TBMM Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’in Çeçenya Konulu Genel Görüşme Talebi ve Meclis Görüşmeleri (1999)
Türkiye Büyük Millet Meclisi 21.Dönem’de (18 Nisan 1999 – 14 Kasım 2002) görev yapmış Fazilet Partisi Grup Başkanvekili ve Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’in Çeçenistan ve Kuzey Kafkasya’ya yönelik izlenen dışpolitika konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi ve bu önergeye ilişkin meclis görüşmesi.
BAŞKAN – Hükümet hazır mı efendim? Hükümet hazır.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri hükümet ve gruplar için 20’şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.
İlk söz hükümetindir.
Hükümet adına konuşacak var mı efendim?
ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYKETİN (Tekirdağ) – Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki efendim.
Gruplar adına…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, burada önemli bir konuda, dünyayı ve Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir konuda genel görüşme önergesinin öngörüşmelerini yapıyoruz. Konu, topluma mal olmuştur, uluslararası camiada tartışılmaktadır. İsteriz ki, bu konuda, hükümet söz hakkını kullansın, gelsin, bilgi versin. Yani, hükümetin konuşma sırasını atlaması, benim bu konuda söyleyecek hiçbir sözüm yoktur demesi Meclisin kabul edeceği bir durum değildir efendim. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Hükümet adına, Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin Bey konuşacaklardır. Buyurun efendim. Süreniz 20 dakika.
ÇEVRE BAKANI FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun zamandan beri, maalesef, Rusya, Çeçenistan üzerindeki hegemonyasını sürdürmeye devam etmektedir.
Tabiî ki, gerek televizyonlardan gerekse hükümetimize bildirilen Çeçenistan’la ilgili çeşitli olumsuz gelişmeleri yakından takip etmekteyiz. Özellikle, çoluk çocuğun, insanların perişan olması, göçe zorlanması, yıllarca yaşadıkları topraklardan sürülmesi, bir insanlık ayıbı olarak, maalesef, bu çağda, bugün, gözler önüne serilmektedir. Özellikle, yaşadıkları topraklardan sökülerek başka ülkelere göç eden bu insanların dağlarda, taşlarda, olumsuz hava koşullarında sürünmeleri, bir insanlık ayıbı olarak gözler önüne serilmektedir. Her zaman seyrettiğimiz gibi, gerek dünyadaki gerek ülkemizdeki hükümetimizdeki tepkileri yakinen görmektesiniz.
Çeçenistan’daki bu insanlık ayıbının gündeme getirilmesi fevkalade iyi olmuştur. Burada, hükümetimiz adına, Çeçenistan’daki vahşetin bir an önce durdurulmasını, Rusya’nın bu insanlık ayıbını bir an önce durdurmasını, özellikle Rusya’nın yetkililerinden bekliyoruz. Bu, hepimiz biliyoruz ki, Avrupa Birliğinde de gündeme getirildi, kınandı; ancak, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bir üyesi olarak, üzüntülerimizi burada belirtmek istiyorum. Gerek Çeçenistan’daki insanlık dışı olayları gerek dünyanın neresinde olursa olsun bu gibi olayları şiddetle kınıyoruz.
Bu vesileyle, bizlere, gündem konusu blan bu olay hakkında konuşma fırsatını veren, gündeme getiren değerli arkadaşlarımıza teşekkür ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Çevre Bakanımız Sayın Aytekin’e teşekkür ediyorum.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, görüşmelerin akışını bozma niyetiyle yerimden müdahele etmiyorum. İzniniz olursa, Sayın Bakana -şahsı adına- teşekkür ediyorum. Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin Bey şahsen duyarlık göstermiştir ve konuyla ilgili özet bir değerlendirme yapmıştır; ama, konu, bir dışpolitika konusudur. Böylesine önemli bir dışpolitika konusunda, Dışişleri Bakanlığının konuya bakış açısını, perspektifini gösterecek -Dışişleri Bakanlığının elindeki envanterlerle birlikte- Genel Kurulda, kürsüden, milletvekillerine bilgi verilmesi lazımdı. Maalesef, Dışişleri Bakanı yok ve bu konuda da, Dışişleri Bakanlığının konuya ilgi duymadığı, böyle bir hazırlığı, Meclisteki herhangi bir bakana, sunulmak üzere de göndermediği anlaşılmaktadır. Ben, Dışişlerinin, bu tutumunun yanlış olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisine gereken saygıyı göstermediğini ifade etmek istiyorum. Teşekkür ediyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Her ne kadar, İçtüzüğümüz, Hükümetin ilk konuşmayı yapacağını söylüyorsa da, belirttiğiniz anlamda yeniden bir konuşma arzusu olursa, kendilerine söz vereceğim.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Muş Milletvekili Sayın Mümtaz Yavuz; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA MÜMTAZ YAVUZ (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan’da yaşanan olaylarla ilgili olarak verilen genel görüşme önergesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Sözlerime başlarken, elim bir trafik kazası sonucu kaybettiğimiz değerli milletvekili arkadaşımız Sıtkı Turan’a Cenabı Allah’tan rahmet dilerken, kederli ailesine ve değerli partili arkadaşlarına da taziyelerimi sunarım. Mübarek Ramazanın hayırlara vesile olması dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, Ruslar, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri ve tüm ahlakî ölçüleri bir kenara bırakarak, 250 yıldır Kafkaslarda yaptığı mezalimi, çok daha acımasız bir şekilde, Çeçenlere yeniden yaşatmaktadır.
