Arşiv Belgeleri

Tozlanmış raflardaki Arşiv Belgeleri…

Çeçen Kültürü

Çeçen Dili ve Folkloru, Halk Dansları, Efsaneler, Öykü ve Masallar ile çeşitli kültürel bilgiler…

Çeviriler – Makaleler

Çeşitli Çeviri ve Makaleler…

Röportajlar

Ekibimizce Yapılmış Çeşitli Röportajlar…

Şarkı Sözleri

Sevdiğiniz Çeçence şarkıların sözlerine buradan ulaşabilir, dinleyebilir ve indirebilirsiniz.

Ana Sayfa » Haberler

Barış ve yüzleşme için…

Bu yazı 25 Şubat 2013 Pazartesi  tarihinde yazıldı. Şimdiye kadar 3.214 defa okundu.. Yorum Yok
Barış ve yüzleşme için…

69 yıl önce Sovyet Rusya tarafından Çeçen-İnguş halkının Sibirya ve Orta Asya’ya sürgün edilmesinin yıldönümünde, akademisyenler ve sivil toplum liderleri Taraf gazetesine konuştu. 25 Şubat 2013 tarihinde kısaltılarak gazeteye aktarılan çalışmasının orjinal versiyonunu ise Kelemet Çiğdem Türk bizlerle paylaştı.

Çeçenya denildiği zaman aklınıza ilk ne geliyor?

Dağları, ovaları, sanayisi var mı? Operası, kültür merkezleri var mı?

Peki, Çeçen denildiği zaman?

Ne yerler, ne içerler, nasıl dans ederler? Ya hiçbir fikriniz yoktur, ya da onları İslamcı terörist veya mafya ya da Rusya’ya karşı direnen bir halk olarak biliyorsunuzdur…

Peki, bu Müslüman halkın yaşadığı trajediden kaçımızın haberi var?

90’larda başlayan Çeçen-Rus savaşı ile dünya biraz daha farkında oldu Çeçenlerin. Aylarca süren savaş Çeçenya’ya ve Çeçenlere büyük kayıplar verdirdi. Yaşamını yitiren binlerce sivil Çeçen, bu savaşın bedelini ağır ödeyen taraf oldu. 90’larda neredeyse her gün gazetelerde yer alan savaş, kimi zaman Çeçenlerin, kimi zaman da Rusların galibiyetini yazıyordu. Savaş haberleri 1996 yılının son çeyreğinde ateşkesle sonuçlandığında başkent Grozni yerle bir olmuştu.

Çeçenlerin asıl kırılma noktası Çeçevitsa (Lentil) adlı bir operasyonla, 23 Şubat 1944 günü, Çeçen-İnguş halkının tamamının hayvan vagonlarına bindirilerek Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmesiyle başladı. Çeçenya’nın merkezinde yer alan Khaybakh adlı bir köy ise Rusya’nın soykırım hareketinin sembolü haline geldi. 26 Şubat 1944’te, büyük çoğunluğunu hamile kadınların, yaşlıların ve engellilerin oluşturduğu 700 kişi bir ahırda toplanarak diri diri yakıldı. Kara kışın ortasında gerçekleşen sürgünde ikiyüzbinden fazla Çeçen yollarda hayatını kaybetti.

Sürgünden itibaren, sürgünden dönüş tarihi olan 1957 yılına kadar, Çeçenistan topraklarında doğan tek bir Çeçen yoktur. Stalin’inden sonra iktidara gelen Krushchev, Çeçenlerin iade-i itibarla dönüşlerine izin verdi. Ancak topraklarının bir kısmı diğer Kafkas Cumhuriyetlerine verilmiş, evlerine, arazilerine Ruslar yerleşmişti. Kimi zaman satın alarak, kimi zaman mücadele ederek topraklarının bir kısmını alabildiler. Kimilerine göre Krushchev’in dönüş izni ve Çeçenlerin “affedilmeleriyle” her şey düzelmişti ama sorunlar bitmemişti. Bugün Rus baskısı altında Çeçenler hala vatanlarında kalma mücadelesi veriyor.

