Arşiv Belgeleri

Tozlanmış raflardaki Arşiv Belgeleri…

Çeçen Kültürü

Çeçen Dili ve Folkloru, Halk Dansları, Efsaneler, Öykü ve Masallar ile çeşitli kültürel bilgiler…

Çeviriler – Makaleler

Çeşitli Çeviri ve Makaleler…

Röportajlar

Ekibimizce Yapılmış Çeşitli Röportajlar…

Şarkı Sözleri

Sevdiğiniz Çeçence şarkıların sözlerine buradan ulaşabilir, dinleyebilir ve indirebilirsiniz.

Ana Sayfa » Arşiv Belgeleri

TBMM’de Çeçenya Üzerine Genel Görüşme (1.Gün) (1995)

Bu yazı 28 Kasım 2012 Çarşamba  tarihinde yazıldı. Şimdiye kadar 3.814 defa okundu.. Yorum Yok
TBMM’de Çeçenya Üzerine Genel Görüşme (1.Gün) (1995)

Türkiye Büyük Millet Meclisi 19.Dönem’de (6 Kasım 1991 – 24 Aralık 1995) görev yapmış Refah Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili ve Sivas Milletvekili Abdullatif Şener’in, Çeçenya ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen son gelişmeler konusunda (8/56); Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 10 arkadaşının Çeçenya ve Kafkasya’da meydana gelen son olaylar konusunda (8/57); Milliyetçi Hareket Partisi Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve 11 arkadaşının, Çeçenya’da meydana gelen son olaylar konusunda (8/59), bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerine açılması kabul edilen genel görüşmelerin ilk günü.

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına Grup Başkanvekili ve Sivas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener’in, Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya Bölgesinde meydana gelen son gelişmeler konusunda ve yine Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoglu ve 10 arkadaşının, Çeçenistan ve Kafkasya’da meydana gelen son olaylar konusunda ve yine Çorum Milletvekili Sayın Muharrem Şemsek ve 11 arkadaşının, Çeçenistan’da meydana gelen son olaylar konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 100 ve 101 inci maddeleri uyarınca, 27.12.1994 tarihli 62 nci Birleşimde açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.

Sayın Hükümet?… Burada.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge sahibine aittir; daha sonra, siyasî parti grupları adına birer üye ile hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim; bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için 20’şer, önergede imzası bulunanlar için 10’ar dakikadır.

Şu ana kadar söz talebinde bulunanların isimlerini okuyorum: Gruplar adına, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Çevik; şahısları adına, Sayın Muharrem Şemsek, Sayın Recep Kırış, Sayın İbrahim Kumaş.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Önerge sahibi olarak ve grup adına söz istiyorum; yani, her iki süreyi birleştirerek kullanmak istiyorum.

BAŞKAN – Grupları adına başka söz talebi?..

Şimdi, Sayın Abdüllatif Şener, önerge sahibi olarak söz talebinde bulundunuz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, önerge sahibi olarak ve grup adına söz talebimiz vardır, birleştirilerek verilmesini istiyoruz.

RECEP KIRIŞ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, ben de önerge sahibi olarak söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Şemsek, siz şahsınız adına da söz istemişsiniz…

MUHARREM ŞEMSEK (Çorum) – Evet.

CENGİZ BULUT (İzmir) – Sayın Başkan, şahsım adına söz istiyorum.

BAŞKAN – Bir dakika efendim…

Sayın Şemsek, önerge sahibi olarak konuşacaksınız, yani şahsınız adına konuşmaktan vazgeçiyorsunuz.

MUHARREM ŞEMSEK (Çorum) – Evet efendim.

BAŞKAN – Sayın Kırış, önerge sahibi olarak konuşacaksınız, yani, önergeyi veren. Muhsin Yazcıoğlu’ndan devralmış oluyorsunuz, şahsınız adına konuşma isteğinizden vazgeçiyorsunuz.

RECEP KIRIŞ (Kahramanmaraş) – Evet. O sizin takdirinizde; eğer hakkım varsa, şahsım adına da konuşmak isterim.

BAŞKAN – Sayın Cengiz Bulut da şahsı adına söz istemişlerdir.

Önerge sahibi olarak, Sayın Muharrem Şemsek; buyurun efendim.

Sayın Şemsek, vaktiniz 10 dakikadır.

MUHARREM ŞEMSEK (Çorum)- Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; Çeçenistan olaylarıyla ilgili, Yüce Heyetinizce açılmasına karar verilmiş olan genel görüşme nedeniyle, önergedeki ilk imza sahibi olarak söz almış bulunuyorum; Yüce Heyete saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Çeçenistan konusunu yüksek dikkatlerinize daha iyi bir şekilde arz edebilmek için, Çeçenistan olaylarının başlamasından önceki bazı hususlara işaret etmek istiyorum.

Bilindiği üzere, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin çözülmesinden ve yerini çok daha gevşek bir yapı olan Bağımsız Devletler Topluluğuna terk etmesinden sonra, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin aslî halefi olan Rusya Federasyonu, bir devlet olarak varlığına bir anlam ve misyon aramıştır. Rusya Federasyonunun önde gelen siyasî kadroları -çeşitli detaylarda ayrıldığı takdirde- yeni devletin misyonu konusunda, esasen, ikiye ayrılmışlardır. Başında Yeltsin ve Dışişleri Bakanı Kozirev’in bulunduğu iktidar grubu, Rusya Federasyonunun, serbest piyasa ekonomisini ve demokratik değerleri benimsemiş, Batı dünyasıyla bütünleşmiş bir Rusya olması politikasını benimsemişlerdir. Bunlara “Atlantikçiler” adı verilmiştir.

Diğer yandan, eski komünistlerden yeni radikallere ve ılımlı devletçilere kadar uzanan bir grup ise, Rusya’nın, önce, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği toprakları üzerinde hâkimiyetini tekrar kurmasını ve tekrar süper güç olmak için mücadele etmesi’gerektiğini savunmuşlardır. Bu akımın taraftarlarına da “Avrasyacılar” adı verilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Atlantikçiler ile Avrasyacılar, bir ölçüde de liberaller ile muhafazakârlar arasındaki bu çatışma, muhafazakâr parlamentonun Yeltsin’e başkaldırmasıyla zirveye ulaşmıştır.

Batı dünyasıyla çatışma içine girmek istemeyen, özünde, serbest piyasa ekonomisine karşı çıkmayan, ancak, Avrasyacılann birçok tezini destekleyen ve Rusya’nın, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği topraklarında hâkimiyet sağlaması için gerekli ideolojik altyapıyı da oluşturan Rus ordusu, hazırladığı yeni askerî doktrinin kabul edilmesi şartıyla, Yeltsin’in yanında yer almış ve parlamentonun ayaklanması sırasında, parlamentoyu saf dışı bırakmıştır; ancak, o tarihten itibaren, Rusya’nın, kendisinden kopan eski Sovyet cumhuriyetlerini kendisine bağlamak için, çalışmalarını hızlandırdığını görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rus askerî doktrininde, “yakın yurt dışı “kavramıyla eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği toprakları, resmen, Rusya’nın etki alanı ilan edilmiştir.

Rusya’nın yeni atağında, ağırlık coğrafyasını Kafkaslar oluşturmuştur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Kafkaslardaki üç cumhuriyetten, Gürcistan ve Azerbaycan, Bağımsız Devletler Topluluğuna girmeyi reddederken, Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan arasında kalmaktan korktuğu için, Bağımsız Devletler Topluluğuna girmiştir. Bu arada, küçük bir Kafkas muhtar cumhuriyeti olan Çeçenistan da bağımsızlığını ilan etmiştir.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasından önce ortaya çıkan Karabağ savaşı ile dağılmasından sonra yoğunlaşan Güney Osetya ve Abhazya meseleleri, Rusya’nın, Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde amansız bir baskı kurarak, tehdit, darbe ve zorla, bu iki ülkeyi Bağımsız Devletler Topluluğuna katmasıyla sonuçlanmıştır. 1995 yılına girerken, Rusya, Kafkaslarda tam bir hâkimiyet sağlayamamış olmakla birlikte, epey mesafe almıştır.

Rusya’nın, Kafkasya’ya bunca ağırlık vermesinin, ekonomik, stratejik ve psikolojik boyutları vardır. Rusya’nın ilk petrol kuyuları arasında olan Baku petrollerinin, dünya pazarıyla -Rusya’yı aradan çıkararak- eklemleşecek olması, Rusya’yı büyük endişeye sevk etmiştir. Keza, Türkiye ve İran’ın bu bölgede etkin olmasının, kendi hayatî çıkarlarını tehdit edeceğine ve Türkistan’ı da tehdit altına alacağına inanan Rus devlet yönetimi, Kafkasya’nın, kendi yumuşak karnını koruyan bir cephe olduğuna inanmaya başlamıştır. Bu çerçevede bakıldığında, Çeçenistan’da Dudayev yönetiminin bağımsızlık politikası, Rusya’yı tehdit eder hale gelmiş, Tatarlar, Başkurtlar ve Yakutlar için de örnek teşkil edeceği endişesine varılmıştır. Zira, Çeçenistan, bunun yanında, petrol, demiryolu, doğalgaz gibi, ekonomik ve stratejik mal ve hizmetlerin Hazardenizi ile Karadenize ulaşma kavşağı olması bakımından da Rusya için önemliydi.

Sayın milletvekilleri, 1980’li yılların başlarına kadar devam eden iki kutuplu soğuk savaşta, kitle haberleşme ve enformasyon teknolojisinin avantajlarıyla üstünlüğü ele geçiren Batı Blokunun, insan tabiatına aykırı komünist ideolojiyi önce sarsması, sonra yıkması, tabiî kültür sınırları kavramını ve dolayısıyla, kültür temelinde, milliyetçilik hareketlerini gündeme getirmiştir. Bu yeni milliyetçilik hareketleri, Türk-Kafk^s halklarının, tarihî derinliklerinden beri var olan, istiklal ve hürriyetlerini yeniden gün ışığına çıkarmış ve 1991 yılında Çeçen Cumhuriyeti Rusya Federasyonundan, bağımsızlığını ilan ederek, ayrılmıştır. Bu tarihten itibaren Türk kültür çevresinin bir parçası olan Çeçenistan, bağımsızlık yolunda önemli adımlar atmış, hürriyetini ekonomik yönden de perçinleyecek çalışmalara girmiştir. Bölgenin, insan varlığının yanı sıra, başta petrol olmak üzere yeraltı zenginlikleri de, Rusya Federasyonunun iştahını kabartarak, Rusya’nın kriz politikası takip etmesine sebep olmuş ve nihayet, 13 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan’ın Ruslar tarafından işgaline başlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmeye başlandığı günden bugüne kadar istilayla ilgili çeşitli Rus iddiaları ortaya atılmıştır. Bunlardan birisi, Rusya Başbakanı Çernomirdin’in iddiasıdır. Rus Başbakanına göre, Rusya’daki demokrasinin geleceğinin ve Rusya’nın toprak bütünlüğünün teminat altına alınması için Çeçenistan’a müdahale edilmiştir.

Rusya Dışişleri Bakam Kozirev’e göre de, Çeçenistan’da yapılan Rus askerî müdahalesi ile Afganistan örneğinin mukayese edilmesi mümkün değildir; zira, bunun yabancı bir ülkeye yapılmış dış müdahale sayılması doğru değildir; bu müdahale, Rusya sınırları içinde düzen ve yasaları yeniden tesis etmek için yapılmaktadır.

Danimarka Dişişleri Bakanı da Rusya Dışişleri Bakanı ağzıyla konuşarak “diğer hiçbir ulus, Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımadığına göre, Rusya, halklarının haklarına ve AGİK yükümlülüklerine aykırı davranmıyor” beyanında bulunmuştur.

Değerli milletvekilleri, Rusya’nın birinci Başbakan Yardımcısına göre ise, bu olayların arkasında ekonomik nedenler vardır. Eğer bu savaş biterse, 1 trilyon rublelik yardımın 300 milyon doları Çeçenistan’a verilecektir.

Eski Devlet Başkanı Gorbaçov’a göre bu olayın izahı “Rusya’nın parçası olan bir cumhuriyete asker gönderen generaller, bunun, Haiti’nin güneşli plajlarında bir gezinti olmadığını, bu müdahale sonucunda savaşın sadece Çeçen dağlarında değil, tüm Kafkas dağlarında yaşanacağını düşünmelidirler” şeklinde olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu beyanlar karşısında istilaya karşı görüşler de dünyada oluşmaya başlamıştır. İngiltere Savunma Bakanı, Çeçen sorununun Avrupa güvenliğini tehdit ettiğini ve bu sorun yüzünden Rusya’nın parçalanabileceğim ifade etmektedir. Aynı şekilde, Rusya’nın Moldavya’da bulundurduğu 14 üncü Ordu Komutanı General Lebed, bir açıklamasıyla “Müslüman dünyasına karşı askerî harekât düzenlenmesine karşıyım” diye, alenen, Rus harekâtına karşı çıkmaktadır. Yine aynı şekilde, Estonya da, Çeçenistan’a Rus müdahalesini kınıyor. Bunları takiben, artık, uluslararası kuruluşlardan da ses gelmeye başlıyor. Bu arada, Milletler ve Halklar Örgütü, Birleşmiş Milletler ve AGİK’ten, Rusya’ya baskı yapmalarını istiyor.

