Mülteci Olamayan Mülteciler: Çeçenler
Türkiye genelinde günlük yayınlanan “Birgün” isimli gazetede, 27 Eylül 2009 Pazar günü Lale Ertuş imzasıyla İstanbul’da yaşam mücadelesi veren Çeçenler hakkındaki bir çalışmaya yer verildi.
Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni imzalayarak Avrupa’dan gelen mültecilere kapılarını açmayı kabul etmişti. Ama bu imzamız da, başka birçok sözleşmedeki gibi kâğıt üzerinde kaldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da mağdur duruma düşen Avrupa halkları için hazırlanan Cenevre Sözleşmesi’nin kapsamı 1967 yılında hazırlanan ek bir protokol ile genişletilerek daha evrensel bir hale getirildi. Ama Türkiye gibi 1967’den önce sözleşmeyi imzalamış ülkelere ek protokolü imzalanması zorunlu tutulmadı. Türkiye ise bu ek protokolü imzalamayan az sayıdaki ülkelerden biri olarak kalarak, sadece Avrupa ülkelerinden gelen mültecilere kapılarını açacağı sözünü vermiş oldu.
Avrupa dışından gelen ve çoğunluğu oluşturan, mağduriyet içerisindeki insanlar ise ülkemizde mülteci olabilmek için Birleşmiş Milletler Mültecilik Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) başvuruyor ve kabul edilirlerse üçüncü bir ülkeye gönderiliyorlar. Başvurularının incelenmesi, karara bağlanıp üçüncü bir ülke bulunması aşamalarında ise ülkemizde kalmalarına izin veriliyor. Bu noktada bütün mülteciler için bir çıkış noktası varmış gibi görünse de işleyişe gelince çok az bir kısmı haklarına kavuşabiliyorlar…
Türkiye Avrupa’dan gelen mültecileri tanıyarak mültecilikten doğan haklarını vereceğini söylemiş olsa da Çeçen mültecileri yok sayıyor.
Çeçenistan ‘Rusya Federasyonu’na bağlı. Rusya Federasyonu da Avrupa Konseyi üyesi. Bu durumda Savaştan kaçarak ülkemize gelen Çeçenlerin sığınma taleplerini Türkiye Cumhuriyeti yetkili mercilerinin değerlendirmesi ve Mülteci olarak kabul edildikleri takdirde de ülkemizin korumasında mülteci olarak yaşamlarını sürdürmeleri gerekiyor.
Her şey buraya kadar açıkken Çeçenler anlamsız bir şekilde mülteci olarak kabul edilmiyorlar. Bu durumda Türkiye Cenevre Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği gibi bu insanları ikinci bir mağduriyet içerisine sokuyor. Çünkü Türkiye Cenevre Sözleşmesi’ni imzaladığı için Çeçenler BMMYK’ne de sığınma başvurusunda bulunamıyorlar. Çünkü Birleşmiş Milletler’e göre Çeçenlerin sığınma başvurularını Türkiye’nin kabul etmesi gerekiyor.
Çeçen Mülteciler nasıl yaşıyor?
İstanbul’da üç ayrı yerde yaşayan Çeçenleri görmek için Fenerbahçe Kampı’na gidiyorum. Lüks bir semtte bulunan bu kamp çevresi ile oldukça tezat bir görünüş sergiliyor. Birkaç metrekarelik yazlık barakalardan oluşan kamp, İstanbul’da denize girilen zamanlarda, TCDD personelinin tatil ihtiyacını karşılamak için hazırlanmış olmalı. Şimdi ise bambaşka hayatlara ev sahipliği yapıyor.
Kampta yaşayan kadınlarla görüşmek istiyorum. Bu yoğunlukla yaşanan hayatları kadın gözüyle yansıtmanın daha doğru olacağını düşünerek kampın en eski müdavimlerinden Hasan Bey ile kapı kapı dolaşıyoruz.