Osman Baydemir (Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı):

“Maalesef bugünden geriye dönüp baktığımızda yeryüzünde pek çok halka; acı ve gözyaşı reva görüldü. Auschwitz, Ruanda, Halepçe, Zilan, Roboski, Khaybakh ve yeryüzünün sayılamayacak pek çok coğrafyası ilelebet kalacak şekilde acılara tanıklık etti. Canavarca işlenen insanlık suçları ya bilinmiyor ya da sistemli bir şekilde gizleniyor, üstü örtülüyor, sorulmuyor, soruşturulmuyor. Nasturilere, Ermenilere, Süryanilere, Kürtlere, Çeçenlere, Yahudilere, Filistinlilere ve daha pek çok halka yaşatılan bu acıların müsebbibi veya sorumlusu, biz bugün yaşayanlara ait olmayabilir. Ama biz bugünlerin yaşayanlarının insani, vicdani ve ahlaki bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk yaşanan ve yaşatılan acıları bilmek, bilince çıkarmak ve vicdanlarımızda mahkum etmektir. Bilme, yüzleşme ve zulmü vicdanlarımızda mahkum etmeyi yapmadığımız sürece müteselsilen bizler de zulmün sorumluluk silsilesine dahil olacağız. Halkların kardeşçe barış içinde yaşayabilecekleri bir geleceği ancak bu yüzleşmenin ardından inşa edilebiliriz.”

Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne:

“İnsanın canını acıtan ve kapanmayan yaralar bunlar. Nesiller boyu devam ediyor ve unutulmuyor. Bizler bu acılara, üst üste koyarak üzüldük. Anadolu 1864’ten bu yana sürgünlerin ve göçlerin coğrafyası oldu. Hafızamız, hatıralarımız, kimliğimiz, alışkanlıklarımız bu hamurla yoğruldu. Bu yüzden 23 Şubat, tıpkı 21 Mayıs gibi hepimizin iliklerini titretecek ve ortak acılarımızı hatırlatacak bir tarih. Ayrıca insan olduğumuzu unutmamak için kayda geçmeli.”

Mehdi Nüzhet Çetinbaş (Kafkas Vakfı Onursal Başkanı):

“23 Şubat 1944, tarihin sayfalarına düşen kara bir gündür.Dünyanın en zalim kan emicilerinden olan Stalin’in, Çeçen halkını topyekün olarak tarih sahnesinden silmeye karar verdiği bir gündür. İkinci Dünya savaşında, Alman orduları karşısında çil yavrusu gibi dağılan Sovyet Ordularının başarısızlığını, kendi zulmü altında bunalan halkında aramayan Stalin, bu işin faturasını mazlum müslüman halklara keserek, bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamıştır. Bu savaştan, ebedi düşmanı(!) ABD sayesinde kurtulan Stalin, savaştan hemen sonra, bunu bir fırsat olarak bilip, ülke içindeki etnik yapıyı yeniden dizayn etmek için kolları sıvadı. Bu işi yapmak için bahanesi hazırdı. Yok etmek istediği halkları Almanlarla işbirliği yapmakla suçlayarak yurtlarından sürdü. Stratejik olarak Ruslaşması gereken Kırım, kendi doğum yeri Gürcistan’da yaşayan Müslüman Ahıskalılar ve Kafkasya’nın asi çocukları Çeçenler için derhal kararnameler hazırlandı.İlk olarak sürgüne gönderilecek olanlar Çeçen-İnguş Cumhuriyeti vatandaşları idi. 22 Şubat akşamı yüz bine yakın Kızıl ordu askeri Çeçenistan’ı kuşattı. 24 saat bile süre vermeden herkesi belirlenen tren istasyonlarında topladı. Karara uymayan ve karşı çıkanlar acımasızca kurşuna dizildiler. Yüksek dağların üzerine kuru olan ve direnen Haybah köyünün insanları tamamen yok edildi. Üç gün gibi kısa sürede 850 bin civarında insan, balık istifi olarak hayvan vagonlarına yüklenerek, Kazakistan’ın sibirya bozkırlarına atıldılar. Kışın ortasında gerçekleşen bu sürgün sırasında 850 bin insandan, 200 binden fazlası yollarda hayatını kaybetti. Bu büyük vahşet ve soykırımdan, dünyanın ancak beş sene sonra haberi oldu. Sürgün yılı olan 1944 sonrası yıldan başlayarak, sürgünden dönüş tarihi olan 1957 yılına kadar, Çeçenya topraklarında doğan tek bir Çeçen yoktur. Çeçenya’nın ilk devlet başkanı merhum şehit Dudayev sürgün sırasında kırk günlük bebekti. İkinci devlet Başkanı, dostu ve arkadaşı olmakla iftihar ettiğim şehit Zelimhan Yandarbiyev ve arkadaşları hep sürgünde dünyaya gelen Çeçenlerdir. 13 yıla yakın sürgünde kalan Çeçenler, bütün yokluklara ve sıkıntılara inat var oldular, varlıklarını devam ettiler. Stalin’in ölümünden sonra iktidara gelen Kruşçev yönetimi, Çeçenlerin sürgün cezasını 9 Ocak 1957 de kaldırarak, iade-i itibarla vatanlarına dönüşe izin verdi. Çeçenler vatanlarına dönerek, evlerine ve topraklarına yerleştirilen Rusları kazma ve küreklerle kovarak yeniden yurtlarına sahip oldular. Çeçenya’nın efsanevi devlet başkanı Dudayev iktidara geldiğinde ilk iş olarak 23 şubat anıtı dikmişti. 23 şubatı da “Çeçen halkının diriliş günü” ilan ederek , bu anıtın duvarına da şunları yazmıştı; Dolhur Dats, Duhur Dats, Dits a Diyra Dats (Ağlamayacağız, Yılmayacağız,Unutmayacağız ).”