14.12.1994 günü Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçiliğinden yapılan bir açıklamada da, 20 Ocak 1990 faciasının yaşandığı hatırlatılarak, böyle vahşi bir katliamı yaşayan bir halkın, diğer bir halkın faciasına tarafsız kalamayacağı ifade ediliyor.

17.12.1994 günü Rusya, Çeçenistan’ın doğrudan Moskova’ya bağlı bir bölgesel idareyle yönetileceğini ifade ediyor. Devlet Başkanlığı Konseyi Yardımcısı Volkov, yaptığı açıklamada, bölgenin valilik statüsüyle yönetilmesinin planlandığını ilan ediyor.

Değerli milletvekilleri, bu görüşlere mukabil, Çeçen görüşü de şudur: 13.12.1994 günü Çeçenistan Genel Savcısı İmayev, yaptığı açıklamada, Rusya’nın bir parçası oldukları görüşünü reddetti ve 1991’de ilan edilen bağımsızlıktan kesinlikle geri dönülmeyeceğim belirtti. Aynı şekilde, 14.12.1994 tarihinde, Çeçenistan Devlet Başkanı General Dudayev, bu savaşın yalnız kendilerinin değil, tüm Kafkasya halkının özgürlük savaşı olduğunu söyleyerek, bütün Kafkas topluluklarına, kendilerine yardımcı olmaları çağrısında bulundu.

Değerli milletvekilleri, bu arada, önceleri sessiz kalan Batı dünyası artık ilk tepkilerini vermeye ve Amerika Birleşik Devletleri ile Birleşmiş Milletlerden de bu yönde ses çıkmaya başladı. İlk günlerde çekingen davranan ve biraz da Rusya yanlısı olduğu izlenimini veren Türkiye de hafif hafif sesini çıkarmaya başladı. 1 Ocak 1995’te, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile Uluslararası Kızılhaç, Çeçenistan’a insanî yardım yapma kararı verdi.

Amerika Birleşik Devletlerinde, Senato çoğunluk lideri bir açıklama yaparak, Rus demokrasisinin tehlikede olduğunu ifade etti.

Değerli arkadaşlar, Rusya içinde de eski Başbakan ve muhalefetin öncüleri, bu konuyu gündeme getirerek yürüyüş yaptılar ve parlamentoda muhalefet çalışmalarıyla da, Rusya’nın yaptığı işin yanlışlığını ortaya koydular.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rusya, üniter bir devlet olmayıp, bir federasyondur; yani, Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, Sovyetler Birliğinin kuruluşundaki prosedür izlenerek yeniden kurulmuş olan bir federal devlettir. Bünyesindeki özerk cumhuriyetler de, hukuk açısından, birer federe devlettir. Sovyetler Birliği dağılınca, Rusya Federasyonu da aynı prosedürü izlemiş, özerk cumhuriyetlerin federasyon anlaşmasına katılımıyla yeniden kurulmuştur. Yeniden kurulma aşamasında, Çeçenistan ve Tataristan, federasyon anlaşmasına katılmamış; daha sonra, Çeçenistan, bağımsızlık ilan etmiştir. Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanı ile mevcut durumu, hukuka uygun olup, meşrudur ve Birleşmiş Milletler ilkelerine, AGİK ilkelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki esaslara da uygun olan bir tavırdır.

BAŞKAN- Sayın Şemsek, konu mühim olduğu için sözünüzü kesemedim; lütfen bağlamanızı rica ediyorum.

MUHARREM ŞEMSEK (Devamla) – Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başkanın da ikazina uyarak, konuyu toparlıyorum.

Bu gelişmeler çerçevesinde, Türk kültürel varlığının çeperinde yer alan ve bölgede dengeleri doğrudan etkileyecek olan Çeçenistan’ı istila hareketi, Türkiye’yi, kamuoyunun zannettiğinden çok daha derinden etkileyecektir. Çeçenistan’daki mücadele, sadece, 20 bin kilometrekarelik bir alanda nüfus mücadelesi olmaktan çok daha ehemmiyetli bir gelişmedir. Rus istilası, halen Rusya Federasyonu içerisinde yer alan Rus olmayan mazlum halkı doğrudan etkileyecektir.

Bölgeden gelen bilgilere göre, istilanın ilk günlerinden itibaren, bütün Kafkasya halklarından, Kırım’dan ve diğer bölgelerdeki Türk ve Müslüman halklardan binlerce gönüllü, Çeçenlerin yanında siperlere yatmıştır. Rusya, Çeçenistan istilasının çok daha ağır bedelleri olacağının artık farkına varmalıdır. Rusya’nın, istila hareketinden zahirî bir kazancı olsa dahi, bu hareket, yukarı ve aşağı Kafkasya’daki, Tataristan’daki, hatta, Yakutistan’a kadar bütün Rusya Federasyonundaki Rus olmayan halkların daha da şuurlanmasına yol açacak, hürriyet ve istiklal ışıklarını yakacaktır. Olay, bu şekilde, 1,5 milyon kişilik küçük bir halkın mücadelesi olmaktan çıkacak, önce, Kafkasya halkları federasyonun kurulmasını hızlandıracak ve giderek, kültürel varlıkların bağımsızlıklarına yol açacaktır.

Mesele, sadece, kardeş halkların, insan hakları çerçevesinde bağımsızlıklarına kavuşmaları meselesinin ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin doğrudan ilgilenmesi lazım gelen bir meseledir.

Zira, Türkiye’de yaşayan birçok vatandaşımızın Çeçenistan’da akrabaları vardır. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Çeçenistan meselesiyle, başka ülkelerin ilgilendiği şekilde ilgilenemez. Milletlerarası hukuka göre, devletler, sınırları dışında kalan, fakat, kendilerine bağlı halk ve kendi halklarıyla akraba halkların haklarını gözetmek ve savunmak durumundadırlar. Dolayısıyla, Türkiye’nin Çeçenistan’la ilgilenmesi, tarihî ve millî bir vazife olduğu kadar, uluslararası bir hukuk, hak ve yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye, 17 nci Yüzyıldan günümüze kadar, Balkanlardan, Kırım ve.Kafkasya’dan göç alan bir ülkedir. Bugün de, Çeçenistan konusuyla ilgili aynı durumla karşı karşıyadır. Türkiye, Kafkasya’daki halkların, vatandaşların, kendi bulundukları yerde yaşamalarını sürdürecek asgarî şartları temin etmekle yükümlü ve vazifelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik açıdan da, siyasî açıdan da, Kafkasya’daki kardeş halkların kendi vatanlarında, kendi kültürel, siyasî ve ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirmelerine, her türlü yardımı yapmak Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin birinci görevi olmalıdır.

Türkiye’nin ekonomik, politik, sosyal manalardaki güvenliği de bunu gerektirmektedir. Bunun için, Çeçenistan’a doğrudan insanî yardımın yapılması, bölge halklarının, kendi vatanlarında kitlevî bir göçe maruz kalmadan ve yeni bir soykırıma uğramadan varlıklarını sürdürmelerinin sağlanması, temel şarttır. Uluslararası kamuoyunu etkilemek için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün mekanizmalarını ve gönüllü kuruluşlarını harekete geçirerek bu millî vazifeyi yapmalıdır. Bu yönde, Türkiye’de yaşayan insanları, dünya görüşleri ne olursa olsun, milletimizin bütün kesimlerini ve partilerini ortak çalışma ve mücadeleye çağırıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de yapılan bir yanlışa da işaret ederek sözlerimi bağlamak istiyorum. Bazı yetkiler, Türkiye’deki güneydoğu meselesiyle, PKK meselesiyle, Çeçenistan’ı birbirine benzetmekte ve birbirine karıştırmaktadırlar. Çeçenistan, Sovyetler Birliği zamanından bu yana, asgarî bir federe devlet hukukuna sahip devlettir. Türkiye’nin güneydoğusunda ayrı bir federe devlet tarihin hiçbir döneminde olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan vatandaşlarımız öpöz Türk ve Müslüman, Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayanlarla aynı millî kimlikten gelen insanlardır; PKK ise, güneydoğuda yaşayan insanlarımız başta olmak üzere, vatandaşlarımızı katleden bir cinayet şebekesidir.

Çeçenistan’da yaşayan insanlar, Rus olmayan, ayrı bir din ve milletten insanlardır. Dolayısıyla, Çeçenistan olaylarını Türkiye’deki PKK olaylarıyla benzer görmek, çok yanlıştır ve gerçekleri saptırmaktır; hatta, PKK’ya destek vermektir, PKK ağzıyla laf etmekten ibarettir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelinen bu noktadan sonra, Türkiye’de, uluslararası hukuka, Birleşmiş Milletler ve AGİK ilkelerine aykırı bir şekilde, emperyalizmin bir sonucu olarak, Çeçenistan’ı işgale başlamış olan Rusya’ya karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün caydırıcı güç ve imkânları kullanılarak, bu işgale son verilmesi yönünde etkin hareket edilmelidir. Bölge ve dünya barışını bozan bu emperyalist saldırı durdurulmazsa, Türkiye’nin kültür bahçesindeki bu işgal sona erdirilmezse, biliniz ki, Türkiye’nin güvenliği tehlikededir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak da bu konuya sessiz kalınmamalı; mümkün olur ise, bugün, bütün siyasî partilerimizin iştirakiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin duygulan ve görüşleri, Türk ve dünya kamuoyuna ve ilgili kuruluşlara bildirilmelidir.

Kafkaslardaki kardeş ve komşu ülkelerin Kafkas Federasyonu çatısı altında toplanmaları yönünde, Türkiye’nin gayretleri yürütülmelidir.

İslam ülkelerinin ve uluslararası diğer kuruluşların imkânları da seferber edilmek suretiyle, kardeş Çeçenistan halkının uğradığı bu haksız zulüm ve mezalim sona erdirilmeli ve Çeçenistan’da yürütülen hürriyet mücadelesi, mutlaka, makul ve müspet yönde neticelendirilmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle Sayın Başkan ve Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şemsek.

Sayın Kırış, buyurun.

Süreniz 10 dakikadır.

RECEP KIRIŞ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Çeçenistan’da bir süreden beri bütün dünyanın gözü önünde bir işgal ve bir katliam harekâtı devam ediyor. İnanıyorum ki, orada meydana gelen olaylar, Türkiye’de yaşayan ve hangi partiye mensup olursa olsun, bütün vatandaşlarımızın yüreğini derinden kanatan ve her gün o manzaraları seyrederken ağlatan hadiseler.

Değerli arkadaşlar, Çeçenistan’da meydana gelen olaylar, Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor. İlgilendiriyor; çünkü, orada insanlık dışı bu katliama maruz kalan insanlar, bizim din kardeşimiz, bizim bir şekilde kan kardeşimiz durumunda bulunan insanlar. Bizimle geçmişte aynı tarihî değerleri, aynı millî, aynı dinî değerleri paylaşan, aynı kültürel özelliklere sahip olan insanlar, onlar bizim akrabalarımız.

Dolayısıyla, hiçbir kimse, Türkiye’nin, Çeçenistan’la ilgilenmesini garipseyemez, bunu anormal bir şey olarak sayamaz ve hele hele Çeçenistan’da meydana gelen olayları, sadece orada meydana gelen ve sadece o bölgedeki insanları ilgilendiren bir olay olarak sayamaz. Üzülürek ve keşke bu eleştiriyi yapmak mecburiyetinde kalmasak diye ifade ediyorum ki, Türkiye’deki insanımız, vatandaşlarımız değil; ama, Türkiye’yi yöneten siyasî İktidar, maalesef, meseleye başından itibaren büyük bir gafla yaklaşmış ve “bu mesele, Rusya’nın içişleri kapsamında değerlendirdiğimiz bir meseledir” demiştir.

Değerli arkadaşlar, bu mesele, Rusya’nın iç işlerini ilgilendiren bir mesele değildir. İktidarın bu yaklaşımını şiddetle protesto ediyor ve reddediyoruz. (BBP ve RP sıralarından alkışlar) Neden değildir; çünkü, yeniden kurulma safhasında, Çeçenistan ve Tataristan, federasyon anlaşmasına katılmamışlardır ve Çeçenistan, bu safhada bağımsızlığını ilan etmiştir. Dolayısıyla, eski Sovyetler Birliği federatif yapısı dağılmış, şu anda Rusya’nın başını çektiği yeni bir federasyon kurulmuştur, Çeçenistan, bu federasyona imza koymamış ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Üstelik, günümüzde, bir federasyon çatısı altında yer alan devletler bile -Yugoslavya örneğinde olduğu gibi- bildiğiniz gibi, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya kendi kararlarıyla bir federasyon oluşturdukları halde, sonradan, gene kendi kararlarıyla bu federasyona son vermişler ve bu durum, diğer milletler tarafından da tanınmıştır.