Hasan Bey ile Rusça konuşan Tatiana ise bu düşüncemi doğruluyor. Uzun süre Hasan Bey ile konuşan Tatiana’nın konuşmak istemediğini fark ediyorum. Araya girip neden istemediğini soruyorum.
“Hatırlamak istemiyorum. Hiçbir şey hatırlamak istemiyorum. Sen beni anlayamazsın” diyor. Diyecek bir şey bulamıyorum.
Kampta dolaştıkça ne dününü hatırlamak, ne de bugününden bahsetmek istemeyen daha çok kadın olduğunu görüyorum. Hepsi de çok yılmış ve bıkkınlar. Konuştukça onların yılgınlıklarına daha çok hak veriyorum.
Makka Shahta:
Savaş gelince benim hayatım ne oldu? Savaş olmadan önce çok güzeldi. Evim vardı, işim vardı. Savaştan sonra her şeyimi kaybettim.
Savaşta evime roket atıldı. Oğlumu babam kurtardı ama ayağı yandı. 5 ay yatakta yattı. O zamanlar doktor yoktu. Yaşlı eski bir kadın doktor getirdik. Beş ay geçtikten sonra oğlum ayağa kalktı ama çok zor yürüyordu. Onu doktora göstermek için Türkiye’ye geldik. Türkçe bilmiyorduk. Kimseyi tanımıyorduk. Bize bakacak kimse yoktu. Fenerbahçe Kampı’na getirdiler ve burasının bizim için iyi olacağını söylediler. Geldiğimizde kampta ışık yoktu, gaz yoktu.
Sadece yemek ve giyecek vardı ama başka hiçbir şey yoktu. Okula çocuklarımızı almıyorlardı. İkâmet ve oturma izni vermiyorlardı. Hiçbir şeye iznimiz yoktu. Burada çok zor zaman geçirdik.
Her şeyi anlatmakla çok zaman alır. Biz burada 9 yılı çok zor yaşadık. Çocuklarımızda da büyüklerde birçok sağlık problemi çıktı. Sonradan çocuklarımızı okullara almaya başladınız. Bizim çocuklarımızı okuttunuz. Bunun için teşekkür ederiz.
Şimdi buraya geleli 9 yıl oldu ama hiç bir şey değişmedi. Bizlere hâlâ mülteci statüsü vermediler. Neden vermediler? Biz de burada sizin gibi kalmak istiyoruz. İşimiz olsun, evimizin olsun istiyoruz. Burada misafir olmak istemiyoruz. Devletten yardım istiyoruz. Size teşekkür ederim… Bizi açlıktan öldürmediniz. Ne getirdiyseniz Allah razı olsun. Ama biz artık mülteci statüsü almak istiyoruz.
Luiza:
Eşim savaşta öldü. O öldüğünde en küçük çocuğumu bir ay önce dünyaya getirmiştim. Büyük oğlum ise beş yaşındaydı. O babası varken çok mutlu bir çocuktu. Babasını kaybedince çok değişti. Ortanca oğlum Osman ise 4 yaşındaydı. Şimdi ise 18 yaşında.
Üç çocuğu tek başına büyütmek çok zordu. Birinci savaştan sonra iki senelik sessizlik oldu. Dördüncü sene ise ikinci savaş başladı. İkinci savaş başladığında Ruslardan kaçıyor başka yerlerde saklanıyorduk. Çocuklarla kaçmak çok zordu. Gidecek evimiz yoktu. Çocuklarımın öldürülmesinden çok korkuyordum.
Sınır dışına çıkarken geri döneceğimi düşünmüyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum dünyayı bilmeden çocuklarımı alıp gitmek istiyordum.