Prof. Dr. Ferhat Kentel:

“Bu memleketin klasik tanımlamalarından biridir; ya da toplumun kendini görmek istediği tahayyüller arasında önemli bir yer tutar: ‘kavimler kapısı, medeniyetler beşiği; mozaik ya da ebru gibi Anadolu’ gibi bir resim çizeriz bu topraklar hakkında. Doğrudur da… Bu topraklardan çok çeşitli insan, kültürleriyle birlikte geçmiş; kimisi kendine dair bir kimliği az, kimisi de daha çok korumayı becermiştir. Ancak bu topraklardaki çeşitliliğe rağmen, bu çeşitliliğin parçaları, diğer parçalar hakkında inanılmaz derecede cahildir. Başkalarının başına neler geldiğini, neler yaşadıklarını bilmeyiz. Çünkü ulus-devletin ‘makbul vatandaş’ inşası, kültürlerin hem kendilerine ve tabii ki diğerlerine de yabancılaşmalarını beraberinde getirmiştir. Cumhuriyetimizin yeni nesilleri, örneğin, bu toprakların en eski halklarından biri olan Ermenilerin bir ferdiyle tanıştıklarında, ona ‘Türkiye’ye ne zaman geldiğini’ sorabilecek kadar kopuktur bu memleket hikayelerinden. O yüzden ortalama makbul vatandaşın en sıradan lafı ‘Biz bilmezdik böyle şeyleri; eskiden Kürtlük, Ermenilik, başörtüsü gibi şeyler yoktu… Yeni çıktı bütün bunlar…’ gibi hayıflanmalardır. İşte makbul vatandaşın bütün bu hayıflanmalarına rağmen, ve onun bütün itirazlarına rağmen, artık bu topraklardaki ‘biz’in dışındaki insanları da nihayet keşfetmeye başladık. Nihayet farkediyoruz ki, bizim dışımızdaki insanların da meğer bizimkine benzeyen, ama tam da aynı olmayan ne kadar çok hikayesi, acısı ve travması varmış… Bir zamanlar sadece ‘ulusal’ sınırlarımızla varolduğumuzu zannederken ya da örneğin ‘solcu’ olduğumuz için göremediğimiz ne kadar çok sürgün hikayesi varmış. Ve sürgünlerden, soykırımlardan bahsedebilme cesaretini geliştirirken, başkalarının da nasıl anavatanlarından sürüldüğünü; Talat Paşa ve avenesinin buralardan yüzbinlerce Ermeni’yi sürerken, Rusya’dan Çerkeslerin nasıl sürüldüğünü, daha sonra Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin bu topraklardan türlü çeşitli tezgahlarla nasıl kovulduğunu, ve sonra gene, bu sefer kimilerimiz için o ‘yüce ülke’, kimilerimiz için ise ‘Allahsız komünistlerin ülkesi’ Sovyetler Birliği’nden Çeçenlerin nasıl sürüldüğünü öğrenmeye başladık. Bu topraklarda ‘anavatan’, ‘ana baba toprağı’, ‘doğup büyüdüğü yer’le ilgili travması olan insanlar var. Çeçenler bugün Rusya’da anadillerini, kültürlerini unutmadan yaşamanın yollarını arıyorlar. Bu topraklarda daha pek çoklarının olduğu gibi… Eğer biz bugün Çeçenleri anlarsak, başkalarını da anlayacağız. Eğer başkalarını anlarsak, Çeçenleri de anlayacağız.”

