Arşiv Belgeleri

Tozlanmış raflardaki Arşiv Belgeleri…

Çeçen Kültürü

Çeçen Dili ve Folkloru, Halk Dansları, Efsaneler, Öykü ve Masallar ile çeşitli kültürel bilgiler…

Çeviriler – Makaleler

Çeşitli Çeviri ve Makaleler…

Röportajlar

Ekibimizce Yapılmış Çeşitli Röportajlar…

Şarkı Sözleri

Sevdiğiniz Çeçence şarkıların sözlerine buradan ulaşabilir, dinleyebilir ve indirebilirsiniz.

Ana Sayfa » Çeviriler - Makaleler

Çeçenya’da Savaş: Bir Katilin Günlüğü

Bu yazı 6 Kasım 2010 Cumartesi  tarihinde yazıldı. Şimdiye kadar 6.046 defa okundu.. Yorum Yok
Çeçenya’da Savaş: Bir Katilin Günlüğü

On yıl önce Çeçenya’daki 20 aylık görev süresinde bir Rus subay tarafından kaleme alınmış bu gerçekler, Çeçenya’daki yargısız infazların, işkencelerin, intikamların ve çaresizliklerin tüyler ürperten bir kaydıdır.

Çeçenya’daki savaş dünyanın en acımasız çatışmalarından birisiydi. Ruslar, sivilleri kaçırdı ve işkenceler yaptı; militan olduğundan şüphelendiklerini yargısız infazlarla ortadan kaldırarak hem kendi yasalarını hem de uluslararası hukuk kurallarını ihlal ettiler. Birincisi 1994 yılında başlayan iki kanlı Rus işgalinde neredeyse tamamı sivillerden oluşan 200 binden fazla Çeçen hayatını yitirdi, 5 binden fazla Çeçen de ortadan kayboldu.

Savaşlar gözlerden uzak tutuldu. Çeçenya’ya girişler ciddi biçimde kısıtlanmıştı, özellikle Rus tarafında en tartışmalı, en tehlikeli ve en gizli işler Rus seçkin özel kuvvetleri Spetsnaz tarafından gerçekleştirildi.

Burada okuyacaklarınız, Vladimir Putin tarafından 1999 yılının sonlarında başlatılan ve resmen geçtiğimiz yıl sona erdiği açıklanan İkinci Rus-Çeçen Savaşı’nda 20 ay boyunca görev yapmış kıdemli bir Spetsnaz subayının kaleme aldığı kişisel günlüğünden çeşitli bölümlerdir.

Böylesi bir döküman daha önce yayınlanmamıştı. Bunlar savaşa dahil olmuş bir adamın ve birliğinin birinci ağzından çıkan gerçeklerdir. Savaşa tarihsel bir bakış olduğu iddiasını taşımamaktadır. Bu sadece onun hikayesidir. Şok edici bir müfreze ve duygusal yoğunluklarla çizdiği bu dehşet dolu dünya, zalimane işkencelerden, umutsuzluklardan ve çekilen acılardan ibarettir; bu öyle bir dünyadır ki, yazarı orada akıl sağlığını ve insanlığını korumak için mücadelesini sürdürmektedir.

Yazar bunları yaklaşık 10 yıllık bir dönem öncesinde bazen günü gününe, bazen de birkaç ayda bir kaleme aldı. Aşağıda okuyacaklarınız ikinci Rus-Çeçen Savaşı’nın en yoğun geçtiği 2000 ile 2004 yılları arasında yaşanmıştır.

Bir intikam saldırısına maruz kalmaması için, yazarın kimliği, olayların ve yerlerin isimleri ile tarihleri gizlenmiştir.

Yakında Çeçenya’ya uçuyorum. Kötü şeylerin olacağını hissediyor ve korkuyorum. Bizlere birliğimizin ilk kayıpları verdiği söylendi. Kıtamıza saldıran Çeçenler, zırhlı personel taşıyıcılarında (APC) baskı altında oturan bizim çocukları ateşe verdiler. Kıtanın komutanı başından vurularak öldürüldü. Böylelikle birliğimiz için Çeçenya’nın ikinci savaşı başlamış oldu. Bizi orada nelerin beklediğini bildiğimden kendimi buna hazırladım.