Bir avuç Müslüman Çeçene yapılan bu katliam ve soykırımını dünya kayıtsız kalarak seyrederken, Yüce Türk Devleti olarak bizler de dünyaya uymuş, bu vahşeti, Rusların iç meselesidir diye, sessiz sedasız seyretmekteyiz. Aslında, seyreden, sağduyu sahibi Yüce Türk Milleti değil, sadece 57 nci cumhuriyet hükümetidir. (DYP ve FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Düşünün ki, dünyada “benim iç meselem” deyip de vatandaşlarını katleden, köy, kasaba ve şehirlerine kilometrelerce uzaktan bomba yağdırıp sivil, asker ayırımı yapmadan top atışına tutan, taş üstüne taş koymayarak “terörle mücadele ediyorum” diyen bir başka ülke daha var mı?
Dünya görecek; bu savaş da 1994-1996 savaşından farklı olmayacak. Yine, bu savaş da, kahraman Çeçenlerin zaferiyle sonuçlanacaktır; çünkü, davaları tarihî, hukukî ve vicdanî açıdan haklıdır.
Rusların, önce Çarlık Rusya’sıyla başlayıp sonra sosyalist Rusya’yla devam eden federasyonunun ise bir tek arzuları vardır; o da, Çeçenistan’ı Çeçensiz yapmak.
Çeçenler, Çeçenistan için 250 yıldan bu yana Ruslarla savaşmaktalar. Bu 250 yıllık savaş süreci içerisinde 200 milyon nüfuslu Ruslar ne zaman ki 1 milyon nüfuslu Çeçenlere karşı galip gelseler, mutlaka Çeçenleri, ya Sibirya’ya sürmüşler ya da mülteci durumuna düşürmüşlerdir. Ruslar çok iyi biliyorlar ki, Kafkasya’ya kayıtsız şartsız hâkim olabilmek için Çeçenlerin yok edilmesi şarttır.
İşte, Ruslar, kafalarına koydukları bu gerçekten hareket ederek her seferinde Çeçenlere karşı soykırımını uygulamaktalar. Bu nedenledir ki, Çeçenlerin nüfusu 250 yıldan bu yana hiç artmayıp 1 milyon olarak kalmaktadır.
Ruslar, 1864 yılında Çeçen millî mücadele hareketini kanlı bir şekilde bastırarak Kafkasya’yı tahakkümü altına almışlardı. Rus Çarı İkinci Aleksandr, bir ay içinde Kafkasya terkedilmediği takdirde, bütün yerli halkın harp esiri olarak Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürüleceğini ilan eder. O tarihte milyonlarca insan aç, sefil halde yollara düşerler. Ruslar, bir bayram bahanesiyle topladıkları Çeçenleri vagonlara bindirerek Sibirya ve Kazakistan’a sürmüşlerdir.
Rusların ister Çarlık ister sosyalist ister federasyon dönemlerinde fikirleri hiç değişmemiş. Ruslara Kafkasya denince, akıllarına ilk olarak Çeçenleri yok etmek geliyor. Kahraman Çeçenler de, Rusların bu fikirlerini çok iyi bildiklerinden dolayı, tarihten silinmeyip Çeçenistan’ı Çeçensiz bırakmamak için, İmam Mansur’la başlayıp Gazi Muhammed, İmam Hamzat, Şeyh Şamil ve Cahar Dudayev’le devam eden bu mücadelede tek Çeçen savaşçı kalıncaya kadar vatanları için savaşacaklarına ant içmişlerdir. Her milletin vatanını savunma hakkı olduğu gibi, Çeçenistan’ı savunmakda Çeçenlerin hakkıdır.