Doç. Dr. Alev Erkilet:

“23 Şubat göçü, Çeçen-Dağıstan sosyo-politik kimliğini oluşturan iki olumsuz simgeden biri olarak karşımıza çıkar. Bilindiği üzere, halkların kollektif hafızalarını inşa ederken kullandıkları/yaslandıkları olumsuz tipler (ya da olay kahramanları) ve olumsuz deneyimler (olaylar) yanında olumlu tipler ve kahramanlar da vardır. Bunların anlamlı biçimde ilişkilendirilmesinden doğan ve genellikle sözel olarak aktarılan siyasal kültür, bir yol haritası oluşturarak, söz konusu halkların siyasal mücadelerine yön verir. İşte Çeçen-Dağıstan halkları açısından 1816-26 yılları arasında Kafkas Orduları Komutanlığı yapmış olan zalim Rus generali Yermolov (Gaddar Yarmul) ile 23 Şubat zorunlu göçü, siyasal kültürün üzerine inşa edildiği olumsuz simgeler arasında başta gelmektedir. Dudayev’in deyişiyle 750.000 nüfusla gidilip 400.000 nüfusla dönülen bu göç sırasında tam bir kırım yaşanmış, aileler parçalanmış, topraklar el değiştirmiştir. Olumlu simgeler arasında ise İmamlar Dönemine damgasını vuran siyasal direniş önderlerinin yani Mansur Uşurma’nın, Gazi Muhammed’in ve elbette efsane önder Şeyh Şamil’in adının zikredilmesi gerekir. Söz konusu önderler, zulme ve zorla yerinden etmelere karşı kesintisiz direniş temasını ortaya atmış ve bu fikri sistemleştirmişlerdir. Ancak, göçün siyasal kültürün en temel belirleyicilerinden biri olması yanında, mutlaka belirtilmesi gereken diğer etkisi, daha sonra bağımsızlık mücadelesi verecek öncü kadroların oluşumundaki rolüdür. 1990’lardaki bağımsızlık hareketinin önderliğini yapan Dudayev ve Yandarbiyev (ve daha birçok siyasi önder) sürgün sırasında doğmuş ya da bebeklik ve çocukluklarını sürgünde geçirmişlerdir. Başka bir deyişle, Çeçenlerin uğratıldığı fiziksel ve kültürel soykırım [bu terimler Zelimhan Yandarbiyev’e aittir] yeni direnişlerin temel güdüleyicisi olmuş ve Rusya’nın emperyalist politikalarına duyulan öfkeyi bugüne dek canlı tutmuştur.”

Medet Ünlü (Çeçen Cumhuriyeti İçkeriya Türkiye Fahri Konsolosu):

“6 Eylül 1991 yılında tam bağımsızlığını bütün dünyaya ilan ederek duyuran Çeçenler, ÇEÇEN CUMHURİYETİ İÇKERYA devletinin sahibidirler. SSCB henüz dağılmadan kurulmuş ve bu gün mevcut olan RUSYA FEDERASYONU’ndan önce varlığını ortaya koymuş, anayasasını yapmış, kongrelerini kurultaylarını seçimlerini yapmış bir devlettir. Bütün bu süreç içerisinde uluslararası normlar dikkate alınmıştır. 22 yaşında olan bu devleti, hariçten hiçbir tesir altında kalmadan herhangi bir güce yaslanmaksızın tam ifadesi ile ÇEÇEN HALK İRADESİNİN sonucu olarak görüyoruz. Rusların devlet olarak tarihte yer almaya başladığı ve KAFKASYA’yı da bu devletin sınırlarına dahil etmek için geldikleri 1593 tarihinden beri genelde Kafkaslar, özelde ÇEÇENLER, RUS istila emellerine geçit vermemek direnişini gösteriyorlar. O günden beri özgürlüklerini her şeyden üstün tutan, RUS’u bey kendisini köle saydırmak istemeyen Çeçenler bu mücadelelerini günümüze kadar taşımışlardır. Tarih içerisinde birçok badireler atlatan Çeçenler, 1864-1872 büyük Kafkas Sürgününe tabi tutulmuşlar, kendi anavatanlarından defalarca iç sürgünlere maruz kalmışlar her daim topluca ölüm ve soykırıma uğramışlarsa da Onurlarını ve Vatanlarını Rusya’ya peşkeş çektirmemişlerdir. 1944’te Çeçenlerin Sibirya’ya sürgün edilmesi insanlık tarihinin en trajik olaylarından birisidir. Bu sürgün İkinci Dünya Savaşının galibi konumunda bulunun SSCB’nin tiran başkanı STALİN’İN özellikle KAFKASYA’yı İslamsızlaştırma Projesini hayata geçirebilmek ve merkezi otoritenin tartışılmazlığını ortaya koymak adına yapılmıştır. ÇEÇENLER-İNGUŞLAR, KARAÇAY-MALKAR, AHISKALILAR-KIRIMLILAR bu projenin kurbanlarından olmuştur. İlk sürgün ÇEÇEN-İNGUŞ Halkına uygulanmış topyekün olarak gerçekleştirilmiştir. Hadisenin ajite boyutları ayrı olmakla beraber, tarih sahnesinden bütün Çeçenlerin silinmesi hedef’i güdülmüştür. Bu olay dünya’dan iki yıl gizli tutulabilmiştir. Sürgüne gönderilenlerin yarısından çoğu, bu sebeple Sibirya steplerinde ölmüşlerdir. Bugün için 1944 – 1957 arası doğan bütün Çeçenler Sibirya doğumludur. Nesiller boyu unutulması mümkün olmayan ve insanlarımızın genetiklerine işlenen acıların bir gün toplum nezdinde reaksiyon göstereceği söz konusuydu. ÇEÇEN İÇKERYA CUMHURİYETİ’NİN KURUCU 1. Devlet Başkanı Şehit CAHAR DUDAYEV, 2. Devlet Başkanı ZELİMHAN YANDARBİYEV ve 3. Devlet Başkanı ASLAN MASHADOV Sibirya doğumludur ve Çeçen Halkının Rus Emperyal yapısının vahşi soykırımına tabi tutulmasının acısını hiçbir zaman unutmamışlardır. Sürgün ve zulmün Çeçenler nezdinde etkileri her zaman canlı olarak kalacaktır. Çeçenlerin Sibirya Sürgünü bir soykırımdır. STALİN her daim lanetle anılacaktır. Rus emperyalizmine karşı her zaman direnlenecektir. Onurlarını, özgürlüklerini, vatanları korumak adına inanç ve sorumluluklarıyla ALLAH yolunda mücadele ederek şehit olan insanlarımıza rahmet diliyorum. Onların direniş ve mücadelesi bize bırakılan en anlamlı mirastır. Bu görev ve nöbet yaşayan bizlere devredilmiştir. Onları mahcup etmemek, haysiyet ve şerefimizle bu yoldan ayrılmamakta bizim sözümüzdür.”

