Çerkes Sürgünü TRT2′ de
TRT-2 Kanalında her hafta yayınlanan “Göç Hikayeleri Belgeseli” nde 11 Nisan günü Çerkes Sürgünü konusu işlenecek.
Merakla beklenen ve 11 Nisan 2007′ de Saat: 22.30 daki yayınlanacak belgeselin yönetmenliğini Sibel Değer yapıyor. Belgeselin metin yazarı Halime Toros, kurguda ise Füsun Günersu var.
GÖÇ HİKAYELERİ
Oy deniz, Karadeniz!
Çok eski bir söylenceye göre, Tanrı bir gün kullarına yer dağıtmaya karar vermiş. Bütün halklara haber iletmiş ve her halk bir temsilci seçip huzura göndermiş. Bu esnada Kafkaslarda yaşayan bir halk, misafirlerini ağırlamakla meşgul olduğu için bu törene geç kalmış. Gel zaman git zaman, Son misafirlerini de güler yüzle yolcu ettikten sonra kan ter içinde koşarak Tanrı’ nın huzuruna varmışlar. Hikâyeye göre Tanrı bütün toprakları dağıttığını ve onlar için yerinin kalmadığını söylemiş. Ama kapısı, alnı ve sofrası açık bu halkı topraksız bırakmaya gönlü elvermediği için kendine ayırdığı toprakları bu halka vermiş. Can ülkesi denilen bu yerde, hiçbir yerden gelmediklerine, nesillerinin o topraklardan doğduğuna inanan Çerkesler yüzyıllar boyunca yaşamışlar. Bu toprakların misafirperverlikleri yüzünden Tanrı tarafından kendilerine bağışlandığını ise hiç ama hiç unutmamışlar. Biz de konukseverlikleriyle ünlü Çerkeslerin sofrasına oturuyor ve can ülkesinden dünyanın dört bir yanına savruluşlarının hikâyesini dinledik. Çerkes, Adige veya Abhaz diye isimlendirilen bu Kafkas halkı, daha 14.üncü yüzyıldan başlayarak İslamiyet’ i benimsemişti. İslamiyet’ in Kafkasya bölgesinde tam olarak yerleşmesi ise Osmanlı hakimiyeti döneminde gerçekleşti. Çerkeslerin kendi yurtlarından sürgün edilmesi ise, Osmanlı’ nın bu topraklardaki hakimiyetini yitirmesi süreciyle beraber yaşandı. 10 Mayıs 1862 de Çarlık Rusyası askeri ve siyasi bir tedbir olarak Çerkeslerin, yani İslam unsurunun tehcirine karar veriyor. Ata yurtları olan Karadeniz sahillerinde, steplerde, içinden gümüşten ırmakların aktığı dağlık bölgelerde yaşayan Çerkesler, işte bundan sonra yoğunlaşan bir sürgünün odağında buluyorlar kendilerini. Karadeniz’ in bir kıyısından öte kıyısına sandallar, sallar ve vapurlar insan taşır. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve yaşlılar, delikanlılar ve genç kızlar itile kakıla zorla gemilere bindiriliyorlar. Limandan ayrılan bir gemi eğer dört saat sonra yeniden yolcu almak üzere geri dönüyorsa, herkes bilir ki sefer başına ücret alan ve kimsenin taşıdığı yolcuların hesabını sormadığı kaptanlar, yolcularını denize dökmüştür. İnsanlık Karadeniz’ de can çekişir. Karadeniz’ in azgın sularında, sandallar ve sallarda can pazarı kurulur. Ve deniz, binlerce insana mezar olur. İşte bu yüzdendir Giresun’ a, Samsun’ a, Trabzon’ a, Sinop’ a ulaşabilen Çerkeslerin yıllar yılı Karadeniz’ den çıkan balıkları yiyememeleri. Düzce’ nin Kirazlı Köyü’ nde yaşayan Kazım Taymaz ise, Kafkasya ata vatan ama burası da bizim vatanımız derken, atalarının bu memleketin bütün savaşlarına katıldığını ve kanlarını döktüklerini söylüyor. Şimdi Kafkasya’ da kalanlar, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan kardeşlerini çağırıyorlar. Ata vatanda koşullar iyileşmiştir belki ama; Bulgaristan’ da, Kuzey Afrika’ da, Avustralya’ da, İsrail’ de, Suriye’ de, Ürdün’ de, Türkiye’ de ve yeryüzünün daha birçok yerinde yaşayan Çerkesler için de bu böyledir. Yüreklerinin bir yanı sökülüp atıldıkları topraklara aksa da, bir ağaç misali vardıkları yerlerin toprağına kök salmışlardır. Gençler bu topraklara açmışlardır gözlerini. Ve dedeler buralarda temelleri sağlam oturulabilir evler yapmışlardır. O evlerden hâlâ vardır küçük köylerde… Bize çok eski ve çok acı bir sürgünün hikâyesini hatırlatırlar. Oy deniz. Karadeniz!.. ., diye başlayan…
Bir yanıt bırakın!