Düşmanla karşılıklı ilk ateş teatimi yaşadım. Binaların çatılarının üzerine gizlenmiş isyancılar aniden ağır makineli silahlarıyla üzerimize ateş yağdırdı. Kendimi yere attığımda kurşunlar başımın yanından vızır vızır geçti. Ben yerde sürünürken bizim oğlanlar da beni korumak üzere karşı ateş açtı. Herşeyi içgüdüsel olarak yaptık. Yaşamak istedim. Ağır ateş gücüyle karşı saldırıda bulunduk ve oradan geri çekilmeyi başardık. Korku vericiydi. Korku bir tür kendini koruma içgüdüsü; hayatta kalmanıza yardım eder, sizin tarafınızdaki erkekler kadar önemlidir.

Bir yerleşim yerinin yanında pozisyon aldık ve karda tahta plakların üzerinde dışarıda uyuduk. Hava sıcaklığı sıfırın altındaydı ve etraf rüzgarlıydı. Alışmaya başlıyorsunuz ve her yerde bir şekilde hayatta kalabiliyorsunuz; bu eğitim ve karakterinize kadar gidiyor. Gece çatışmalar olduğundan uyuyamadan dönüp durduk.

Başka bir yerleşim yerindeyiz. Halka öfke ve nefret dolu gözleriyle bizlere dik dik bakıyordu. İsyancıların bir gün önce pozisyon aldığı yerel hastaneye doğru yöneldik. Orada bir çatışma yaşanmıştı. Yol vücut parçaları ve kanla kaplıydı. Yolda yerliler bize isyancıların ayrılırken arkalarında bıraktıkları bir esir olduğunu söyledi. Kaçmasını engellemek için ellerini ve bacaklarını kırmışlardı.

Askerlerimiz hastaneyi ele geçirmişti. Bodrum katındaki yaklaşık 30 kişilik yaralı isyancı grubunun başında nöbet tutmamız söylenmişti. Aşağıya indiğimde yaralılardan birisi bana öylesine nefret dolu bakıyordu ki kendimi silahın tetiğini çekmem gerekiyormuş gibi hissettim.

Geri dışarı çıktığımda, yaralılardan birisini serbest bırakmam için iki kadın bana yalvardı. Niye bilmiyorum ama o yaralının onlarla gitmesine izin verdim. Oysa onu hemen oracıkta ortadan kaldırabilirdim. Ama kadınlara üzüldüm. Aslında yerel sakinlerin gösterdiği yaralı askerimiz de beni etkilemişti. Kadın bana teşekkür etmeyi kesmiyordu ve elime bir miktar nakit para tutuşturdu. Parayı aldım, lakin vicdanıma ağır geldi. Ölen genç erkeklerimize karşı kendimi suçlu hissettim.

Bir süre sonra, Adalet Bakanlığı askerleri yaralı esir askerleri götürmek üzere geldi. Hiç hoş bir manzara değildi. Onları dışarıya sürüklediler, çırılçıplak soydular ve bir kamyonun kasasına tıkabasa doldurdular. Bazıları kendileri yürüdü, bir kısmı ise dövüldü ve zorla dışarıya sürüklendi.

Her iki ayağını da kaybetmiş bir Çeçen bacaklarında geriye kalan parçaların üzerinde tökezleyerek kendi başına dışarıya çıktı. Ama birkaç adımdan sonra bayıldı ve yere yuvarlandı. Askerler onu dövdü, çırılçıplak soydu ve kamyonun kasasına fırlattı. Mahkumlar için üzülmedim. Sadece nahoş bir manzaraydı.

Kar, toprak ve çamur. Bir yerleşim yerinin etrafını sardık, bir tarlayı kazarak pozisyon aldık. Soğuktan donuyorduk ama geceyi tek kişilik siperlerde geçirdik. Sabah köye doğru harekete geçtik, silahlarımız hazırdı ve dikkatlice yolumuz üzerindeki tüm evleri temizleyerek ilerliyorduk. Kısa bir süre sonra şiddetli bir silahlı çatışmaya yakalandık, mermiler her yerde uçuşuyordu. Keşif kolumuz imha edildi. Çeçenler saldırıya geçti. Oldukça ağır bir ateş altında kaldık ama 1941’deki Almanlar gibi onları kurşun yağmuruna tuttuk.