Sovyetler Birliği döneminde, 5 Aralık 1936 tarihinde Çcçen-İnguş otonom cumhuriyeti olarak kurulan Çeçenistan Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğinin dağılma sürecinde, 9 Kasım 1991 ‘de bağımsızlığını ilan etmiştir.
Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere pek çok devletin, Çeçenistan’in bağımsızlık ilanını ve sonradan yaşanan gelişmeleri Rusya’nın iç sorunu olarak nitelendirmesi, önemli bir soruyu gündeme getirmektedir: Bağımsızlık ilanının hukukî dayanağı var mı?
Sayın milletvekilleri, Bağımsız Devletler Topluluğunu oluşturan antlaşmayı, o tarihte, Tataristan ve Çeçen-İnguş Cumhuriyetleri imzalamadılar ve yine bu iki cumhuriyet, 12 Aralık 1993 tarihinde yapılan Rusya Federasyonunun yeni anayasa oylamasına ve parlamento seçimlerine de katılmadılar. Daha sonra, Tataristan Cumhuriyeti anlaşarak; İnguşlar ise, referanduma gidip Çeçenlerden ayrılarak İnguşistan Cumhuriyeti adıyla Rusya Federasyonuna katıldılar. 9 Kasım 1991’de bağımsızlığını ilan eden, Federasyona katılmayan tek cumhuriyet Çeçenistan oldu. Çeçenistan’in Rusya Federasyonuna bağlı olduğunu belirten, hiçbir antlaşma ve hukukî metin yoktur.
Çeçenler, Bağımsız Devletler Topluluğunun antlaşmasına katılmamaya gerekçe olarak 1924 Anayasasını göstermişlerdir. Bu Anayasaya göre bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetler gibi, Çeçenistan’da bağımsızlığını ilan etmiştir; bu nedenle, Çeçenistan sorununun Rusya’nın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi yolundaki önerilerin hiçbir yasal dayanağı yoktur. Batı ülkeleri, Sovyetler Birliğinden, eski Yugoslavya’dan ve eski Çekoslovakya’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan eden ülkeleri hemen tanımadılar mı?!
Milletlerin kaderlerini serbestçe tayin etme hakkı, 20 nci Yüzyılın başlarında yaygınlaşarak kabul gören, 1945 Birleşmiş Milletler Şartı, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1975 Helsinki Nihaî Senedi, 1990 Paris Şartı gibi uluslararası sözleşmelerde açıkça tanınan bir haktır. Buna rağmen, Çeçenistan’in bağımsızlığını tanımayan Batı ülkelerinin çifte standart uyguladıkları da acı bir gerçektir.
Değerli milletvekilleri, Ruslar her zaman yaptıkları gibi, 11 Aralık 1994 tarihinde Cahar Dudayev önderliğinde kurulan Çeçenistan Cumhuriyetini yok etmek için üç koldan Çeçenistan’a saldırdılar. Şamil Basayev’den Budenosk, Salman Radoyev’den Kızılyar baskınını yiyen Rus Ordusu, Grozni kapanıyla çok büyük kayıplar verdi. 1 milyon nüfuslu minik Çeçenistan’m kahraman savaşçıları karşısında neye uğradığını şaşıran Rus Ordusu, perperişan bir vaziyette çekilmek zorunda kaldı. Yaklaşık iki yıl süren bu savaş, Çeçenlerin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşın sonunda, Rus Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Lcbed, Başbakan Çernomirdin, Devlet Başkam Yeltsin, Çeçen Başbakanı ve sonra Cumhurbaşkanı olan Aslan Mashadov’la bir dizi antlaşma imzalamışlardır. 31 Ağustos 1996 tarihinde Rusya Federasyonu adına Lebed ile Aslan Mashadov arasında imzalanan müşterek beyanata göre “biz bu belgeyi imzalayanlar, herkesçe tanınmış tüm milletlerin kendi mukadderatını kendi tayin etme hakkını göz önünde bulundurarak ve beraberlik, gönüllülük ve irade özgürlüğü, uluslararası barışın sağlanması ve milletlerin güvenliği prensiplerine göre hareket ederek, bu temeller esasında sonraki görüşmeler düzenlenecektir” diye, AGİT Yardım Grubu Başkanının huzurunda ortaya koymuşlardır.