Bütün bu hakikatler ortadayken, bugün, bağımsızlık mücadelesi veren Çeçenistan’a karşı Rusya’nın girişmiş olduğu harekât tam anlamıyla uluslararası belgelere aykırı, insanlık dışı, üstelik her bakımdan bir katliama dönüşen bir harekât iken, kalkıp da, Türkiye’nin “bu mesele, Rusya’nın içişleriyle ilgili bir meseledir” demesi ayıptır; Türkiye’ye yakışan bir davranış değildir arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, tabiî, Çeçenistan’da meydana gelen olayları değerlendirirken, Türkiye’nin bugüne kadar izlemiş olduğu dış politika anlayışını ve maalesef, dış politikadaki yetersizliklerimizi de, bir şekilde bilmekte, hatırlamakta ve meseleyi bu perspektif içinde değerlendirmekte fayda vardır.

Sayın milletvekilleri, üzülerek ifade ediyoruz ki, Türkiye, dış politika konusunda, sağlam prensiplere, hedeflere, stratejilere bugüne kadar sahip olmamıştır; maalesef olmamıştır! Bu, her meselede ortadadır; Yunanistan’la ilişkilerimizde de bu gözükmektedir, Kıbrıs konusunda da bu ortaya çıkmıştır, Kuzey Irak meselesinde de ortaya çıkmıştır, Türk cumhuriyetleriyle ilgili olarak da ortaya çıkmıştır, Bosna-Hersek meselesinde de öyledir, Çeçenistan meselesinde de öyledir.

Halbuki, değerli arkadaşlar, bir ülkenin, bir devletin dış politikası, belli, önceden tespit edilmiş, sağlam hedeflere göre tanzim edilmek mecburiyetindedir ve bu hedeflerde şaşma olmaz. İktidarlar değişebilir; ama, devletin tespit ettiği bu millî hedefler -ki, bunlar, millî menfaatlara göre belirlenmiş olmalıdır- asla değişmez. Eğer siz, bir devletseniz, bu böyledir.

Dış politika, günübirlik kararlarla, günübirlik anlayışlarla ve üstelik ikide bir değişen insanlarla yönetilecek, yürütülecek bir çalışma değildir; ama, maalesef, Türkiye’nin dış politikası, Öteden beri, böyle bir anlayış içinde, âdeta el yordamıyla yürütülmektedir.

Değerli arkadaşlar, dış politikamızda devamlılık görülmediği gibi, maalesef, sağlam istihbarat bilgisine dayanan bir gerçekçilik de olmamıştır. Bunun örneğini, 1992 yılında Türk cumhuriyetlerine gittiğimiz zaman gördük. Resmî bir heyetle oraya giderken, Türkiye Büyük Millet Meclisinden doküman istedik. Oradaki elçilikler yeni açılıyordu. Maalesef, şunu gördük: Devletin elinde, Türk cumhuriyetleriyle ilgili, milletvekillerine verilecek doğru dürüst, tatmin edici bir belge, bilgi bulunmamaktaydı. Bunu üzülerek, bir hakikat olarak ifade ediyorum.

Kimse birtakım mazeretlere sığınarak ve bir savunma gayreti içine girerek meseleyi ele almamalıdır; Türkiye’de, hiçbir parlamenter arkadaşımız, bu meseleleri, basit siyasî çekişmeler hududu içinde de değerlendirmemelidir ve şunu da bütün samimiyetimle belirtiyorum ki, bu eleştirileri, asla, partizan bir gayret içinde olmadan, tamamen millî duygularımı, kalbimi dökerek ifade ediyor, bunların doğru olduğuna, bu yanlışların yapıldığına inanıyor ve bu yanlışların düzeltilmesini temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, dış politikada, bugüne kadar, göz ardı edilen hususlardan birisi de mütekabiliyet ilkesi olmuştur. Bu, bütün ilişkilerimizde, maalesef, her olayda gözetlenebilecek bir durumdur. Mesela, düşünün, dışarıdan, Amerika’dan bir senato üyesi, kalkar gelir, -Türkiye’de normalde, bunun muhatabı, sözgelimi, aynı derecede bir makam olması gerekirken- Cumhurbaşkanına
kadar teklifsiz gider, görüşür.

Böyle bir dış politika anlayışı olmaz arkadaşlar. Türkiye’den, herhangi bir Parlamento heyeti gittiği zaman, Devlet Başkanına kadar görüştürülüyor mu; Batıda böyle bir anlayış var mı? Onlar, böyle bir tutum içinde olmazken, Türkiye’nin itibarını, onurunu zedeleyerek, birileri, nasıl, dışarıdan gelen sıradan, herhangi bir milletvekilini, herhangi bir parlamento üyesini, Cumhurbaşkanına kadar götürür ve Cumhurbaşkanı da bu görüşmeyi kabul eder?! Bunu, normal diplomatik teamüller içinde kabul etmek mümkün değildir arkadaşlar.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Biz misafirperveriz ya(!)..

RECEP KIRIŞ (Devamla) – Kıymetli arkadaşlarım, diğer taraftan, maalesef, Türk dış politikası, uzunca bir zamandan beri büyük bir hareketsizlik ve pasifizm içindedir; hiçbir konuda, risk alma cesaretini göstermeyen, tutuk, çekinser ve dünyayla beraber hareket edelim gibi muğlâk bir anlayışın içine sığınmış bir vaziyettedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, dış politikada “dünya ilç beraber hareket etmeye mecburuz” anlayışını terk etmek ve kendi millî menfaatlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Çünkü, siz, “biz, dünyayla beraber hareket etmeye mecburuz” derseniz; işte dünya, Bosna-Hersek’teki katliama seyirci kalıyor, işte dünya, Kıbrıs’ta sizi haksız görüyor, işte dünya, Türkiye’nin bölünmesi için elinden gelen her şeyi yapıyor, işte dünya, Azerbaycan, Ermenistan tarafından işgale tabi tutulurken, Azerbaycan’ın değil, Ermenistan’ın yanında yer alıyor, işte dünya, tamamen haklı olan Çeçen kardeşlerimizin değil, Rusya’nın yanında yer alıyor; ama, siz “biz, dünyayla beraber hareket etmeye mecburuz” diyerek, haksızın yanında yer alamazsınız….

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen bağlar mısınız.

RECEP KIRIŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, takdirinize sığınırak, benden önce konuşan arkadaşımın da şahsi söz hakkı vardı; herhalde süreleri birleştirdiniz diye düşündüm. Arkadaşım 22 dakika konuştu. Eğer lütfederseniz, konuşmamı tamamlayayım.

BAŞKAN – Buyurun.

RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bunları acı bir tespit olarak ifade ediyorum. Kıymetli arkadaşlar, bu tespitlerimiz, maalesef, her konuda müşahhas olaylarla da ortadadır. Biz diyoruz ki, Türk dış politikası, böyle sağlam esaslara dayandırılmadığı için her konuda, maalesef, başarısızdır.

Benden sonra başka parlamenter arkadaşlarımız da konuşacak; Hükümet olarak da cevap verilecek; belki, verilecek cevaplarda “Hükümet olarak biz, elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” denilecek; ama, öyle değil arkadaşlar.

Bugün, Türkiye’den başka, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıyan ikinci bir devlet yoksa, eğer bugün Irak’a karşı uygulandığı ifade edilen petrol ambargosu, Türkiye’ye karşı uygulanırken ve Türkiye, parasını ödemiş olduğu petrolünü, petrol boru hattından almayı gerçekleştiremiyorsa, “Çekiç Güç” diye ihdas edilen heyula, Kuzey Irak’ta oldu bittiyle bir uydu devlet ortaya çıkarmak için, gözlerimizin önünde her şeyi yapıyorsa ve eğer Türkiye, Batı Trakya’daki soydaşlarının, Kuzey Irak’taki Türkmen kardeşlerinin hakkını, hukukunu savunamıyorsa, maalesef, o zaman başarılı bir dış politikadan bahsetmek mümkün değildir.

Diyanet İşleri Başkanının Batı Trakya gezisine Yunanistan izin vermemiştir; ama, Türkiye, maalesef, Fener Patriğine her türlü imkânı tanımış ve Fener Patriği kendisini dünya çapında bir merkez ve devlet haline getirmek için, Vatikan örneği bir yapı oluşturmak için âdeta her şeyi yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir. Eğer, mütekabiliyetse, işte mütekabiliyet, buralarda hakkımızı hukukumuzu gözetmekle olur. Batı Trakya’da yıkılmamış cami bırakılmamış; ama Fener Patrikanesinin bir tarafından, yol genişletme çalışması sebebiyle duvarın birkaç metre içeri alınması zarureti icap ettiği zaman, Fener Patrikanesi dünyayı ayağa kaldırmıştır.

Değerli arkadaşlar, bütün bunları gözardı edemeyiz!

Bugün, bildiğiniz gibi, Yunanistan Oniki Adayı – Lozan Antlaşmasına göre silahtan arındırılmış bölge olarak kalması gerekirken- maalesef, sonuna kadar silahlandırmış ve bu tutumundan vazgeçmemiştir.

Başarılı dış politika; Yunanistan ya Lozanla bağlı olduğu ahdî taahhütlerine bağlı kalır ve Oniki Adayı silahtan arındırır ya da Lozan’ın bize getirmiş olduğu yükümlülükleri biz de tanımıyoruz ve bundan sonra doğacak neticelerden Yunanistan sorumludur diyebilmektir. Türkiye bunları yapmaya mecburdur. Evet, ifade ediyorum, Türkiye Oniki Adayı silahtan arındırmaya mecburdur, 12
mil iddialarını neticelendirmeye mecburdur. Kıbrıs meselesinde “artık gelin, federasyonu görüşelim” mantığından ayrılmak ve daha çok Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini güçlendirmek ve dünyaya tanıtmak mecburiyetinde olduğunu bilmek durumundadır.

Değerli arkadaşlar, maalesef, Yunanistan ve Kıbrıs konusundaki hatalar, bugün Çeçenistan örneğinde olduğu gibi, Azerbaycan konusunda da aynen yapılmıştır. Ermeniler, Azerbaycan’a ilk saldırdıkları zaman, Türkiye “biz, Kızılorduyu karşımıza alamayız; biz, Kızılrduyu karşımıza alırsak, bu, millî menfaatlarımıza uygun olmaz” diye açıkça beyanlarda bulunmuş ve bunu, maalesef, en yüksek makamlarda bulunan yetkililerimiz ifade* etmişlerdir. Netice ne olmuştur; netice işte ortadadır: Türkiye, olayın başından itibaren o şekilde tavır koymasaydı, Ermenistan, Azerbaycan topraklarında bir adım gidemezdi.

Bir İsrail kalkıyor, Irak’taki nükleer santralı “benim gelecekteki millî menfaatlarıma ve güvenliğime terstir; benim geleceğimi tehdit etmektedir” diyerek bombalayabiliyor ve geçenlerde tekrar beyanlarda bulunuyor “İran, nükleer santral girişiminde bulunuyor; eğer, İran, bu teşebbüsüne devam ederse, ben, bombalayabilirim” diyor. Bunu da Amerikan basını gündeme getiriyor ve kimse sesini çıkarmıyor; ama, Türkiye, Ermenistan’daki bir nükleer santral konusuyla zerre kadar ilgilenmiyor ve herhangi bir beyanda bulunmuyor; oradaki bu nükleer santralın, Türkiye bakımından, Türkiye’nin geleceği ve güvenliği bakımından bir tehdit oluşturup oluşturmayacağı konusunu tartışmaya açmıyor. Bir İsrail neden bunu yapabiliyor da Türkiye neden yapmıyor değerli arkadaşlar?!

Kıymetli arkadaşlarım, sözlerimi, Çeçenistan konusunda yapılması gereken şeylerle bitirmek istiyorum.

Kıymetli arkadaşlar, Türkiye’nin, Çeçenistan konusunda da yapabileceği çok şeyler vardır; ama, Türkiye’nin, evvela, bu pasif ve fevkalade uyuşuk siyaseti terk etmesi, kendi büyüklüğünün ve kendi avantajlarının farkına varması lazımdır. Evvela, şu tespiti doğru yapalım: Bugün, Çeçenistan’da meydana gelen olay, Rusya’nın kendi başına, kimseye haber vermeden yaptığı bir girişim değildir. Şunu, huzurlarınızda, Parlamentoya ve bütün dünyaya ifade ediyoruz ki, eğer, Rusya, bugün, Çeçenistan’ı işgale başlamışsa, burada, en az Rusya kadar, Amerika Birleşik Devletleri sorumludur, Batılı ülkeler sorumludur, Birleşmiş Milletler sorumludur ve AGİK sorumludur.