Keskin nişancılarımızdan birisi, yakın bir yoldaş, bize doğru koştu. Birkaç isyancıyı öldürdüğünü ve bir miktar cephane ele geçirdiğini söyleyerek kendi pozisyonuna geri koştu. İsyancılar bir miktar geri çekildiler, güdümsüz patlayıcı roketatarlar (RPG) ve ağır makineli silahlarla bize ateş açmaya başladılar. Ansızın keskin nişancı dostum sürünerek geri geldi. Başından ve göğsünden yaralanmıştı. Bacaklarından vurulmuş ama hala ateş açan bir başka askerin ardından ayrılmıştı. Arkadaşım kollarıma düştü.

Kurşun geçirmez ceketini söktüm ve adamlarımızdan ikisine onu bizim oğlanların mevzilendiği yakındaki bir eve taşımalarını emrettim. Evlerin arasında koşarken makineli tüfek mermileri de onların peşindeydi. Birisi bacağından, bir diğeri de elinden yaralandı. Taşıdıkları arkadaşımı her yere çarptılar. Onu yerde bırakan iki yaralı sürünerek yanıma geldi. Ben de bir diğer askerle birlikte yanan bir evin ardından karşı ateş açmaya devam ettim.

Biz yaralıları dışarı çıkarmaya çalışırken adamlarımız bizim için destek ateşi açtı. Ama hala keskin nişancı arkadaşımız için geri dönmemiz gerekiyordu. Koşarak geri döndük, onu yakaladık ve bir çitin üzerinden geçirdik. Biz kendimizi güvene alırken, bizim için koruma ateşi açan adamlarımızdan birisi boynundan vuruldu ve etrafa kanları saçılırken yere düştü.

Tüm yaralıları bir APC ile tahliye ettikten sonra, hızla çarpışmaya geri döndük. Sonradan öğrendiğimize göre arkadaşım başaramadı. Ertesi gün bizim oğlanların öldüğü yerleşim alanına geri döndük, dımdızlak ortada kaldığımız evi inceledik. Yerler kanla kaplı, boş fişekler ve yırtık çelik yeleklerle doluydu. Evin bodrum katında birkaç yaralı paralı isyancı vardı, hepsi Rustu ve para için bizimle savaşıyordu. Geride evlerinde aileleri ve çocukları olduğunu söyleyerek, çığlıklar tıp bağrışıyor ve onları öldürmememiz için yalvarıyorlardı. Ne fark ederdi ki? Tam tersine, bu bok çukuruna biz de bir yetimhaneden gelmiş olabilirdik. Hepsini ortadan kaldırdık. O gün yedi adamını kaybetmiş bir başka birliğin yanında siperde uyuduk.

Gece, yerleşim alanının dışında. Biraz votka çıkardım ve kurumak için yaktığımız kamp ateşinin etrafında oturduk. Sessizce içtik ve ölümü hatırladık.

Diğer birliktekiler, kaybetmektense savaşmayı tercih eden adamlarından birisinin ikiz kardeşinin önünde öldürüldüğünü anlattı. Gerçek şu ki Çeçenya’da savaşan bu cesur adamların hiçbir değeri yoktu.

Bir keresinde, Kursk nükleer denizaltısında ölen mürettebatın ailelerine cömert tazminatlar ödenirken, Çeçenya’da ölenlerin ailelerinin neden hala beklediğiyle ilgili bir soruya ahmak bir Rus generalin verdiği cevap karşısında şaşkına dönmüştüm. Rus general, “Çünkü Kursk ölümleri beklenmedikti, oysa Çeçenya’daki askerlerin öleceği önceden biliniyordu” demişti. Öyleyse bizler karambole giden hayvan yemleriyiz. Bu ordunun üst kademelerinde onun gibi çok sayıda kendini beceren adam var.

Gece yerleşim alanını terk ettik. Tüm arazi ateşe verildi. Bir başka köy yerle bir edildi. Gördüklerim karşısında içimde hiç bir şey hissetmedim. İsyancılar 168 adam kaybetti.

Karanlık çökerken öylesine üşüdüm ki, donmuş ellerimi ceplerimden güçlükle çıkarıyordum. Gençlerden birisi bizleri ısıtmak için matarasındaki katıksız alkolü çıkardı. Alkolü sulandırmamız gerekiyordu, bu yüzden iki adamı su getirmeleri için gönderdim. Ansızın 30 metre kadar mesafeden 15 kadar isyancıyla karşı karşıya geldiler.

