İşkence Kurbanı Çeçen Mülteci: Musa
Finlandiya’nın kamu yayıncısı YLE, geçtiğimiz günlerde Fin yönetmen Mervi Junkkonen’nin “After Life – Four Stories of Torture (Ölümden Sonraki Hayat – Dört İşkence Hikayesi)” isimli belgesel filmini ekranlara taşıdı. Filmin ana karakterlerinden birisi de Çeçen Cumhuriyeti İçkerya’daki vahşi Rus işgalinden kaçan bir Çeçen sığınmacı olan Musa’ydı.
Fin internet magazini “Fifi”de 13 Şubat 2012 tarihinde Musa ile bir röportaj gerçekleştirdi. Musa röportajı sırasında, filmin izleyicilerinin özgürlüğün önemini kavramalarını ve Çeçenya’daki çatışma ortamının halen devam ettiğini anlamalarını ümit ettiğini dile getirdi.
Jussi Förbom tarafından kaleme alınan makaleyi sizlerle paylaşıyoruz:
“Geceleyin sizi sorguya aldıklarında, kafanıza plastik bir torba geçiriyorlar ve üç ya da dört adam tekrar tekrar aynı soruları soruyor. Başınıza vuruyorlar, zaman zaman elektrik şoku uyguluyor ve ardından kafanıza geçirdikleri plastik torbayı yeniden sıkıyorlar. Ne söyleyeceğinizi düşünmeye başlıyorsunuz, çünkü sizden bir şeyler söylemenizi bekliyorlar. Ve ardından sizi hücrenize geri götürdüklerinde, söylediklerinizi daha doğrusu size söylettiklerini düşünüyorsunuz. İşte o an hiçbir yerde güvende olmadığınızı hissetmeye başlıyorsunuz”.
Bu sözlerin sahibi, “After Life – Four Stories of Torture” adlı filmin baş karakterlerinden birisi olan Musa isimli bir Çeçen. Helsinki’deki bir kafede filmin yönetmeni Mervi Junkkonen, tercüman Matti Mäki ve Musa ile birlikte oturuyoruz. Musa analizler yaparak kendisini sıkmadan sakince konuşuyor. Sadece oturmak ve anlattıklarını dinlemek bile oldukça zor.
Musa, “Bu et kıyma makinesinden canlı çıktığım için şanslıyım. Bana işkence edenler ve orada hala diğer sivillere işkence etmeye devam edenler, kimsenin onların pençelerinden canlı kurtulamayacağından emin, böylelikle yaptıklarından ötürü ileride kimse onları cezalandıramayacak. Aslında burada olmamalı ve başımdan geçenleri sizlere anlatmamalıyım” diyor.
Bir başka Avrupa ülkesinde mültecilik statüsü elde eden Musa, 2007 yılından bu yana ailesiyle birlikte Finlandiya’da yaşıyor. Bulunduğu konum ve mültecilik statüsü bir nebze de olsa kendisini güvende hissetmesini sağlıyor. Musa, Çeçenya’dan kaçışını, Rus destekli yerel yöneticiler kendisini yakalamadan önce güvenliğini sağlayıp sağlayamayacağıyla ilgili bir yarışa benzetiyor. Anavatanı dışındaki yaşam onun için soğuk ve yabancı geliyormuşsa da işkence görmek ve hayatta kalmak arasında bir seçim yapmış.
“Güvende olmak” ama buna rağmen oldukça şaşırtıcı bir deneyim. “Kendi gözlerimle şahit olduklarımı anlatır anlatmaz, insan hakları organizasyonlarının kısa sürede harekete geçeceğini düşündüm. Ancak olanları anlattığımda, bu duruma düşen onlarcasından biriymişim, insanların işkence görmeleri ve öldürülmeleri normalmiş, bunda bir sorun yokmuş gibisinden bir reaksiyon aldım”.
Hapishanede insanlar gerçekten uzaklaştırılır ve hapishane duvarların önlerindeki 10-20 yıl için onların dünyalarının sınırlarını oluşturur.
“Sanırım vurulmaya götürülen bir kişi de aynı tepkiyi verir: İşler böyle yürüyor, seçim şansı yok, kabullen gitsin! Aynı şekilde, günlerce dayak yediğinizde ve bir duvara fırlatıldığınızda, duyduğunuz her şeyi söylemekten ve olanları itiraf etmekten mutlu olursunuz. İşte bu şekilde hapishane dışındaki gerçek yaşama adapte olursunuz ve bu da oldukça uzun bir süre alır. Ailem olmadan bunu başarabilecek olduğuma inanmıyorum”.
Musa, işkence kurbanlarının Finlandiya’daki ‘İşkence Mağdurları Merkezi‘nde yardım alabileceklerini öğrenmiş. Musa gülerek, “Ne tür bir tedavi uyguladıkları konusunda hiçbir fikrim yoktu ama kısa sürede öğrenerek anladım. Bu merkezdeki profesyoneller bana çok fazla yardımcı oldu. Bedenimde cerrahi bir operasyon yapmadılar ya da hasta organlarımı tedavi etmediler; yaptıkları şey kafamın içindeydi. Halen kafamın içindeki tüm zırvalıklardan kurtulamadım ama bir parçası kayboldu” diyor.