Değerli arkadaşlar, size, şunu samimi olarak ifade etmek istiyorum ki, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı ülkelerin onayı olmadan, Rusya, Çeçcnistan’a giremezdi. Evet; çünkü, gırtlağına kadar borca batan ve gırtlağına kadar borca battığı için Amerika Birleşik Devletlerinin ve Batılı ülkelerin kredisine muhtaç olan Rusya, eğer, onlar kesin bir tavır ortaya koysunlar, bir adım ileriye gidemezdi. O hale göre, hadiseyi doğru değerlendirmek lazımdır. Maalesef, Batılı müttefiklerimiz ve ABD, Türkiye’nin bu meselede fevkalade hassas olduğunu yeterince anlayabilmiş ve Türkiye de onlara bu konudaki hassasiyetini yeterince anlatabilmiş değildir.

Siz, hadise başladığı zaman “bu, Rusya’nın iç meselesidir” derseniz, o zaman, elbette ki, onlar ona göre bir tavır ortaya koyacaklardır; ama, Türkiye olarak, oradaki insanlar bizim soydaşlarımızda, bizim kan kardeşlerimizdir, bizim din kardeşlerimizdir, bizim akrabamızdır dcseydik durum daha değişik olabilirdi.

Dolayısıyla, oradaki insanlara karşı yapılacak bir muameleye, eğer, ABD mâni olmaz, eğer, Batılı ülkeler mâni olmazsa, bu, Amerika’yla, Batılı ülkelerle olan bütün ilişkilerimizi etkiler ve zaten birçok konuda Batı’ya ve ABD’ye karşı, Türk halkında meydana gelen antipati daha da artmış olur. Türkiye, bunu yapmayın, bu hataya düşmeyin diyebilmeliydi; ama, dün dcmediysek eğer, bugün, bunu demek mecburiyetindeyiz ve kesin bir surette -şu an huzurlarınızda ifade ediyorum, önümüzdeki günlerde AGİK zirvesi var- Türkiye, konuyu AGİK zirvesinde gündeme getirmeye mecburdur ve özellikle altını çizerek ifade ediyorum, Amerika Birleşik Devletlerine şunu anlatmak mecburiyetindeyiz: Biz, Amerika’yla ikili ilişkilerin gelişmesinden yanayız; bir müttefik olarak, bugüne kadar her konuda üzerimize düşeni yaptık; bu millet, Amerika’yla ittifak uğruna, ta Kore’ye asker gönderdi, orada sayısız evladını şehit verdi; ama, Amerika, kendisi için, bugüne kadar müttefiklik uğruna her türlü fedakârlığı yapmış olan Türk Milletinin hassasiyetini göz önünde bulundurarak, Bosna’daki sessizliğini, Kıbrıs konusundaki Rum yanlısı tutumunu, Kuzey Irak’taki aleyhimizdeki politikalarını, Azerbaycan’daki yanlışlığını, Çeçenistan konusunda sergilememeli ve Rusya’nın müdahalesine daha fazla seyirci kalmayacağını ortaya koymalıdır. Bu meselede yapılması gereken en önemli şey budur.

Değerli arkadaşlar, Amerika’nın tavrı karşısında “bundan bir süre önce gerçekleşen Yeltsin ve Clinton zirvesinde, acaba, bunlar konuşuldu, karara bağlandı da, şu an, bu kararlar tatbik safhasına mı konuluyor” diye, milletimiz, ister istemez, sormaktadır.

Kıymetli arkadaşlar, bu arada şunu ifade etmek isterim ki, biz, devlet olarak, Türk Milleti olarak, bu konudaki hassasiyetimizi bütün uluslararası platformlarda ortaya koymalıyız ve İktidar da, bu konuda, halkın tamamen kendi hislerini ifade ederek ortaya koyduğu birtakım gösterilere karşı, bunları yasaklayıcı, sınırlayıcı, bunlara karşı mani olucu bir pozisyona girmek yerine, tersine, bunlara her türlü yasal desteği sağlamak suretiyle, Türk halkının, Türk Milletinin, Rusya’nın girişmiş olduğu bu insanlık dışı katliama karşı olan protestolarını, bütün dünyaya daha fazla ve daha gür bir sesle duyurmak mecburiyetindedir.

Sayın milletvekilleri, diyeceksiniz ki, Türkiye olarak biz elimizden geleni bir bakıma yapmaya çalıştık; işte, Kızılay aracılığıyla ilaç yardımı yaptık. Elbette ki, bunların yapılması lazım; ama, ben, şurada, hepinizin vicdanlarına soruyorum: Türkiye’nin bir şekilde Çeçenisfan’a yapmış olduğu tıbbî ilaç ve malzeme yardımını, Rus yetkililerine mi teslim etmesi lazım?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kırış, lütfen konuşmanızı bağlar mısınız.

RECEP KIRIŞ (Devamla) – Son sözlerimi söylüyorum.

Bize göre, bu malzeme, Rus yetkililerine teslim edilmek yerine, bunun dağıtımında, bizzat, Türk yetkililerinin görev alması temin edilmeliydi; çünkü, bugün, Çeçenistan’da sivil halkı bombardıman eden, hastaneleri bile bombardıman eden Rusya’nın, bu tıbbî malzemeyi, Çeçenistan’daki kardeşlerimize ulaştıracağına inanmıyoruz.

O bakımdan, Türkiye, bütün bunları göz önüne alarak, aktif bir siyaset izlemek ve söylediğim gibi bütün dünyaya bu meselenin, Türkiye’yi, Türk milletini çok yakından ilgilendiren bir mesele olduğunu anlatmak mecburiyetindedir; ama, maalesef biz, elimizdeki kozları, avantajları hiçbir zaman kullanmadık. Burada, Çekiç Güç’ün görev süresi 6 ay uzatılacağı yerde, son anda, neredeyse 1 yıla çıkarılacaktı. Amerikayla Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması, Üsler Anlaşması ikide bir gündeme gelir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RECEP KIRIŞ (Devamla) – …ve bunlar, her yıl Parlamentoda görüşüleceği yerde Parlamentonun dikkatine bile sunulmaz; Türkiye’nin hakları, hukuku böyle savunulmaz ve böyle bir Türkiye, uluslararası planda etkili olamaz.

Değerli arkadaşlar sözlerimi bağlıyorum. Bugün aldığımız haberlere göre, Rusların çok güvendikleri Omon birlikleri, yeni bir mağlubiyetle karşı karşıya kalmışlar ve cepheden kaçmışlardır. Dolayısıyla zafer, hakkın ve Hakka inananlarındır diyor, Çeçenistan’da bağımsızlık uğruna mücadele verirken şehit olanları rahmetle anıyor ve Çeçenistan’ın, önünde sonunda, mutlaka bağımsızlığa kavuşacağını ifade ediyorum.

Yaşasın Çeçen kardeşlerimizin hürriyet ve bağımsızlık mücadelesi.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Abdüllatif Şener, kişisel konuşma hakkınızı veriyorum. Grup sözcüsü de siz misiniz?

ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Evet.

BAŞKAN – Şahsınız ve Grubunuz adına süreniz 30 dakikadır. Buyurun.

RP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, gündemde böylesine Önemli bir konu varken, İçtüzüğün 38 inci maddesine göre verilen önergelerle, konunun öneminin dağıtılmasını, hakkın iyiye kullanılması olarak değerlendirmediğimi burada ifade etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, 11 Aralık 1994 günü Rus birlikleri Çeçenistan’a girdiler. 2 saat içerisinde Grozni’yi alacaklarını iddia ediyorlardı; ama Ruslar, Çeçenistan’da perişan oldular. 30 gündür Çeçen direnişi kırılamamıştır; Kuzey Kafkasya’da, tarih âdeta yeniden yazılmaktadır; bu bölgedeki insanlar destan yazmaktadırlar.

Çok kapsamlı sonuçları olan bir destandır bu; siyasal sonuçları vardır, ekonomik sonuçları vardır, diplomatik sonuçlan vardır, sosyolojik sonuçları vardır. Bu bakımdan olayı, sadece bölgede cereyan eden bir hadise olarak değerlendirmek yanlış olur, eksik algılamak olur. Ufuklarımızı, dünyada cereyan eden bütün hadiselere kapsamlı bir şekilde yöneltmek zorundayız, bu hadiselere hepsinden daha fazla duyarlı olmak zorundayız.

Grozni harekâtı Rusya için bir felaket, bir kâbus olmuştur. Grozni, bir Rus parlamenterin ifadesiyle, Rus zırhlı araçlarının âdeta mezarlığına dönüşmüştür; yüzlerce ölü ve esir bırakmışlardır.

Rus ordu komutanı bile, bu cephede Çeçenler tarafından öldürülmüştür; büyük bir hezimet yaşamışlar ve büyük bir başarısızlık örneği sergilemişlerdir. Paraşütle çıkarma yapmak isteyen Rus askerlerini Çeçen köylüleri bile esir almışlar, Rus savunma hatlarını yararak esirleri Grozni’ye, Cahar Dudayev’in kuvvetlerine teslim etmişlerdir.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Çeçenistan Ruslara mezar olacak.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Kriz içindeki Rus ekonomisi, Çeçenistan harekâtının maliyeti altında ezilmeye başlamıştır ve daha şimdiden 5 milyar dolarlık bir maliyetten söz edilmektedir. Ama tüm bunlara karşılık, Rusya’daki demokratikleşme beklentileri de tersine dönmüştür. Yeltsin, bir avuç savaş yanlısı askerin kuklası haline gelmiştir. Savunma Bakanı Pavel Graçov’a söz geçirip geçiremediği bile tartışılır olmuştur. Resmî görüşe uygun yayın yapılmadığı için, gazetelere sansür koymuşlar, resmî radyo ve televizyon kurumu genel müdürünü görevden almışlardır.

Tankların üzerinde demokrasi havarisi kesilen Ycltsin, kendi parlamentosunu topa tutan bir diktatör olarak, Çeçenistan olaylarıyla birlikte diktatörlük yolunda ilerlemektedir. Bu yüzdendir ki, Mihail Gorbaçov olayları değerlendirirken “Rusya’nın yavaş yavaş diktatörlüğe kaydığını” söylemektedir.

Yeltsin’in danışmanı da aynı şekilde, “Yeltsin’in demokratik niteliğini kaybettiğinden” söz etmektedir, “hükümetin demokratik kanadının zayıfladığını” ifade etmektedir. Tüm bu olaylar, aynı zamanda Rusya’da siyasî çalkantılara, iç tepkilere yol açmaktadır; Rus milletvekilleri, aydınlar, halk, Çeçenistan’ın işgaline karşı tepkilerini ortaya koymaktadır. Yapılan kamuoyu yoklamalarında Rus halkının yüzde 74’ü, Çeçenistan’ın bağımsızlığının tanınması yönünde görüş bildirmişlerdir.

Savaş yapılması ve bağımsızlığa ret görüşünde olanlar, Rus halkının sadece yüzde 5’idir. Harekâta karşı gelen askerler, istifa eden generallerle ilgili haberler, basında yer almaktadır.

Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma’nın Başkanı İvan Rıbkin bile, siyasal çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Bu ortam içerisinde olay, sadece Kuzey Kafkasya’da cereyan eden bir olay olarak değerlendirilemez.

Moskova bile kendisini ateş hattında hissetmeye başlamıştır. Rusya Federasyonu, dağılmanın eşiğine gelmiştir. Kuzey Kafkasya’daki 6 özerk cumhuriyet, işgale son verilmesi için, Rusya’yı uyarmışlardır.

Tüm bu hadiseler dünyayı yakından ilgilendirmektedir; ama, bu hadiseleri ortaya çıkaran güç, 1,5 milyonluk nüfusa sahip Çeçenlerin ortaya koyduğu kararlılık, azim ve savaşma gücüdür. Karşılarındaki güç, 150 milyonluk Rusya’dır; kendilerinden yüzlerce değil, binlerce misli maddî güce sahip Ruslara karşı, âdeta bir başarı savaşıdır bu. Bağımsızlık için, vatan için, onuru için çarpışan 1,5 milyon insanın destanıdır bu.

Aslında, bu olay Çeçenistan için olduğu kadar, aynı zamanda bütün Kuzey Kafkasya için, önemli bir hadise olarak değerlendirilmelidir. Çeçenistan olayları, Kuzey Kafkasya’nın, birkaç yüzyıldır süren hürriyet ve bağımsızlık mücadelesinin son aşamasıdır, son merhalesidir. Bu yüzden, Abhazalar, Adigeler, Kabartaylar, Karaçaylar, Malkarlar, Avarlar, Lezgiler tüm Kuzey Kafkasya Halklarının gönülleri Çeçenistan’da atmaktadır.

Kuzey Kafkasya’daki mücadele, yalnızca, bir aylık bir bağımsızlık mücadelesi değildir. Bir avUç insanın, yılmadan, iki ikibuçuk asırdır, Ruslara karşı vermiş olduğu bir mücadelenin son örneğidir.