Herkes donmuştu. Çabucak gençleri uyardım. Bizim gibi düşman da yere çöktü, herkes ilk ateşi kimin açacağını bekliyordu. Zaman durdu. Bizimkilerden birisi ağır kalibreli makineli tüfeğinden bir yaylım ateşi açtı ve cehennem kopup geldi. Çatışma bir saat sürdü.

Bir APC ve bir tanktan isyancıları vurduk. Ağır kayıplar verdiler. Karanlıkta tankımız yolunu şaşırdı ve ben ona doğru koşarken ateş aldı. Patlama beni yere fırlattı, bilincimi yitirdim. Oğlanlar beni sürükleyerek oradan çıkardılar. Bilincimin yerine gelmesi yirmi dakika kadar sürdü. Çeçenler tankı bir RPG ile vurmuştu. Ertesi sabah karşılaştığımız sahne kötüydü. Her yerde kan izleri vardı, isyancıların ölülerini ve yaralılarını sürüklediklerini gösteriyordu.

Ganimetlerimizi toplamaya başladık, otomatik silahlar, RPGler, cephane ve çelik yelekler. Birden makineli tüfek ateşi başladı, onu el bombası patlamaları takip etti. Bizim oğlanlar bir grup yaralı isyancının etrafını sarmıştı. Ele geçirilmemek için kendini havaya uçuran iki yaralı güçlü kuvvetli Çeçenle birlikte saklanıyorlardı.

Birliğimizin üssünde pek çok yatak boşaldı, bu yataklarda mumlar ve fotoğraflar vardı artık. Kendimi korkunç hissediyordum. Biz hayatta kalırken bizim oğlanlar öldü. Ölüm dişlerini gıcırdattı ve istediğinde yakalayacak. Zaman zaman, kaçınılmaz olarak bir gün benim sıramın geleceğini de düşünmeye başladım.

Bir yerleşim alanında çapraz ateşte kaldık. Komutanımız hızlı hareket etmemizi söyledi ama yine de vurulduk. Evlerin bir sıra arkasını kendimize siper alarak ilerlerken hemen ötemizde bir çatışma yaşandığını duyabiliyorduk. Aniden gözlerim bazı gölgeleri yakaladı, birisi bir pencerenin önünde diğeri ise bir bodrumun girişindeydi. Bodruma bir el bombası fırlattım ve pencereye de makineli silahla ateş açtım. Sonucu kontrol etmek için yaklaştığımızda, iki ceset bulduk, bir yaşlı adam ile bir kadın. Kötü şans.

Komutanlarımızdan birisinin telsizine isyancılardan birisinin sesi geldi: “Allahuakbar! (Allah her şeye kadirdir!)” dedi ve şöyle devam etti: “Bu savaşta kimin doğru tarafta olduğunu biliyor!”. Artık komutanın öldürüldüğünü biliyorduk.

Günlerdir büyük bir isyancı grubunun etrafını sardık ve bir yerleşim alanı içinde sıkıştırdık. Birkaç kez denemelerine rağmen hatlarımızı kırıp geçmeyi başaramadılar. Bizim oğlanlar çatışmada ölen isyancıların vücutlarından kulaklarını ve burunlarını kesti. Yaşadıklarının bir sonucu olarak akıl sağlıklarını kaybediyorlardı.

Kirli ve yorgun ama mutlu, çünkü altı aylık görevin sonuna geliyorduk, üsse geri döndük. Eve geri dönüş düşüncesi intikal sırasında biriken acıları hafifletti. Üç atışlık votkayla gelen rahatlama ve toparlanmaya başlamak. Karımı ve çocuklarımı görmeye can atıyorum.

Sabah erken saatte bir tuğgeneral bana ve bir başka subaya yürüttüğümüz gizli operasyon nedeniyle madalya verdi. Sürpriz oldu.

Göğüslerimize tutturulmuş madalyalarla evlerimize doğru uzun bir yolculuğa çıktık. Ben ve arkadaşım trende madalyaları kutlamak için bir bardak votkanın içerisine attık. Üçüncü kadehimizi ölülerimizin anısına kaldırdık. Bu görev bize çok ağır bir zayiat verdi.