12 Temmuz 1997 tarihinde Rusya Başbakanı Çernomirdin ile Çeçenistan Başbakanı Aslan Mashadov arasında gümrük, havayolları ve petrol boru hatlarıyla ilgili bir dizi anlaşma yapılmıştır.
Yine, Yeltsin ile Aslan Mashadov arasında imzalanan, barış ve kardeşlik ilişkileri hakkındaki antlaşmaya göre “ihtilafların çözülmesinde kuvvet ve kuvvet kullanma tehdidinden ebedî olarak vazgeçilecektir; taraflar, kendi aralarındaki ilişkileri herkesçe tanınmış uluslararası normlara uygun olarak kurmayı kabul ve taahhüt etmektedir…”
Ruslar bu antlaşmaları uymak için değil, zorunda oldukları için imzaladılar; hiçbir zaman da, imzaladıkları bu antlaşmalara sadık kalmadılar. Bunlar, Rusların sözlerine ne kadar güvenilebilirliğin en somut örnekleridir.
Değerli milletvekilleri, bir avuç Çeçen karşısında dünyaya rezil rüsva olan Ruslar, bu antlaşmaları yaptıkları günden itibaren, Çeçenistan’dan intikam almak için ve her zaman olduğu gibi, Çeçenistan’ı Çeçensiz yapmak için yeniden kolları sıvadı; bir sürü entrikayla dünya kamuoyunda Çeçenleri, mafya, adam kaçıran, terörist, fundamentalist ve Vahabi diye göstermeye başladılar. Savaştan çıkan Çeçenlerin dünya kamuoyunda bunları yalanlamak için hiçbir imkânı yoktu.
Ruslar, bir yandan Çeçenleri dünya kamuoyuna yanlış tanıtırken, bir yandan da Çeçenistan’a sınır olan Dağıstan bölgesine asker, silah ve mühimmat yığmaya başladı; kendi ajanlanna birçok değişik yerde bombalama eylemleri yaptırıp, dünya kamuoyunu yanıltarak, bu terörist eylemleri Çeçenlerin yaptığını göstermeye çalıştılar. Bir eylemde yakalanan Ruslar “Çeçenlere karşı güvenlik önlemi alıyoruz” diye dünyayı yanıltmaya kalkmışlardır.
Rusların bu savaşı başlatmalarının asıl sebepleri :
1- Rus yöneticileri, 19 Aralık 1999’da yapılacak olan Parlamento ve Duma seçimlerine yaklaşılırken, siyasî prim sağlamak,
2- Parlamento ve Duma seçimlerinden sonra yapılacak olan Devlet Başkanlığı seçiminde, Boris Yeltsin’in veliahtı olan bugünkü Başbakan Çernomirdin’in de prim sağlaması,
3- IMF ve Avrupa Birliğinin Rusya Federasyonunun ekonomik sıkıntısını gidermesi için açmış olduğu yardım ve kredilerin Yeltsin ve yakınlarınca yağmalandığının dünya ve Rus kamuoyunda ayyuka çıkmasını örtbas etmek için,
4- Çeçenlerle yapmış oldukları antlaşmalara göre taahhüt ettikleri savaş tazminatı, birkısım sosyal haklar ile Bakü-Novorosky petrol boru hattının Çeçenistan’dan geçen 150 kilometrelik kısmı için ton başına ödemeleri gereken 6 doları ödemediklerinden, Çeçenlerin petrol vanalarını kapatmasından dolayı,
5- Ruslar, Çeçenlere bu paraları ödememek için, petrol boru hattını kendilerince daha güvenli olan Dağıstan’ın Botlik bölgesinden geçirmeye karar vermeleri üzerine; 94-96 savaşında Çeçenleri destekleyen Dağıstan’ın Botlik bölgesindeki Çoban Mahi, Kara Mahi, Gunip ve Gimri köylerinde yaşayan Avarlara saldırarak savaşı başlatmışlardır.
7 Ağustos 1999’da başlatılan bu savaşın gerçek nedeni, Çeçenistan’da olmayan teröristleri yok etmek değil, her zaman kafalanna koymuş oldukları Çeçen Halkını yok etme planım uygulamaya koymaktır.