Sınır dışına çıkarken paramız yoktu. Sınırdaki askerler ve otobüsteki insanlar yardım ettiler. Vize parasını da onlar topladılar. Hastaydık, üşümüştük… Yanımızda çok az eşya vardı. Üç çocuğumla birlikte yalnızdım. Allaha sığınıp geldik…
Otobüsten indikten sonra otele gittik, bizi almadı. Sonra Çeçenistan’dan gelen bir adamın evine gittik. Orada geceledik sonra bizi bir otele götürdü. Orada bir gece geçirdikten sonra Çeçen derneğine gittik . Dernekte bir kadınla tanıştık. Bizi Çeçenlerin oturduğu bir apartmana götürdü. Orada da iki gün geçirdik. Biz geldiğimizde erkek kardeşim bu kampta kalıyordu. Oradan burayı ziyaret eden bir adam kardeşime benim burada olduğumu haber vermiş. Kardeşim de beni kampa getirdi…
9 senedir buradayım. Üç oğlumda da okuyor. Küçük oğlum bu sene ilk öğretim diploması aldı ama diğer iki oğlum okula gitmelerine rağmen ilköğretim diploması alamadılar. Şimdi üçü de lisedeler ama iki oğlumun diploma alamaması çok ağrıma gidiyor…
Mahra:
Sekiz sene önce olanları unuttum… düşünmek istemiyorum… Biletleri alıp uçağa binip geldim. Annem babamı arkamda bırakıp bir daha gelmeyeceğim diyerek bırakıp geldim… Arkamdan ağlıyorlardı… Ailem beni çok özlüyor… Savaştan kaçarken babamın elini öpmeden kaçtım. O yüzden onlar hep ağlıyor. Babamın yanaklarından öpmeyi bile unuttum…
Laura:
Buraya gelmeseydim diyorum. Çünkü Çeçenistan’da olsaydım üniversiteye gidiyor olacaktım. Buraya ilk geldiğimizde dil bilmiyoruz diye bizi okula almadılar. Bende iki yıl geç başladım…
Bize, ‘siz nasıl okuyorsunuz’ diye soruyorlar. Biz de misafir öğrenci olduğumuzu söylüyoruz… O zaman da ‘diploma alacak mısınız’ diye soruyorlar. Hayır deyince ‘neden boşuna okuyorsunuz ki’ diyorlar. Belki sonradan düzelir diye belki bize de bir hak çıkar diye devam ediyoruz. Diploma almasam da hiçbir şey bilmemekten daha iyidir diyorum….
Gazetecilik ya da hukuk okumak istiyorum. Annem doktor falan diyor, bu yaşadığımız ortamı görünce. Gazeteci olmak istiyorum çünkü bu gibi ortaya çıkmamış olayları, kimsenin bilgisi olamadığı insanları anlatmak istiyorum. Sadece biz değiliz bu durumda olan birçok insan var bizim gibi…
Avukat da olmak istiyorum, çünkü insan haklarını savunmak istiyorum. Birçok insan haklarından yoksun kalıp kendilerini savunamıyorlar.
Ben üniversiteye gitmek istiyorum ama okuldan bize ilkokulda diploma alamadığımız için sürekli ilkokul diplomasını soruyorlar. Ben ilköğretime gittim ama diplomam yok…
Kampta yaşayan Çeçenler yardımlarla geçiniyorlar. Karınları doyuyor ama birilerinin vicdanının verdiği ölçüde…
Çocukları okula gidiyor, o da bazı okul yöneticilerinin vicdanı izin verdiği müddetçe… Misafir olarak ve diploma alamayacaklarını bile bile..
Hastalandıkları zaman vicdanlı doktorlara gidiyorlar tabii, o da bulabilirlerse…
Peki biz farkında mıyız ki onları en insani haklarının bile dilendiricisi yapıyoruz. Hiç kimsenin hayatı bir başkasının vicdanına mahkûm bırakılmamalı.
Ve biran önce Çeçenlere borçlu olduğumuz mültecilik statüsünü vermeliyiz…
27.09.2009/BİRGÜN
Lale Ertuş
Tweet
Bir yanıt bırakın!