Bir ay için evdeyim. Yaşananlardan dolayı çok fazla içmeye başlamıştım. Eşim ve ben sık sık kavga ettik. O zamanlarda hamile olmasına rağmen, rütbemi kaybetmek istiyordum. Bir sonraki görev süremde bana neler olabileceğini bilmiyordum. Oğlanlardan birisi benimle kaldı. İçtik ve uçtuk. İçimde bir şeyler yandı ve ben her şeye karşı soğuk ve umursamaz olmaya başladım. Evde gittikçe daha az zaman geçirmeye başladım. Eşim de daha ve daha fazla üzüldü. Tartıştık ve o çok fazla ağladı, onu bundan sonra sakinleştiremedim. Zor bir zamandı; ikilemler, duygular, tartışmalar ve tedirginliklerle doluydu.

Yeni intikal için ayrılmadan bir gün önce bizim oğlanlardan birisiyle birlikte içmeye gittim ve sabah erken saatlere kadar içtik. Eve sabah saat 7’de, savaşa geri dönmeden 1,5 saat önce düştüm. Kapıyı açar açmaz karım suratımı tokatladı. Tüm gece beni beklemiş. Sessizce çantamı toparladım ve elvada bile demeden trene gitmek üzere evden ayrıldım.

Oğlanlar trende içmeye devam ettiler. Ben ise yatağıma uzandım ve bana neler olduğunu anlamaya çalıştım. İçimde acı ve üzüntü hissettim. Ama zamanı geriye alıp işleri yoluna koyamıyorsunuz.

Allah’ın cezası kan dolu Çeçenya’ya geri döndük. Önce trenle ve daha sonra bir APC’nin arkasında seyahat ettik. Kış, kar ve dondurucu soğuk. Bizi bir spor salonunda zeminde uyku tulumlarımız içerisinde misafir ettiler. 50 gr saf alkol, 200 gr bira ve 50 gr turşundan kendimize bir kokteyl hazırladık. Bizi iyi ısıttı. Bizim oğlanlardan bazılarının başına vurdu ki aralarında bir kavga çıktı. Ertesi sabah kalkmak zor oldu ama yatışmış olarak bahçede toplandık ve oğlanlardan birisi ağır makineli tüfekle havaya ateş etti. Kışlada konumlu askerler böylesi bir maskaralığa hayretler içerisinde baktı. Ama bu gerçek bir Spetsnaz davranışıydı.

Karşı istihbarat bir grup kadın intihar bombacısının kokusunu aldı. Güvenli evlerine bir operasyon düzenledik ve üç kadını yakaladık. Kadınlardan birisi 40lı yaşlarındaydı, diğer ikisi gençti hatta birisi 15’inde bile yoktu. Uyuşturucunun etkisi altındalardı ve bizlere gülümseyerek baktılar. Üsse geri götürülerek sorgulandılar. Şahidkaları (kadın intihar bombacıları) bulan yaşlı kadın önce konuşmadı. Ama hırpalanıp elektrik şoku verildiğinde bu tutumunu değiştirdi.

Sorgulamaları bittiğinde infaz edildiler ve kanıtlardan kurtulmak için de bedenleri havaya uçuruldu. Yani sonunda can attıkları şeye kavuştular.

Çok sayıda adamımızı kaybettik. İlk dört ay içerisinde bizim oğlanlardan 30’u öldü ve 80 kadarı da yaralandı. En zoru ölenlerin annelerinin gözlerinin içerisine bakmaktı. “Oğlum ölmüşken sen niye hala hayattasın?” sorusuna cevap vermek imkansızdı.

Sabah saat 4.00 hareket ettik. Yoğun bir yağmur var. 15’inden daha büyük olmayan isyancıların habercisi genç bir Çeçen’i almaya gidiyoruz. Ona işkence ettik. Başının yanından ateş ederek ona sahte bir infaz olayı tertipledim.

Hemen yoldaş isyancılarını açıkladı. Bildiği herşeyi bize anlattı, eğitim kamplarının ve silah depolarının yerlerini gösterdi, birkaç isyancının isimlerini verdi. Ele geçirdiğimiz ikinci bir Çeçenle birlikte süratle üsse geri döndük. Ona işkence ettiğimizde, o da baklaları döküldü ve birkaç güvenli isyancı evini gösterdi. İstihbarat doğrultusunda derhal bir dizi bombalamanın ardındaki üç Çeçen kardeşin kaldığı eve hareket ettik. Yaklaştığımızı farkettiler ve meyve bahçeleri boyunca koşmaya başladılar.

