sığınmış olduğu bölgede bir tur yaptığım vakit masum insanların başlarına getirilen müthiş felaketi öğrenmiş oldum. MVD adamları tevkif edilen kadınları Sibirya’ya sürgün edilmelerinden önce berbat etmişler, zorla hepsinin ırzına geçmişlerdi. Dağlarda vuku bulan partizanlar muharebesi şeflerinden biri 1946 senesinde bana gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Bizi felakete sürükleyenleri biz de bir gün cezalandırmasını bileceğiz. Malenkov’a söyleyiniz ki, Kafkasya, annelerimize, zevcelerimize, kızlarımıza ve hemşirelerimize yapılan hakareti unutmayacak ve canileri asla affetmeyecektir. Millet kendisini, namusuna dokunulmuş, telvis edilmiş bir vaziyette görmektedir.“
İhtiyarlar, hamile kadınlar, anneler, küçük çocuklar menfalarına sürülürken bazı yerde Studebaker kamyonlarına bindirilmişlerdir.
***
(Makalenin 25 Mart 1951 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan son parçası okunamayacak durumda olduğu için buraya aktarılamamıştır. İlgili sayfaya başka bir arşivde ulaşılması halinde daha sonra eklenecektir – Waynakh Online)
22-23-24 Mart 1951 – Milliyet
Çeviren: Deniz Safi Dümer
©Waynakh Online
YASAL UYARI
Sitede yer alan materyallerin tüm hakları Waynakh Online’a aittir. Bu materyaller (haberden/makaleden/tercüme eserden sadece alıntı yapılsa dahi) ancak kaynak gösterilerek ve aktif link verilerek kullanılabilir.
Bir yanıt bırakın!