Tedavi sırasında doktorların dahi devam edemeyerek gözyaşlarına boğulduğu dakikalar oldu. Günlük yaşantısının bir parçası olduğundan Musa buna şaşırmadı.
“Mahkum olduğumuzda, hepimiz çok kötü olmuştuk; tıpkı öldürülmek için toplanılan tavukların bulunduğu bir çiftlikte gibiydik. Ama bizi orada tutanların karşısında her zaman gülümsedik. Onların kolayca kırılabildiğimizi bilmelerini istemedik. Yürümek için avluya çıkartıldığımızda geleneksel Çeçen danslarını yaptık. Ne zaman birisi alınsa, öldürülmeye götürülüyor gibi vedalaşıyorduk. Geri dönebilirse, tıpkı kendi kardeşimiz gelmiş gibi kucaklıyorduk. Orada tutulduğumuz sürede içinde bulunduğumuz durum böyleydi” diye anlatmaya devam ediyor Musa.
Musa, başlarda kendisini orada tutanların da insan olduklarına inandığını ve dayak yediği sırada ne kadar acı çektiğini gördüklerinde duracaklarını düşündüğünü söylüyor. Ama tam tersi yaşanmış: “işkenceciler acı çektiğinizi görünce sizi daha fazla dövüyorlardı”. Tedavisi sırasında Musa, böyle bir durumdaki insanının sonunun nasıl olacağını anlamaya başladı, sonuna kadar savaşacak ve tüm gücünü yitirdiğinde her şeyi oluruna bırakacaktı.
“Rehabilitasyon merkezindekiler gerçekten profesyonellerdi, başlarda tam olarak anlamadığım her şeyi bana açıkladılar”.
Tutulduğu hapishane Musa’nın evine 20 dakika uzaklıktaki bir mesafedeydi. Musa’yı tutuklayanlar, hapsedenler ve işkence edenler, hepsi Çeçen’di. Musa, “Tek bir Rus bana elini dahi sürmedi” diyor. İşkencecileriyle ‘çok güzel sohbetler’ ettiğini söylüyor. İşkencecileri, “Anlamaya çalış. Bu bizim işimiz, gerçekte işler göründüğünden farklı. Bunu kabullenmek zorundasın, yoksa hiçbir yere ulaşamayacağız” demişler.
Musa, “Sondan önceki ikinci duruşmamdan önce beni hücremden alıp mahkemeye götürenler, tahliye edilebileceğimi hissettiklerini ve eğer çıkarsam orada olanları kimseye anlatmamam gerektiğini söylediler, sessiz kalmayacağımı da hissetmiş olmalılar. Kaçmalı ve sessiz mi kalmalıydım, bu adil olmazdı. Nazi filtrasyon kamplarından sağ çıkanların hepsinin sessiz kaldığını hayal edinsenize. O zaman orada yaşanılanlar hakkında hiçbir fikrimiz olmazdı” diyor.
Musa, medyada yer alan pek çok habere rağmen Çeçenya’daki çatışmanın devam ettiğini vurguluyor: “Eğer [diktatör Ramzan] Kadirov’un yandaşlarının mahkumları tuttukları yerlere girme imkanımız olsaydı, işkence görmüş pek çok kişi görürdük. İşkence devam ediyor, sadece şiddeti değişti. 2000-2006 yılları arasında çok sayıda insan, özellikle de gençler öldürüldü. Sadece benim arkadaşlarımdan beşi arkalarında hiçbir iz bırakmadan kayboldu, aileleri bugün hala onlara ne olduğunu bilmiyor. Bu nedenledir ki, Finlandiya, Çeçenlerin sığınma taleplerini reddetmemeli, zira Kadirov’a hizmet edenler dışında hiçbir Çeçen kendi zevkleri için anavatanını terk etmez. Benim gibilere Çeçenya’da her şeyi yapabilirler: Bizi öldürebilirler, bizi utandırabilirler, bize işkence edebilirler…”
Musa’ya birkaç kez konuştuklarını kavramakta zorlandığımı söylemeye mecbur kaldım. “Çok iyi anlıyorum” dedi. Bir kez daha denedim ve Mervi Junkkonen’in belgeselini izleyenlerin Çeçenler ve onların dünyası hakkında neyi anlamasını istediğini sordum.
Musa, “Zor bir soru. Basitçe ‘lütfen bu şekilde ya da şu şekilde düşünün’ demek zor. Yine de şunu söylemek istiyorum: Böyle bir şeyin ülkenizde yaşanmaması için elinizden gelen her şeyi yapın. Herhangi bir kişi suçlanabilir ama o kişinin suçlu olduğunu kanıtlamak çok zordur. Çeçenya olarak adlandırılan yerde, kimse hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değil. Birisi yakalandığında, o kişi suçlu ve canidir. İnsanların yaşamın ve özgürlüğün değerini hissetmelerini istiyorum. En önemlisi bu, gerisi çöp yığınından ibaret. Despotizmin hüküm sürmesine izin vermemeliyiz” diyerek sözlerini noktaladı.
Tweet
Bir yanıt bırakın!