Adamlarımız eve saldırırken, oğlanlardan birisi gecenin karanlığına doğru kaçan Çeçenlere ateş açtı. Kardeşlerden birisi vurularak öldü ve bir diğerini yakaladık. Üçüncü ise kaçmayı başardı. Kimse bizi görmeden ölenin cesedini alıp süratle üsse gittik, kalabalık bir protestocu grup orada toplanmıştı bile.

Üste, bilgiler tutuklanan Çeçenlerden kaba metotlarla dövülerek alındı. Ölü isyancından kurtulmak için onun patlatarak dünya üzerinden kaldırılmasına karar verildi.

Elde ettiğimiz tüm bilgileri askeri istihbarata aktardık ve sabah saat 2.00 sularında uykuya daldık. Bizim oğlanlardan birisiyle oturup içtim ve bir süreliğine de olsa rahatladım ama bu uzun sürmedi. Saat 4.30’da kalkmamız emredildi, görgü tanıklarını engellemek için ölü Çeçen’i un ufak etmeliydik. Onu bir selefonla kapladık ve bir dağ yamacına götürerek çamur ve pislikle dolu bir çukura attık. Yüzüne ve bacaklarının arasına bir kilogram kadar TNT yerleştirdim ve 30 metre kadar uzaklaştım. Kabloyu ateşledim. Bunu büyük bir patlama takip etti. Cesedin kokusu havaya yayıldı ama hiçbir kan izi yoktu. Herhangi bir duygu hissetmedim. İşte insanlar böyle kayboluyordu.

Çoğunlukla bizim oğlanlar için üzülüyordum. Şüpheleriniz olmaya başladığında, kendinize tüm bunların boşuna olup olmadığını soruyorsunuz.

Vatanımız bizi unutmayacak ama bu bizi değerli kılmıyor. Bugün Çeçenya’da herkes bize karşı – hukuk, Rusya, (bazı olaylarda cezai soruşturmalar açan) savcılarımız. Kağıt üzerinde savaşın sona erdiği yazıyor ama bizim oğlanlar ölmeye devam ediyor. Eve gitmek kolaylaşmıyor.

İkinci çocuğumun doğduğu gün öylesine bunalmıştım ki, oğlanlarla birlikte bunu kutlamaya çıktık ve zaman kavramını yitirdim. Üç gün sonra doğum servisindeydim. Karım çok üzgündü. Benden bazı ilaçları almamı istedi ve ben başka bir gün için gözden kayboldum. Ama nihayet eve geldiklerinde, yeni doğan çocuğumuzu kucağıma aldım, mutluydum.

Kapalı çatışma ve güçlü patlama alanı. Bir APC geliştirilmiş infilak aletinin (IED) üzerinden geçmişti. Beş çocuk öldü, dördü yaralandı. Helikopter pisti üzerina yatırılmış ölülere bakmaya gittik sessizce. Savaş daha şiddetli bir hal almıştı. Düşmanla karşılaşmaya alışmıştık ve kiminle savaştığımızı biliyorduk. Şimdi ölümün bizi bulmasını bekliyorduk.

Kalleşlik her yerde. Ve bu kirli savaşta, elbette sıradan askerlerin kanları dökülüyor, savaşı başlatan politikacıların değil. Hatta savaş bölgesi ücretlerimizde [savaş zamanı askerlere ödenen prim] bile dolandırıcılık yapıyorlar. Şimdilik bu aptal emirleri uygulamak ve görev gereği bir tur daha yapmak için geri geliyoruz. Herkesin kendince sebepleri var.

İki FSB subayı [Türkiye’deki MİT subayı gibi] ve Spetsnaz’ın Alpha terörle mücadele biriminden iki adam öldürüldü. Önemli bir olay. Birliğimiz onların öldürüldükleri köye iki gün boyunca ev ev temizlik operasyon yapmak üzere gönderildi. Gece, birkaç Çeçen’i adalet bakanlığına bağlı oğlanların esirlerin ağızlarındaki baklayı çıkartmak için çok çalıştıkları gözaltı merkezine getirdik.