Bu bölge, Rusya’nın, öteden beri, sıcak denizlere inme stratejisine karşı direnen bir şerit olmuştur. Bu yüzden, bu onurlu ve kararlı mücadele klasikleşmiştir. Kuzey Kafkasya’nın özgürlük mücadelesi, Tolstoy’un eserlerine bile,konu olmuş, klasikleşmiştir. Tolstoy, burada yaşayan insanların var olma ve hürriyetlerini koruma mücadelelerini, bir devedikeninin, kendisine saldıranların ellerini parçalayışını tasvir ederek, dile getirmektedir.

Buradaki onurlu mücadele, Rusların, Kuzey Kafkasya’ya 1783 yılındaki ilk saldırısıyla başlamıştır. İmam Mansur’un önderliğinde başlayan bu mücadele, Gazi Muhammed, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil dönemleriyle sürmüştür. 1859 yılında, Şeyh Şamil’in teslim olmasıyla birlikte, Kuzey Kafkasya’nın tarihinde sürgünler, göçler ve soykırım yaşanmaya başlanmıştır. Büyük bir göç dalgası bu yıllarda yaşanmış; Kuzey Kafkasya’dan, Türkiye’ye, binlerce, yüzbinlerce insan bu yıllarda göç etmiştir; ama, Kafkasya’nın bağımsızlık mücadelesi durmamış, son bulmamış, 1877 ve 1878 yıllarında Ali Beg önderliğinde, bu mücadele yine şahlanmış; 1917 Ekim Devriminin ardından, İmam Necmettin ve Şeyh Uzun Hacı önderliğinde, Sovyet rejimine karşı beş yıl savaşmışlardır.

1928, 1934, 1940 ve 1942 yılları arasında, Kuzey Kafkasya’daki özgürlük mücadelesi devam etmiştir; ama, bu mücadelenin hazin bir sayfası vardır ki, bunu biraz aralamak istiyorum. 1944 yılında Çeçen-İnguşlar, Karaçaylar, Malkarlar topyekûn, bütün bir halk olarak, sadece bir kısmı değil, yarısı değil, tamamı, Sibirya ve Kazakistan’a sürülmüşlerdir. Dünya bu olayı, ancak 1947 yılında öğrenebilmiştir; ama, bu sürgün olayları sırasında da direnmeler ve bu direnmelere karşı Rus emperyalizminin katliamları olmuştur. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, gençler, ellerinde 40 kilogramlık bavullarla tren vagonlarına yüklennilerek bu vagonların kapıları mühürlenmiş, canhıraş hıçkırıklara karışan tekerlek gürültüleri arasında, Sibirya’ya gönderilmişlerdir. Önlerinde cellatlar kadar zalim bir istikbal, gerilerinde sevgili vatan, dağlar, ovalar, cedlerinin mezarları, camiler, köyler, aç köpekler ve kediler bırakarak…

Böylesine bir toplu, zorunlu göç neticesinde, bütün mallan ve toprakları Ruslara bırakılmıştır, Ruslar tarafından el konulmuştur, yerlerine Rus köylüleri yerleştirilmiştir; ama, bu Kuzey Kafkasya insanının, onur mücadelesi, haysiyet ve bağımsızlık mücadelesi son bulmamıştır. Sibirya’da direnmeye devam etmişlerdir. Sibirya’daki direnmelerde, yarım milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Kurşuna dizilenler veya yalnız temerküz kamplarında can veren din adamlarının sayısının, 25 binden fazla olduğu ifade edilmektedir. 13 yıl Sibirya’da geçmiştir ve 1957 yılında vatanlarına dönmeye başlamışlardır. Bu yüzdendir ki, 37-51 yaş arasındaki Çeçenlerin hemen tamamı, Sibirya doğumludur. Sibirya’dan dönerken de, vatanlarına duydukları özlem içerisinde, Sibirya’da ölen yakınlarının kemiklerini bile Çeçenistan’a taşımışlardır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Bu 1,5 milyon insanın onurlu mücadelesi karşısında Soljenitsin, “Gulag Takımadaları” adlı kitabında, şu sözleri söylemekten kendisini alamamıştır: “asla boyun eğmemiş bir halk vardı; birisi, ikisi değil, bütün bir halk vardı ve bunlar Çeçenlerdi…”

Sibirya’da meydana gelen, Kuzey Kafkasya halklarına yönelik bu soykınm, zaman zaman uluslararası platformlara taşınmıştır. Yugoslavya’nın yıllarca diktatörlüğünü yapmış olan Tito bile, Sovyet yöneticilerine, her fırsatta büyük hakaretler yapmıştır “ve her toplantıda, onlara karşı: “Ey sapık vahşiler, Çeçen Ulusu nerede, onlara ne yaptınız” demekten çekinmemiştir. Böylesine bir toplu soykırım, bir katliam ve zorunlu göç olayı, Kafkasya tarihi açısından unutulmaması gereken bir hadisedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1946 yılında, ortaya bir milletin, topyekûn katliama tabi tutulamayacağı, yok edilemeyeceğiyle ilgili, bir Birleşmiş Milletler doktrini ortaya atılmıştır. Bunun neticesinde, Hitler Almanyasında Yahudilere yapılan soykırım, katliam sebebiyle Nürnbcrg Mahkemeleri kurulmuştur ve Yahudileri katleden Naziler yıllarca yargılanmıştır; ama, buna benzer bir mahkeme, katledilen Kuzey Kafkasya halkları için, maalesef, kurulmamıştır.

1948 yılında, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Konseyi, milletlerin yok edilmesini önlemek gayesiyle bir anlaşma kabul etmiştir. Bu anlaşmayı Sovyetler de imzalamıştır; ama, maalesef bu, nazarî bir karar olarak kalmıştır. Kafkasya için Nürnberg mahkemelerine benzer bir mahkeme kurulamamıştır; ama, bunun takipçisi olmak da bütün insanlığın görevidir.

Şimdi, Kuzey Kafkasya insanı, bu iki asrı aşkın mücadelenin arkasından, toprağına yapışmış devedikeni gibi, güçlü bir var olma mücadelesi veriyor. İki saatlik iş olarak gördüğü Grozni’ye bir aydır giremeyen bir Rusya vardır; girse bile, artık, cephelerin genişleyeceğini biliyor; Moskova’nın ve diğer Rus kentlerinin bir savaş alanına döneceğini biliyor. O takdirde, savaş alanı, Çeçenistan’dan çok, Rusya Federasyonunun her noktası olacaktır; bunu, yakinen biliyor ve hissediyor. Bir bataklığa saplandığının da farkındadır.

Çeçenistan’daki gelişmeler, Türkiye açısından fevkalade önemlidir. Çeçenistan’a, Türkiye’nin, elinden gelen her türlü yardımı yapması gerekmektedir; ancak, bu yardımı, o bölgede savaşan, onurunu ve özgürlüğünü korumaya çalışan insanları kurtarmak için yapmamalıdır; çünkü, orada mücadele veren insanların yardıma, desteğe ihtiyaçları yoktur; tek bir güvendikleri merci vardır, o da, âlemlerin Rabbi’dir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye’nin, o bölgedeki insanlara yardım etme zorunluluğu vardır; ama, bu yardımı, Türkiye, kendi ihtiyaçları için yapmalıdır, yoksa, Çeçenleri kurtarmak için değil.

Bu, müthiş bir direniştir; gerçekten, dünya dengelerini bozacak bir direniş olmuştur; koca “Rusya efsanesi” 1,5 milyonluk Çeçen direnişiyle yıkılmıştır. Bu direniş, Çeçenlerin, Türkiye’ye, yeni bir strateji hediyesidir. Onlar, bize, yeni bir strateji hediye etmişlerdir. Biz, Türkiye olarak, bu yeni stratejiye sahip çıkmak zorundayız.

Rusya’nın yakın çevre politikası, Türkiye için önemli bir tehditti. Yeltsin, -Graçov- Kozirev üçlüsünün, Jirinovski tarafından takdis edilen bu polikasının, artık, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından destek bulması kolay değil; çünkü, Rusya’nın bir kartondan kaplan olduğunu, Kuzey Kafkasya’daki bu direniş ortaya çıkarmıştır ve Rusya’nın yakın çevre politikası iflas etmek üzeredir; ama -bu noktada hemen Sayın Hükümetin hatırlamasını,diliyorum- bu yakın çevre politikasıyla Rusya, aklına geldikçe Kuzey Kafkasya’ya müdahale etmiştir. Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) konusunda, sürekli yeni talepler dile getirmiş; yayılmacı davranışlarda bulunmuştur. Bu politika yüzünden Ortadoks Sırplar, başları her sıkıştığında, Moskova’nın meydan okumasını sağlamışlar ve Bosna-Hersek’te, Batı’nın geri adım atmasına sebep olmuşlardır.

Eğer, bugün Bosna-Hersek’te katliam yaşanıyorsa; yüzlerce binlerce çocuk katledilmiş,” kadınların ırzına geçilmişse, işte bu, Rusya’nın yakın çevre politikasının Batı tarafından destek görmesi yüzündendir; ama, bugün, Kuzey Kafkasya’daki Çeçen direnişi, Rusya’nın bu politikasını ve efsanesini yıkmak üzeredir. Bu yıkıldığı takdirde, Bosna-Hersek’teki insanlar da özgürlük kazanacaklardır,
hürriyet kazanacaklardır, onur kazanacaklardır, şahsiyet kazanacaklardır.(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sadece Bosna-Hersek’e tanınan bir hürriyet ve özgürlük için değil bu direniş; aynı zamanda, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ ihtilafı bile, Rusların gücü büyütüldüğü için adil bir çözüme kavuşturulamamıştır. Bu konuda Türkiye’nin çekingen tavırlar içerisine girmesinin sebebi, Rusya fobisidir, Rusya’nın yakın çevre politikasıdır; ama, Kuzey Kafkasya’da direnen güçler, o 1,5 milyon insanın direnci, Rusya’nın, Azerbaycan’daki bu yakın çevre politikasını da yıkmak üzeredir.

O bakımdan, diyoruz ki, bu direniş aslında yardıma muhtaç değil; bu direniş Bosna-Hersek’e yardım etmektedir; bu direniş Azerbaycan’a yardım etmektedir. Elçibey’i yerinden eden -Bakü’deki- ayaklanmaya ve petrol anlaşmasına Türkiye’nin tepkisizliğinin sebebi de aynı Rus fobisiydi; birçok ulusal sorun “Rusya ne der” endişesine kurban ediliyordu.

Sayın Başbakan Çiller’in Rusya gezisini hepimiz hatırlıyoruz. Sayın Başbakan “dünya olaylarına aynı pencereden bakıyoruz” diyerek, Türkiye’nin Orta Asya çıkarlarını, Moskova’da feda ediyordu; ama, Kuzey Kafkasya’daki 1,5 milyon insanın direnişi, Sayın Başbakana, bu Rusya fobisinin (korkusunun) geçersiz olduğunu inşallah öğretmiştir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Türkiye -kim ne derse desin- Rusya ile, Tuna boylarından, Balkanlardan başlayarak Kafkasya’dan, Hazar’dan geçip Tanrı Dağlarına, Orta Asya’ya ulaşan bir yay ekseni üzerinde, jeostratejik bir çekişmenin, istemese de tarafıdır. Balkanlar da, Rusya ile jeopolitik, jeostratejik çekişmenin içindedir; Kafkasya da içindedir; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de bu çekişmenin içindedir. İşte, Çeçen direnişi, Türkiye’nin önüne mükemmel bir strateji imkânı ortaya çıkarmaktadır. Türkiye, bunu, değerlendirmek zorundadır; Dışişleri bunu, değerlendirmek zorundadır; fakat, öngörüşmede olduğu gibi, bugün de maalesef, Dışişleri bürokrasisi burada yoktur. Aynı zamanda bu direnişin, Türkiye’nin, Kuzey Kafkasya’daki, Azerbaycan’daki petrol menfaatllanyla da yakinen ilgilisi bulunduğunu Hükümetin bilmesi ve izlemesi gerekmektedir.