Cüneyt Sarıyaşar (MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı):

“23 Şubat 1944’deki Çeçen sürgünü, 2. Dünya savaşında savaşın politik bağlamı içerisinde Sovyetler Birliği’nin bu insanları Almanya ile işbirliği yaptıkları gibi siyasi temelli suçlamasına dayanmaktadır ve hukuki bir zemini bulunmamaktadır. Beraberinde, şu ana dek ortaya konulmuş olan herhangi bir delillendirme de söz konusu değildir. Olay hukuki değil siyasi bir temelde yapılmaktadır, yani insan hakları siyasi çıkarlara kurban edilmektedir. Çeçen-İnguş soykırımının tanınmaması ve sorumlarının adalet önünde hesap vermemiş olması da bugün sürgünü tüm sonuçlarıyla devam ettirmektedir. Yaşadığımız coğrafyada yaptığımız çalışma ve faaliyetlerden yola çıkarak bu tespite ulaşmış bulunmaktayız. Çünkü, yıllardır Türkiye’de yaşayan Çeçenler, mevcut mülteci politikasının ve mevzuatının sorunlara çözüm bulamaması nedeniyle pek çok insanı haklardan mahrum yaşamaktadır. Zeytinburnu’nda gerçekleştirilen Üç Çeçenin katlinde ve soruşturulmasında ihmal ve zaafiyet sözkonusudur. Yine Türkiye ‘de son yıllarda yurda giriş yasağı olduğu gerekçesi ile uluslararası kara listeye giren Çeçen veya İnguşlar, “sığınma hakkı, geri gönderilmeme hakkı gibi insan hakları ve ilkelerine rağmen” bile bile ölüme gönderilmektedir. İdari karar ile geri gönderilmesine karar verilen bu şahısların, sığınma taleplerine ilişkin itiraz ve davaları sonuçlanmadan ya da sığınma dilekçeleri Emniyet mensuplarınca alınmayıp işleme konulmadan sınır dışı edilmektedir. Çeçen ve İnguşların sürgünlerinin nesiller boyu devam ettirilişindeki mazlumiyetleri derneğimiz tarafından her zaman dile getirilmekte ve haklarının müdafaaları için gereken çaba gösterilmektedir.”

Kelemet Çiğdem TÜRK
23.02.2013



Bir yanıt bırakın!

Aşağıya bir yorum ekleyin veya kendi sitenizden trackback yapın. İsterseniz RSS ile de yorumları takip edebilirsiniz.

Yorum yazmadan önce lütfen kuralları okuyunuz...

500 karakter kaldı.

Yorum yaparken kullanabileceğiniz etiketler:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu sitede Gravatar kullanabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve üyelik için Gravatar sitesini ziyaret ediniz.