FSB subaylarının cesetleri iki gün sonra bulundu. Vücutlarında kesikler vardı, muhtemelen işkence görmüşlerdi. Üsse geri döndüğümüzde, kısa bir süre önce üzerinden geçtiğimiz köprünün ağır patlayıcılarla donatıldığını ama ateşleme distribitörüün bozulduğunu söylediler.

Bugün küçük kızımın doğum günü. Onunla olmak istesem de çok uzaktayım. Ona bir papağan için söz verdim ama bunun için ben eve dönene kadar beklemesi gerekiyor. Onu müthiş özlüyorum. Onun da babacığının eve dönmesini beklediğini biliyorum. Bir keresinde benim için nasıl dua ettiğini gördüm. Beni çok derinden etkiledi.

Savaş kafamı karıştırmaya başladı. Zaman zaman saçma ve anlamsız görünüyor, tam bir karmaşa. Akşam madalyama baktım. Elbette tatmin edici. Ve size kredi verdiklerinde daha da hoş. Kötü uyudum. Topçular bütün gece dağları dövdü.

Bir temizlik operasyonunda (mop-up). Gönderildiğimiz ilk evde süratle iki kişiyi tutukladık. Kadınları büyük olay yaptı ve bir kalabalığı caddeye topladı; ama biz göz açıp kapayana kadar oradan çıktık ve ikisini yakındaki bir gözaltı merkezine teslim ettik. Bir başka eve baskın düzenledik, birisi genç diğeri yaşlı iki Çeçeni daha gözaltına aldık. Gözaltı merkezinden uzakta değildi, başlarına çuval geçirdik ve onları APC’nin içerisine fırlattık. Oğlanlar onları cehennem zebanileri gibi dövdü ve daha sonra istihbarata teslim ettik.

Ailemi düşünüyorum. Eve gitmek ve hepsini kucaklamak istiyorum, onlarla birlikte vakit geçirmek istiyorum, özellikle karımla. Fakat şimdilik hepsi sadece bir hayal. Son zamanlarda tüm bu bokları aklımdan uzaklaştırmak için kendi işlerimi ve sıradan ev işlerini daha ve daha fazla kendim yapmaya başladım.

Bir askerin iki subayı ve bir polisi vurup kaçtığı üsse gönderildik. Yıkanmak için bir nehirde durduk.

Biz askeri ararken başka bir takım onu bizden önce buldu. Vurularak öldürüldü. Aşağılık herif! Ne düşünüyordu ki?

Yoldayız. Bizim APC’nin sürücüsü oğlan yolumuz üzerindeki tüm Çeçenlerin arabalarına çarptı. En azından yolda hukuku bir kenara bıraktık, bizden herkesin korkmasını sağladık.

Bir keresinde çocuğum hediye olarak kendisine bir maymun getirmemi istemişti. Önce güldüm ama sonra düşündüm de neden olmasın? İkmalimiz sona doğru yaklaşırken, bir Çeçen az bir ücret karşılığında bana küçük bir maymun buldu. Sakinleştirmek için ağzından ağır ağrı kesiciler verdik ve bizim trene cephanenin yüklü olduğu vagona koyduk.

Eve dönerken yol üzerindeki bir kontrol noktasında bir general bizim kompartımanın evraklarını kontrol ederken maymun çılgınca bağırmaya başladı.

“Buna ne oluyor?” dedi.

Açtığımızda önce çenesi düştü ve sonra histeri nöbetine tutuldu. Birkaç bin kilometre sonra nihayet evdeydik. Hayvanı güç bela bir arabanın içerisine tıkmayı başardım ve çocuğuma teslim ettim. Herkes afallamıştı. Ama görev tamamlandı.

Bir temizlik operasyonu için bindiğimiz APC ile yola çıktık. Bir köydeki bir ev olan hedefimizi süratle ablukaya aldık, operasyona başlamaya hazır olduğumuz anda arkamızda ateş açıldı. Tuzağa düştük. Oğlanlardan birisi vuruldu. Kalbinin yanında açılan büyük delikle kötü bir durumdaydı. Aceleyle onu APC’ye bindirdik.

Kumandanımız oyuna gelmişti. Kan davasını çözmek için birkaç AK47 verileceği söz verilen bir Çeçen, komutanımıza bilgiyi veren kişiydi. Evde hiçbir isyancı yoktu ve bizi operasyona getirmesi için gönderilmişti.