Çeçenistan olayları, Rusya’nın petrol boru hattı politikasını da âdeta altüst etmiştir. Herkesin yakinen izlediği bir gerçek vardır: Orta Asya, Hazar hatta Hazar’ın doğusundaki doğalgaz ve petrol kaynakları üzerinde Batı ile Rusya’nın, Türkiye ile Rusya’nın arasında, adı konmamış bir çekişme vardır. Azerbaycan petrolünün, Novorossisk’ten Karadcnize veya Türkiye üzerinden Akdenize indirilerek pazarlanması konusu, Türkiye ile Sovyet Rusya arasında, Rusya Federasyonu arasında önemli bir çekişmenin, adı konmamış rekabetin kendisidir ve Novorossisk’e ulaşması için, yolun temizlenmesi lazımdır; Çeçenistan engelinin ortadan kaldırılması lazımdır; çünkü, bütün yollar, petrol hatları Grozni’den geçmektedir. İşte, burada meydana gelen Kuzey Kafkasya direnci, petrol politikası konusunda Türkiye’ye yeni bir ufuk açmaktadır; Türkiye’ye, Azerbaycan petrollerinin yolunu açmaktadır; Hazar petrollerinin yolunu açmaktadır. Orada mücadele eden, özgürlüğü için, onuru için, haysiyeti için savaş veren 1,5 milyon insan, aynı zamanda Türkiye’nin petrol çıkarları için de mücadele vermektedir; (RP sıralarından alkışlar) ama, Türkiye’nin bunu anlayabilmesi, idrak edebilmesi gerekmektedir; maalesef, tüm bu gerçeklere karşılık Türkiye, tribünden maç seyreder gibi olayları izlemektedir. Cesaretli ve aktif bir politika -hiçbir konuda olmadığı gibi- Kuzey Kafkasya konusunda da ortaya konulamamıştır; çekinserlik ve uyuma politikaları, uyum politikaları izlenmektedir. Bu uyum ve çekingenlik politikaları içerisinde Türkiye şimdiye kadar ne elde etmiştir; dünya siyasetinde aktif politika uygulayan ülkeler kazanmıştır, şahsiyetli tavır alan ülkeler kazanmıştır…

Örneğin, son on yılın olaylarını komşularımıza bir bakarak değerlendirin. Düne kadar Rus politikasının maşalığını yapan Suriye, bugün Amerika Birleşik Devletlerinin himayesinden cömertçe yararlanıyor; ama, dün Rus politikasının maşalığını yaptığı için Amerika ve diğer Batı ülkeleri Suriye’yi cezalandırmıyor. Sayın Başbakan, Amerikan Başkanı Clinton’la Washington’da 10 dakikalığına görüşebilmek için Türkiye’de uğraşır, didinir dururken; Suriye Başbakanı Hafız Esad, üstelik Amerika’ya gitmeden, Cenevre’de, Clinton’la 3,5 saat konuşuyor ve pazarlık yapıyor. Ama, Suriye’nin şimdiye kadar uyguladığı Rusya güdümündeki politikaları, bugün, Amerika tarafından himayeye mazhar ülke haline getirilmesine engel olmamıştır.

Diğer bir örnek Yunanistan. NATO’nun askeri kanadından çekilme pervasızlığını gösteren Yunanistan, Avrupa Birliğinin bugün en çok kaynak aktardığı ülke haline gelmiştir.

Bir başka örnek Bulgaristan. Soğuk savaşta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin resmî politikasından kıl payı ayrılmayan, dolayısıyla, mağlupların cezaya en müstahak olanı diye görülmesi gereken Bulgaristan’ın, üzerindeki yükleri de, bugün nasıl Türkiye’nin üzerine attığını hep birlikte izliyoruz.

Yıllar süren çekingenlik ve Batı’ya uyum politikaları sonucunda Türkiye hangi noktaya gelmiştir. Türkiye bugün, bu çekingenlik politikaları yüzünden, bütün komşularıyla gerginlik içinde olmanın sıkıntısını çekiyor, başından beri dünya satranç turnuvasında oyuna sokulamamış olmanın şaşkınlığını yaşıyor. İşte önümüzdeki örnekler duruyor. Aktif politika sergileyen ülkelerle Türkiye’nin çekingen politikalarının ortaya çıkardığı sonuçlar, hep birlikte izlediğimiz gerçekleri ortaya çıkarıyor; işte Bulgaristan, işte Yunanistan, işte Suriye ve Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlık.

Bu noktada diyoruz ki: Yeter artık, her şey ayağımıza gelmiştir. Öngörüşmeden beri, pek çok hadise cereyan etmiş; Kuzey Kafkasya’da otuz gündür bir mücadele devam ederken, Türkiye’nin önemli bir adım attığını söyleyebilmek mümkün değildir.

İnsanî yardım konusunda, yalnızca, mütevazı bir adım atılabildiğini söyleyebiliriz. Polemik konusu yapmak istemiyorum; ama, bu yardımların da, yerine ne kadar ulaştığı konusunda endişelerim olduğunu belirtmek istiyorum.

Sayın Cindoruk’un, Azerbaycan’daki görüşmelerdeki ifadelerini, Sayın Yasin Hatiboğlu Beyin, Meclis Başkanvekili olarak, İslam ülkeleri meclis başkanlarına gönderdiği mektupları, olumlu gelişmeler olarak burada zikretmek; ancak, Türkiye’nin, özellikle de Hükümetin, dünyanın gösterdiği duyarlılığı dahi göstermediğini belirtmek istiyorum. Amerikan Kongresi bile, Rusya’ya verilecek dış yardımları gözden geçirmeyi düşünürken, Uluslararası Af Örgütü, insan hakları ihlallerinden kaygı duyduğunu dile getirirken, Avrupa Birliği, Rusya ile yapılacak ticaret ve ortaklık anlaşmasının imzalanmasını erteleme kararı alırken, Türkiye’nin bu sessizliğine bir anlam verebilmek mümkün değildir; hem de 1,5 milyonluk Kuzey Kafkasya insanı, Türkiye’nin menfaatları için, hayatını, varlığını, neslini ortaya koyduğu halde. Norveç, Rusya’yı kınıyor, protesto ediyor. Estonya, üstelik, Rusya’nın koltuğunun altında bir ülke olduğu halde, Rusya’yı kınıyor; Çeçen Halkının, kendi kaderini tayin etme hakkı olduğunu ilan ediyor; ama, Türkiye’deki sessizlik devam ediyor.

Bu sessizliğe bir anlam vermenin mümkün olduğu kanaatinde değilim.

Türkiye, ne yapabilir; belki, somut öneriler beklenebilir; ama, ne yapılabilir konusunda, Türkiye’nin yapabileceği somut bazı durumlar vardır. Bunun, sağlıklı bir şekilde de değerlendirilmesi, yerine getirilmesi lazımdır.

Her şeyden önce birinci madde olarak, Türkiye, insan hakları ihlalleri sebebiyle Rusya’yı kınamalıdır. Bu konuda, Türkiye yalnız değildir; dünyanın çeşitli kuruluşları ve devletleri, insan hakları ihlalleri sebebiyle Rusya’yı kınamıştır. Herkesten önce kınaması gereken Türkiyenin, bu denli gecikmiş olmasına hiçbir anlam veremiyorum.

Grozni bombalanmıştır; sivillerin kaçtığı, saklandığı, yerleştiği köyler bombalanmıştır. Aldığımız bilgilere göre, 4 köy yerle bir edilerek imha edilmiştir. 4 bin metrenin üzerinden bile bomba atılması uluslararası savaş kurallarına göre aykırı iken, 10 bin metre yükseklikten, serseri bombalar sivil yerleşim bölgelerine atılmaktadır.

Rusya, Mozdok’a kimyasal silah yığınağı yapmaktadır. Çeçenistan Dışişleri Bakanı Şemseddin Yusuf un verdiği bazı bilgilere göre Rusya tarafından, kimyasal silahlar bile kullanılmaktadır. Hatta, Moskova’da, Rusya’nın diğer vilayetlerinde, Çeçenlere yönelik yargısız infazlar yapıldığına dair duyumlar, bilgiler almaktayız; ama, bugün, Türkiye’de, bunların hiçbirini kınamayan, çekingen, ürkek ve tribünden maç seyreder gibi Kuzey Kafkasya’yı seyreden bir Dışişleri ve bir dışişleri politikası vardır (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Tribünden değil, televizyondan seyrediyorlar.

ABDÜLLATÎF ŞENER (Devamla) – Başka ne yapılabilir; Türkiye, Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanıyabilir, tanımalıdır; Türkiye, bu konuda herkesten önce olumlu bir adım atmalıdır.

Paris Şartı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Helsinki Senedi, AGİK İlkeleri gibi bütün uluslararası hukukî metinler, bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkından; yani, selfdeterminasyondan bahsediyor. Öngörüşmeler sırasında da belirttiğim gibi, bu hak, İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda, Batı’da ve dünyada, sömürgeler için kullanılan bir hak olarak kabul edilmiştir ; ama, bugün, federasyonlar içerisindeki federe devletler için de tanınan bir hak olarak kabul edilmektedir; Batı tarafından da kabul edilmektedir; Amerika Birleşik Devletleri tarafından da kabul edilmektedir. Bundan dolayıdır ki, Yugoslavya Federasyonuna dahil Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, bu ilkeden hareketle, dünya tarafından bağımsızlığı tanınmış ülkelerdir.

Diğer taraftan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerin, 1990’larda Birlikten ayrılmasıyla, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Anayasası de facto ve de jure olarak, fiilen ve hukuken ortadan kalkmıştır. O yüzden, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini oluşturan bazı devletler, yeni bir anlaşma temelinde, Bağımsız Devletler Topluluğunu oluşturmuşlardır.

Aynı konu, Rusya Federasyonu için de geçerlidir. Rusya Federasyonu, Parlamentosunu kapatmıştır, Yeltsin, bombalamıştır; devlet, yeniden örgütlenmiştir, Sovyet Rusya’dan kalma bütün yasalar yürürlükten kaldırılmıştır ve Rusya Federasyonunu oluşturan federe birimler, yani özerk cumhuriyetler arasında ilişkilerin yasal çerçevesini oluşturmak için, 31 Mart 1992’de, Rusya Federasyonu Anlaşması yapılmıştır ve bu anlaşmaya göre Rusya Federasyonu kurulmuştur; ama, bu anlaşmaya, Çeçenistan, hiçbir zaman imza atmamıştır ve bağımsız olduğunu, sürekli, ilan etmiştir.

Çeçenistan ile birlikte Tataristan da önce imza atmamıştı ve o dönemlerde demokrasi havarisi kesilen Yeltsin, Tataristan’a “ne kadar istiyorsanız o kadar egemensizin” demişti; ama, daha sonra, bazı anlaşmalar çerçevesinde, Tataristan, diğer bir anlaşmayla Rusya Federasyonuna girdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen bağlayınız.

ABDULLATİF ŞENER (Devamla) – Fakat, Çeçenistan, hiçbir zaman, Rusya Federasyonu Anlaşmasına imza atmamıştır; Rusya Parlamentosu seçimlerine de katılmamıştır. Çeçenistan’da, halk tarafından seçilmiş bir Meclis ve halk tarafından seçilmiş Devlet Başkanı Cahar Dudayev vardır; meşru Devlet Başkanı budur. Eğer aralarında bazı ihtilaflar varsa, Rusya, halkın iradesiyle seçilmiş meşru devlet, başkanıyla diplomatik görüşmelerde bulunmalıdır.

Bu konuda, yani, Çeçenistan’ın bağımsızlığının tanınması konusunda, Türkiye’nin çekingen politika izlemesi yanlıştır. Türkiye, bu konuda tek örnek değildir. Bakın, Estonya, Çeçen Halkının kendi kaderini tayin hakkının garanti altına alınmasını istemektedir. Estonya, Rusya’nın burnunun dibinde ve Rusya karşısında güçsüz görünümde bir ülke olduğu halde, böylesine bir karar alabilirken, bunu, dünyaya deklare edebilirken, Türkiye’nin bu konuda çekingen davranmasını gerektirebilecek hiçbir şey yoktur.

Sayın Bakan, öngörüşmeler sırasında, milletvekillerine, Çeçenistan olayıyla ilgili bir bilgi notu gönderildiğini söylemişti. Bu bilgi notunu sonradan aldık, inceledik. Bu bilgi notundaki notlardan birisine dikkatlarinizi çekmek istiyorum. Deniliyor ki: “Çeçenistan’ın bağımsızlığını hiçbir devlet tanımamıştır.”

Muhterem arkadaşlarım, Çeçenistan ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, karşılıklı olarak birbirlerinin bağımsızlıklarını tanımışlardır. Peki, Sayın Dışişleri Bakanının milletvekilerine gönderdiği…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Kıbrısı tanıdı mı, Kıbrısı?

BAŞKAN – Buyurun.

ABDULLATİF ŞENER (Devamla) – …bu bilgi notundaki, okuduğum ifadelerin anlamı nedir? Bir taraftan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini bağımsız devlet ilan edeceksiniz, içeriye karşı “ilan ettik” diyeceksiniz; sonra, dışarıda, uluslararası görüşmelerde bütün devletlere “biz bunu blöf olsun diye ilan ettik, sakın tanımayın” diyeceksiniz ve ondan sonra da “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini niye tanımıyorlar, niye kimse tanımıyor” diye, zaman zaman, bu kürsüden, tarizkâr ifadelerde bulunacaksınız…

Bu yazıya göre, Hükümet bile, Dışişleri Bakanlığı bile, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak tanımadığını ifade etmektedir. Arkadaşlar, bu, Türkiye için, Türk dışişleri politikası açısından büyük bir skandaldir. O bakımdan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve Çeçenistan’ın, birbirlerinin bağımsızlıklarını karşılıklı olarak tanıdıklarını, buradan ifade etmek istiyorum.

İnsanî yardımlar konusunda da, Türkiye, daha aktif davranabilir. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri; özellikle Türk cumhuriyetleri ve İslam ülkeleriyle, bu konudaki ilişkileri, diyalogu geliştirerek, daha aktif bir politika sağlanmasını temin edebilir; ama, bunu temin edebilmesi için, önce kendisinin daha aktif politika ortaya koyması lazım. Sürekli “İslam ülkeleri…” diyorsunuz; “onların politikalarında ne var, işte bir şey çıkmıyor” gibi ifadelerde bulunuluyor. Onların politikaları da, sizin politikalarınıza benziyor. Gelin, onlara “bizim politikalarımız da yanlıştır, sizin politikalarınız da yanlıştır. Hep birlikte, olması gerektiği gibi olalım” deyin. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN-Lütfen bağlayalım, Sayın Şener.

ABDULLATİF ŞENER (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Dışişleri Bakanlığı, insan hakları ihlalleri konusunda, başta AGİK olmak üzere, Rusya’nın yükümlülükleri, ihlalleri ve hangi mekanizmaların işletilebileceğiyle ilgili bir envanter çıkarmalıdır. Bu envanter çerçevesinde, hangi merci nezdinde, hangi girişim yapılacaksa bunu yapmalıdır, suskunluğunu terk etmelidir; çevre kuruluşlarını dahi harekete geçirmelidir. Rusya’nın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden çıkarılması için gerekli dünya kamuoyunu oluşturmak da, bu İktidarın Dışişlerinin vazifesi olmalıdır; hatta, Rusya’nın 100 yıllık soykırımı için, aslında yeni bir Nürnberg mahkemesinin kurulması için dünya kamuoyunu ayağa kaldırması lazımdır. (RP sıralarından alkışlar)

Daha somut, yapılacak şeyler de var tabiî: Türkiye’de 350 civarında Çeçen öğrenci vardır. Çeçenistan’ın, Türkiye’de, bu öğrencilerle ilgili bir temsilcilik açması sağlanabilir. Bu konuda somut bir adım atılmış olur böylece.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, lütfen… Lütfen…

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, on dakika konuşma hakkı olanlara yarım saat süre verdiniz; iki dakikada bitireceğim.

BAŞKAN – Siz biliyor musunuz size ne kadar süre tanıdığımı?

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet.

BAŞKAN – Peki, 2 dakika daha süre veriyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Tüm bunları, Türkiye, niçin yapmalıdır; Türkiye, tüm bunları, Çeçenistan’ı kurtarmak için yapmamalıdır. 1,5 milyon insan, orada, Türkiye’nin önüne yeni bir stratejik ufuk açmıştır. Türkiye, Kuzey Kafkasya’daki bu direniş sayesinde önüne açılan – Kuzey Kafkas insanının canı pahasına, nesli pahasına açtığı- stratejik imkânları ve yolu kullanmak için, Kuzey Kafkasya’ya ve Çeçenistan’a yardım etmelidir. Oradaki mücadele, sadece Türkiye’yi kurtarmıyor, sadece Türkiye’nin önüne yeni stratejik ufuklar açmıyor; oradaki mücadele, aynı zamanda Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerini Sovyet Rusya’nın arka bahçesi olmaktan kurtarıyor, nüfuz alanı olmaktan kurtarıyor, Azerbaycan’ı kurtarıyor, Bosna-Hersek’i kurtarıyor.

Bu anlamını, bu manasını ve bu ruhunu değerlendirerek, Türkiye’nin, tekrar kendisine dönmesi gerektiğini ifade eder, hepinize saygılar sunarım. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Sayın milletvekilleri, bu konunun bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Çevik; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Çevik, konuşma süreniz 20 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA MEHMET ÇEVİK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Rusya’nın Çeçenistan’ı işgal etmesiyle ilgili genel görüşme üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi, şahsım ve Grubum adına, saygıyla selamlarım.

Değerli miletvekilleri, sözlerime başlamadan evvel, 60 milyon insanın heyecanla takip ettiği Çeçenistan olaylarıyla ilgili bu genel görüşmede, Yüce Mecliste bu kadar az sayıda değerli milletvekilinin bulunmasını yadırgadığımı belirtiyorum. En azından genel başkanlarının -Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz gibi- burada bulunmasını beklerdim.

İBRAHİM TEZ (Ankara) – SHP’nin Genel Başkanı burada.

MEHMET ÇEVİK (Devamla) – Görevi itibariyle burada.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, dünyamız, 1989 Kasımında Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Bu tarihten itibaren, komünist sistemin çökmesinden sonra, olaylar büyük bir hızla gelişmiş, Doğu Bloku çözülmüştür.

1991 yılında, Sovyetler Birliği dağılmış; birçok cumhuriyet, bağımsızlığını ilan etmiş, Doğu Avrupa ülkeleri ve bağımsızlığını ilan eden bu cumhuriyetler, demokratikleşmeye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğü prensiplerine saygılı, serbest pazar ekonomisine inanan demokrasiler olma yolunda önemli gelişmeler göstermiştir.

Bugün, eski Varşova Paktı üyeleri, 1991 Kasımında, Roma’da, NATO zirvesinde kabul edilen Kuzey Atlantik Konferansı çerçevesinde, NATO ülkeleriyle yakın bir işbirliğine girmiş bulunmaktadırlar; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatını meydana getiren 53 ülke arasında yer almaktadırlar.

Bütün bu gelişmelere rağmen, özellikle son birkaç yılda, Rusya Federasyonunun, bir taraftan, Balkanlarda büyük bir Sırbistan fikrini desteklerken, diğer taraftan, Kafkaslardaki nüfuzunu artırma çabalarını, endişeyle izlemekteyiz. Rusya Federasyonu, tekrar, eski Çarlık ve Sovyetler Birliği emperyalizmine geri dönmektedir; bunun en belirgin örneği, Çeçenistan’ın işgalidir.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çeçenler, bölgenin yerli halklarındandır; Ruslara karşı, tarih boyunca büyük mücadeleler vermişlerdir. Çeçen-Rus savaşları üçyüz yıl sürmüştür ve Çeçenler, yüzotuz yıl Rus sömürgesinde kalmışlardır. Çeçenistan, Çarlık döneminden önce de Çarlık döneminde de, hiçbir zaman Rusya’nın toprağı olmamıştır. 18 inci Yüzyıl sonlarında, Ruslar, Kuzey Kafkasya’yı işgale’başladıklarında İmam Mansur.Gazi Muhammed, İmam Hamza liderliğinde 1832 yılına kadar direndiler. Arkasından, “Otuzyıl Savaşları” olarak bilinen savaşta, Şeyh Şamil’in önderliğindeki bütün Kuzey Kafkas halkları, 1859 yılına kadar savaştılar. Bu tarihten sonra, Kafkas halklarının büyük bir kısmı, Osmanlı topraklarına sığındılar. 1917 Devriminden sonra, bölgede, Birleşik Kafkas Devleti kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu, kurulan bu devlete yardım etmek maksadıyla, İsmail Berkok Paşa kumandasında, Dağıstan’a ordu göndermiştir; fakat, bu ordu, Mondros Mütarekesi şartı gereğince, Osmanlı Devleti tarafından geri çekilmiştir. Bu, gösteriyor ki, Osmanlı, tarihî, dinî ve-kültürel bağlan olan Kuzey Kafkas halklarıyla ilgilenmiş, onların sorumluluğunu taşımıştır; fakat, yeterli olmamıştır.

İkinci Dünya Savaşından sonra, 700 bin Çeçen, Sibirya’ya, Orta Asya’ya sürgüne gönderilmiştir; büyük bir bölümü yollarda hayatını kaybetmiştir. Bu olay, tarihe, soykırımı olarak geçmiştir. Stalin’in ölümünden sonra, Çeçenlere, anayurtlarına dönme hakkı tanındı; ancak, bu dönemde, yüzde 50’si yurtlarına dönebildiler.

Değerli milletvekilleri, 1991 yılında dağılan Sovyetler Birliği, 1976 Anayasasını ortadan kaldırmıştır. Rusya Federasyonu, kendi Anayasasını yeniden düzenlemiş ve referanduma sunmuştur. Çeçenler anayasa referandumunda da federasyona bağlanma konusunda da iradelerini beyan etmemişlerdir, yani, seçimlere katılmamışlardır. Ayrıca, Federasyonun Meclisine de temsilci göndermemişlerdir. Bağımsızlığını kazanan 15 cumhuriyet gibi, Çeçenleri de bağlayan anayasa ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, Estonya, Letonya ve diğer cumhuriyetler, Yugoslavya Federasyonunun dağılmasından sonra meydana gelen ve Birlişmiş Milletler tarafından tanınan devletler gibi, Çeçenistan’ın da bağımsızlık ilan etme hakkı doğmuştur; bu hakkını kullanarak, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu nedenlerle, yürürlükteki Rus Federasyonu Anayasası, Çeçen Halkını bağlayan bir anayasa değildir.

Tüm bu tarihî ve hukukî gerçeklere rağmen, 11 Aralık 1994’ten beri, Rus orduları, Çeçenistan’ı işgal etmek için sivil halkı bombalamaya devam etmektedir. Rus Savunma Bakanı, savaşın başladığı gün “iki gün içinde Çeçenlerin işini bitiririz” diye beyanda bulunmasına rağmen, bugün, bir ay olmuştur; 40 bin asker, 500 tank, uçak ve helikopterlerle saldırmaktadır; ancak, Çeçenistan Halkı saldırgan Rus ordularına karşı kahramanca direnmektedir.

Rusya, 1991 yılında bağımsızlık ilan etmiş olan Çeçenistan üç sene bekledikten sonra, neden müdahale ihtiyacı duydu? Bu sorunun cevabını vermek için, Rusya’nın iç yapısını ve tarihini iyi bilmek gerekir. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, 15 cumhuriyet meydana geldi. Rusya, bu cumhuriyetledeki yeraltı, yerüstü kaynaklan kaybetme telaşı içerisindedir. Çeçenistan hadisesiyle, Rusya, federasyonun yeniden parçalanmasından endişe duymaktadır.

Türkiye, Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarının yüzde 25’ini Rusya’nın yardımıyla işgal etmesine, 1 milyon insanın göçebe durumuna düşmesine seyirci kalmıştır, hat|a, saldırgan Ermenistan’a elektrik ve buğday yardımı yapma gafletinde bulunmuştur. Bosna-Hersek’teki vahşete, Azerbaycan’ın yüzde 25’ini işgale açık destek veren Rusya Federasyonunun Avrupa Konseyi üyeliğine Avrupa Konseyinin tam destek verme kararı alması, kana doymayan Rusya’yı cesaretlendirmiş ve Çeçenistan’ı işgal kararı almasına yardımcı olmuştur. Bütün bu gerçeklere rağmen “Çeçenistan, Rusya’nın bütünlüğüdür” diye yaptığı talihsiz açıklamalar, Hükümetin, Kafkasya ile ilgili millî bir politikasının olmadığını ortaya çıkarmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Kuzey Kafkas halkları, yakın tarihte neden sürgüne gönderildiler, neden soykırıma tabi tutuldular; Stalin, İkinci Dünya Savaşından hemen sonra bize muhtıra veriyor; Kars’ı, Ardahan’ı ve Boğazları istiyor; muhtemel bir Rus-Türk savaşına karşı kendilerini güvenlik altına almak için, bu sürgünleri yapmışlardır. Kuzey Kafkas halkları, Çarlık döneminde de, Sovyetler Birliği döneminde de, hep, Osmanlı’nın ve Türkiye’nin yanında yer almışlardır. Ahıska Türklerinin 4 bin yerleşim bölgesine sürülmelerinin nedeni de budur.

Buradan, şu neticeyi çıkarmak gerekir: Türkiye olarak, bu gelişmelere seyirci kalamayız. Bu bölge, tarih boyunca, çok hassas bir bölge olmuştur ve şimdi de güvenliğimiz bakımından çok hassas bir bölgedir. Rusya, yayılmacı emelleri açısından, kendi güvenliğine ne kadar önem veriyorsa, bizim de, kendi güvenliğimiz açısından, önem vermek hakkımızdır. Verdiği sözü hiç bir zaman yerine getirmeyen, bir aydır “bombalamayı durdurdum” demesine rağmen, sürekli, Çeçen sivil yerleşim bölgelerini bombalayan Rusya’nın hiç bir sözüne güvenmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Kafkasya ve Çeçenistan, Ruslar için, stratejik öneme sahip bir bölgedir. Grozni’deki petrol rezervleri dışında, Kafkasya’ya giden tüm yollar buradan geçmektedir. Rusya’nın, Orta Asya, Baku petrol boru hatlarını ve doğalgazını kendi limanlarına getirebilmesi için, Çeçenistan’dan geçirmek mecburiyeti vardır. Çeçenistan, bağımsızlığına kavuşursa, diğer Kuzey Kafkas halkları da bağımsızlıklarını alacaklardır ve bu bölge de Rus sömürgesinden kurtulacaktır, Rus emperyalizminin izi kalmayacaktır. Ayrıca, Sovyetler Birliğinden ayrılan Türk cumhuriyetleri tam bağımsızlıklarına kavuşacaklardır. Orta Asya, Baku ve Çeçenistan petrol, doğalgaz boru hatları, Türkiye üzerinden Akdeniz’e bağlanacaktır. İşte, o zaman, Türkiye ve Türk dünyası Kuzey Kafkasya ile kucaklaşacaktır. Türkiye, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasında güçlü bir ittifak oluşturacaktır. Bunu bilen Amerika, Avrupa ve Yeltsin, Çeçenistan’ın bağımsızlığını elbette tanımayacaktır.