Evin yanında adamlarımızdan bir başkasını ölü bulduk. Biz ateş açıldığında, beni kenara itmiş ve ileri atılmıştı. İşte o zaman başından ve belkemiğinden vuruldu. Benim hayatımı kurtardı. Telsiz konuşmasında yaralı arkadaşımızın da öldüğünü öğrendik. Altıncı hissim beni yanıltmamıştı.

Üsse geri döndüğümüzde ölen oğlanlar ceset torbalarının içerisinde helikopter pistinde yatıyordu. Bir tanesini açtım, arkadaşımın elini tuttum ve “özür dilerim” dedim. Komutanımız oğlanlara elvada demeye bile zahmet etmedi. Körkütük sarhoştu. Oğlanları asla umursamadı, onları sadece kariyerinin peşinde koşmak için kullandı. Çuvalladığımız operasyondan dolayı beni bile suçlamaya kalktı. Dangalak. Er ya da geç günahlarının bedelini ödeyecek.

Tutuklanan bir Çeçen’in çatışma sırasında ardında bıraktığı ağır makineli silahı bulup geri getirmek üzere gönderildik. Bulamadık. Tepem attı, ona tekme tokat giriştim. Dizlerinin üzerine düştü ve ağlayarak silahı nereye attığını hatırlayamadığını söyledi. Bir halatla onu APC’ye bağladık ve etrafta sürükledik.

Sık sık gelecek hakkında düşünüyorum. Ne kadar daha çok acı bizi bekliyor? Buna daha ne kadar dayanabiliriz? Ne için? Belki de kendi yaşantımı düşünmeliyim, onlara yaşattığım tüm acılar için bir abide hakeden ailem, çocuklarım ve eşim için yaşamaya başlamalıyım. 31 yaşındayım. Belki de artık dinlenme zamanı gelmiştir.

Huzur ve sükunet, biraz ev samimiyeti ve konforu istiyorum. Bunu elde edeceğim.

Bir yıl daha geçti. Zorlu bir yıl. En yakın dört kardeşimi kollarımda kaybettim. Benim yanımda olan insanlar. Şimdi onlar temelli olarak gittiler.

Birliğimizin yeni bir kumandanı var. Geçinemiyoruz. Sana ateş eden düşmanla savaşmanın, senin rütbendeki bir düşmanla savaşmaktan genellikle daha kolay olduğunu öğrendim. Hayatımın 14 yılını Spetznaz’a verdim, çok sayıda ve çok yakın yoldaşımı kaybettim; peki ne için? Derinlerde acı ve haksızlığa uğradığım inancındayım.

Pek çok güzel anım sadece birlik için gerçekten yaşamlarını ortaya koyan delikanlılarla. Geri dönüp bazı işleri yoluna koyamıyor olmanız büyük bir hicap. Şimdi tüm yapabileceğim aynı hataları yapmaktan kendimi sakınmak ve normal bir hayat için elimden geleni ardıma koymamak.

Spetsnaz’daki hizmetim sona erdi. Bu birlik bana çok şey kattığı gibi ben de çok fazla şeyi de alıp götürdü.

Bugünlerde hayatım ve yaptıklarımla ilgili çok düşünüyorum. Yaşlandıkça böyle şeyleri daha fazla düşünüyorsunuz. Bu sayfaları arkamda bıraktım. Benim hayatım onların içerisinde. Sadece tek bir şeye pişmanlık duyuyorum, bir çatışma sırasında daha farklı hareket etseydim, bugün o gençlerden bazıları hala hayatta olabilirdi.

*Rus Spetsnaz subayı tarafından kaleme alınmış bu günlük, Mark Franchetti tarafından İngilizce’ye tercüme edilmiş ve 31.10.2010 tarihinde The Sunday Times gazetesinde yayınlanmıştır. Yazının Türkçe tercümesi ise Waynakh Online tarafından yapılmıştır.



Bir yanıt bırakın!

Aşağıya bir yorum ekleyin veya kendi sitenizden trackback yapın. İsterseniz RSS ile de yorumları takip edebilirsiniz.

Yorum yazmadan önce lütfen kuralları okuyunuz...

500 karakter kaldı.

Yorum yaparken kullanabileceğiniz etiketler:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Bu sitede Gravatar kullanabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi ve üyelik için Gravatar sitesini ziyaret ediniz.