Değerli milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri Kongresi, Rusya Federasyonunun yaptığı soykırıma karşı, Rusya’ya ekonomik yardımı kesme eğiliminde olduğunu bildiriyor; Danimarka, askerî işbirliğini askıya aldığını bildiriyor, özellikle, Rusya Genelkurmay Başkanlığı ile demokrasi hakkındaki görüşmeyi iptal ettiğini vurguluyor. Norveç, Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalini resmen kınıyor. Letonya ve Estonya, sorunun barışçı yöntemlerle çözülmesini savunuyor ve gayret gösteriyor. Libya, İslam Konferansı Örgütünün dışişleri bakanlarını, Çeçenistan sorununu görüşmek üzere, toplantıya çağırıyor; Hollanda, Rusya Büyükelçisini, Çeçenistan’daki durumu protesto etmek için, Dışişleri Bakanlığına çağırıyor ve Ruslara, Çeçenistan’daki savaşın derhal durdurulması, siyasî bir çözüm için müzakerelerin başlatılması çağrısında bulunuyor. Almanya, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’den, Çeçenistan bölgesine yönelik askerî müdahaleye son vermesini ve siyasî bir çözüm bulmasını istiyor; ayrıca, Yeltsin’e, Rus ordusu üzerindeki iradesini kullanmasını ve ordunun kendi direktiflerine uymasının sağlanması.yönünde çağrıda bulunuyor. Rusya Federasyonuna bağlı birçok cumhuriyet, Çeçenistan’daki savaşı protesto ediyor; bu savaşın, Çeçen halkı için bir trajedi olduğu kadar, aynı zamanda, Rusya’nın çokuluslu halkı için de trajedi olduğunu vurguluyor. Rusya’daki siyasî partilerin yöneticileri -faşist Jirinovskİ hariç- Çeçenistan meselesinin demokratik yollardan halledilmesi için tavır koyuyor; İnsan Haklan Komisyonu Başkanı, Rus liderlerin, Çeçenistan’ın işgali hakkında sistemli olarak yalan söylediklerini ifade ederek, görevinden istifa ediyor. Fransa’daki Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, Rus savaş uçaklarının hastaneleri bile bombaladıklarını, 30 kişinin hayatını kaybettiğini ve 150 kişinin yaralandığını rapor ederek, olayı şiddetle kınıyor. Kızılhaç, Çeçenistan’daki durumun, açıkça, kötüye gitmesinden endişe duyuyor ve uluslararası kuruluşlardan, Çeçenistan’a gönderilecek insanî yardım için destek olunmasını istiyor.

Değerli milletvekilleri, dünyadaki devletler ve kuruluşlar bu tür gayretler içerisindeyken, Türkiye Hükümeti ve Kızılayı ne yapmaktadır?! Türkiye ile tarihî, kültürel, dinî ve akrabalık bağları olan, tanklarla, toplarla, uçaklarla, sivil halka bir aydır bomba yağdıran, tarih boyu sömürgesi altına aldığı Türk ve Kuzey Kafkas halklarının kanına doymayan canavar Yeltsin’e, bu Hükümet, hangi tepkiyi göstermiştir?! Bırakalım Kuzey Kafkas halklarıyla olan tarihî, dinî ve kültürel ve akrabalık bağlarını ve millî çıkarlarını, demokrasi adına, insan hakları adına, insanlık adına dünyadaki hangi örgütlere müracaat etmiştir?!

Sayın milletvekilleri, Ermenistan ile kurduğu özel ilişkiler, yaptığı savunma ve işbirliği antlaşmasıyla Gürcistan ve Ermenistan’ın Türk sınırına, Rusya Federasyonunun, askerlerini yerleştirmesi, bugünkü Hükümeti hiç düşündürmüyor mu? Bu, Rusya’mn yayılmacı emelinin devam ettiğinin işaretleri değil mi? Çeçenistan’ı işgale kalkışması, güney sınırlarına asker yığması AKKA’ya aykırı değil mi? Türkiye, neden güvenliğimiz açısından NATO’yu harekete geçirmiyor?

Rusya Federasyonu AGİT’e, uluslararası kuruluşlara imza atmıştır, silah kullanılmasını yasaklayan Paris Şartının imzalayıcısıdır. Hükümetin, bu kuruluşları harekete geçirmesi lazımdır.

Soruyorum: Görevi, insan hakları ve demokrasi olan Avrupa Konseyi, neredesiniz?!.

Soruyorum: İslam kardeşliğini ağzından düşürmeyen, İslam devletleri örgütleri-, neredesiniz?!.

Soruyorum dünyaya: Bu soykırıma hâlâ seyirci kalacak mısınız?!.

Soruyorum Sayın Tansu Çiller’e: Moskova’dan, Yeltsin’le birlikte, dünyaya hâlâ aynı pencereden bakıyor musunuz?!. (ANAP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar)

Hükümetimize soruyorum: Dünyayı harekete geçirmek için, zaten 1,5 milyon olan Çeçen Halkının tamamının katledilmesini mi bekliyorsunuz?!

Değerli milletvekilleri, Hükümet, Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalinde, görüşünü net bir şekilde açıklamalı ve kısa zamanda uygulamaya koymalıdır. Hükümetin bugüne kadar yaptığı açıklamalar, 60 milyonluk Türk Milletini tatmin etmemiştir.

Hükümet, Rusya’nın saldırgan emeller peşinde olduğunu, ABD’ye ve Avrupa’ya anlatmalı; dünyanın, Rusya’ya yaptığı ekonomik yardımları durdurması için harekete geçmelidir. İnsanî yardımın, özellikle ilaç ve gıda yardımının muntazam yapılabilmesi için, gerekli tedbirler alınmalı, Çeçenistan’ın bağımsızlığını kazanması için gerekli desteği vermelidir. .

Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan bu genel görüşme sonucunda, Meclisimiz, bir temenni kararı alarak, siyasî parti gruplarının belirleyecekleri birer kişiden oluşan bir heyetin Çcçenistan’a gitmesi için gerekli girişimlerde bulunmalı ve Hükümet de gerekli desteği vermelidir veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu, bir karar alarak, Çeçenistan’a, oradaki insan hakları ihlallerini yerinde görmek ve tespit etmek üzere, bir heyet göndermelidir.

Sayın milletvekilleri, Hükümet, Çeçenistan’da dökülen kanı ve şiddeti durdurmak için hemen harekete geçmeli, sorunun barışçı yollardan çözümü için uluslararası kuruluşlar nezdinde etkin girişimlerde bulunmalıdır.

Değerli milletvekilleri, üzülerek ifade etmek isterim ki, Hükümet, bugüne kadar, Rusya’nın toprak bütünlüğünü koruma açıklamalarında bulunmak ve göstermelik 11 ton insanî yardımı Rusya Federasyonuna göndermekten başka hiçbir şey yapmamıştır. Değerli milletvekilleri, sözlerimi, Çeçenistan Millî Marşından alınan iki kıtayla tamamlamak istiyorum:

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ÇEVİK (Devamla) – “Tunçtan dağlar kurşun gibi erişe de

Hayattan ve savaştan onursuz çıkmayız

Lailahe illallah (Alkışlar)

Gece kurt kuzlarken çıktık dünyaya

Halka, vatana ve Allah’a sadığız biz

Lailahe illallah”

Saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çevik, teşekkür ederim.

Efendim, konu bitinceye kadar yayının devamını şu ana kadar sağlayamadık. Bu konu bölünmesin, haksızlık olmasın, diğer iki grup da bu açık yayın da-konuşsun diye bir hayli gayret ettik, olmadı; ama, yayın banda alınıyor, sizlerin konuşmaları değerlendirilecek ve halka, Kanal 3’ten verilecektir.

Sayın Kadir Bozkurt, buyurun efendim.
İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Efendim, iki grubun konuşması naklen olmuşken, diğer grupların konuşmaları…

BAŞKAN – Efendim, iki grubun ve Hükümetin cevabı banttan olacaktır. Şu anda yayın kesilmiş durumdadır. Yayını kesen de biz değiliz, TRT kesti.

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Efendim, müsaade eder misiniz…

BAŞKAN – Edeyim efendim, buyurun. . , .

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Sayın Başkan, Türk Milletini böylesine ilgilendiren önemli bir konuda…( ANAP sıralarından ” Kaç kişi var; arkana baksana!” sesleri, gürültüler) Siz bari yapmayın arkadaşlar, lütfen…

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Biz, sizden daha kalabalığız; arkana baksana; 12 kişi varsınız…

BAŞKAN – Efendim, bir dakika lütfen…

Sayın Saraçlar, bitirdiniz mi?..

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Hayır efendim, daha başlamadım.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Saraçlar, devam edin efendim.

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Efendim, bu toplantıda ileri sürülen görüşlerin mütebaki kısmını da, aynı şartlarda kamuoyuna intikal ettirebilmek için, eğer mümkünse, görüşmeleri, yarın saat 14.00’e veya 15.00’e tehir edelim; rica ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, tehir etmemize imkân yok hepiniz biliyorsunuz. Biz, bu görüşmeler yayın süresine sığmayacak diye, bir saatten beri, bunun telaşı içerisinde, yayını devam ettirebilir miyiz diye uğraştık.

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Hepsinin de sözünü uzattınız; beş dakika, on dakika fazla konuşturdunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz..

Evet, herkesi, beş dakika, on dakika fazla konuşturdum; siz, bu Mecliste, o balkonların bu saate kadar devamlı dolu durmasına şahit misiniz? Ben, o himayeyi, arkadaşlara yapmadım, konunun ehemmiyetine binaen yaptım.( ANAP sıralarından alkışlar)

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Oylayın Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bu işi, birbirimizi itham ederek konuşursak hiçbir sonuç elde edemeyiz.

İHSAN SARAÇLAR (Samsun) – Sizin sözlerinizin cevabı budur Sayın Başkan. Siz söylediğiniz için söylüyorum.

AHMET KABİL (Rize) – Genel Kurulda 13 DYP’li var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şu anda yayın yok… Onun için oturun lütfen.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.03

BAŞKAN – Genel görüşmenin bir noktasındayız. Geldiğimiz bu noktada, daha iki grup sözcüsü konuşamamıştır, Hükümet adına konuşma yapılmamıştır ve iki de şahısları adına söz talebi vardır. Her ne kadar, konunun bitimine kadar toplantıyı uzatma karan almış isek de, verdiğimiz şu arada Grup Başkanvekilleriyle yaptığımız temasta, konunun ehemmiyetinden dolayı, görüşmelerin yarın devamına ve bir de, şu anda açtığım Mecliste, arkadaşların büyük bir kısmının, konu bitmiş gibi, gitmiş olmalarından dolayı…

EYÜP AŞIK (Trabzon) – Bir de yayın kesildiği için… Onu da söyleyin canım…

BAŞKAN – Tabiî, Sayın Aşik, o da doğrudur.

Böyle mühim bir konuda, birkısım siyasî partilerin açık yayında konuşması, diğerlerinin konuşamaması, bir adaletsizlik oluyor. Aynca, televizyonumuz, yarın, saat 14.00 ilâ 15.00 arasında Grup Başkanvekillerince yapılacak Anayasa değişikliği toplantısında olacaktır.

Bu nedenlerle, konuya, kaldığımız yerden devam etmek ve gündemdeki işleri sırasıyla görüşmek üzere, 11 Ocak 1995 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.17

TBMM Tutanak Dergisi- 10.01.1995 – Birleşim:65 – Cilt:77 – Sayfa: 248-271

©Waynakh Online

YASAL UYARI
Sitede yer alan materyallerin tüm hakları Waynakh Online’a aittir. Bu materyaller (haberden/makaleden/tercüme eserden sadece alıntı yapılsa dahi) ancak kaynak gösterilerek ve aktif link verilerek kullanılabilir.



Bir yanıt bırakın!

Aşağıya bir yorum ekleyin veya kendi sitenizden trackback yapın. İsterseniz RSS ile de yorumları takip edebilirsiniz.

Yorum yazmadan önce lütfen kuralları okuyunuz...

500 karakter kaldı.

Yorum yaparken kullanabileceğiniz etiketler:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu sitede Gravatar kullanabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve üyelik için Gravatar sitesini ziyaret ediniz.