Değerli milletvekilleri, bizler, diğer ülkeler gibi, Rusların bu vahşetine seyirci kalamayız. Çeçenler, bizlerin ırkdaşı, dindaşı ve çok köklü tarih bağlarımız olan kardeşlerimizdir. Tarih boyunca, zalime ve zulme karşı olan şanlı Türk Devleti, Kosova’da, Bosna-Hersek’te, Afganistan’da, dünya kamuoyunu oluşturarak, vahşetlere “dur” demesini bilmiş ve bu vahşetlerin durması için, gerektiğinde Birleşmiş Milletlerden karar çıkararak, bilfiil Türk Ordusunun da içinde bulundğu NATO müdahalelerini sağlamıştır.
Soruyorum size: Çeçenler, Kosovalılardan, Bosna-Herseklilerden, Afganistanlılardan bize daha mı uzak? Bunlar bizim kardeşlerimiz değiller mi? Ruslar, tankla, topla, uçak ve helikopterle, Çeçen köy ve kasabalarını bombalarken, şehirlerine attığı bombalar toprağın 8 metre altında patlayarak, bodrum ve sığınakları da yerle bir etmektedir.
Kahraman Çeçenler, yurtlarını, münferiden kullanılan kalaşnikofla korumaya çalışırken, Rusya, Çeçenistan’da yaptığı insanlıkdışı uygulamalarına bir yenisi daha eklemiştir; o da, 6 Aralık sabahı, Grozni’de kimyasal silah kullanarak, bu insanlıkdışı vahşeti doruğa çıkarmıştır. Atılan kimyasal bomba sonucu yüzlerce sivilin öldüğü, bağımsız kaynaklarca dünyaya duyurulmuştur. Rusların, Başkent Grozni’de kalan çoğu yaşlı, hasta, çocuk olmak üzere, yaklaşık 30 000 kişinin, şehri terk etmedikleri takdirde terörist muamelesine tabi tutulacaklarını ilan etmeleri, gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır.
Değerli milletvekilleri, hep beraber, elli yıldan bu yana “Şamil, Kafkasların kartalı; Şamil, özgürlük güneşi; Şamil, Atatürk’ün özbeöz kardeşi; Şamil’i tanımayan atasını tanımaz” demedik mi?! (Alkışlar) Nerede kaldı bu sözlerimiz?! Çeçenler, Şeyh Şamil’in torunları, bizlerin de kardeşleri değiller mi?!
Kafkasların omurgasını oluşturan Çeçenler, tarih boyunca Ruslarla savaşmışlardır. Rusların iddialarının aksine, Vahabiliğin dünyada en son girebileceği yer Çeçenistan’dır; çünkü, Vahabilik, tarikatlara, Sufiliğe ve tasavvufa şiddetle karşıdır. Çeçenler, İmam Mansur’la başlayıp, Gazi Muhammet, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil ile devam eden, dinî düşünce ile vatan fikrini birleştiren miiridizm hareketini günümüze kadar taşımışlardır.
Kafkasların efsanevî lideri Şeyh Şamil 1870 yılında Hacca giderken İstanbul’a uğradığında, İstanbul tarihî bir gün yaşamıştır. Padişah AbdUlaziz Han Dolmabahçe Sarayının kapısında Şeyh Şamil’i karşılayıp kucaklarken duygularını “Babam kabirden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim” diye ifade etmiştir. (Alkışlar) Şeyh Şamil ise, Sultan Abdülaziz Han’a “Cihan Padişahım, bu kardeş elini uzatmakta çok geç kaldınız” demiştir.
Değerli milletvekilleri, yakın tarihte Moskova’yı ziyaret eden Sayın Başbakanımızı, Rusya Federasyonu bir Başbakan Yardımcısıyla karşılamıştır. Başbakanımızın görüşme talep ettiği Devlet Başkanı Yeltsin, aynı saatte Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan ile görüşürken, Başbakanımıza randevu vermeyişine neden olarak sağlık durumunu göstermesi ne kadar düşündürücüdür!
Bu kadar acı tarihî gerçeklere rağmen, birtakım kişilerin çıkar ve menfaatları uğruna, gerçekleşmesi hayal olan projelerde Rusya ile ortak olmak için Çeçenistan meselesine “Rusya’nın iç meselesi” dememiz ne kadar doğru olur?!
Sayın milletvekilleri, Türk insanı savaşa giderken “Ya Allah Bismillah” der; radyolar kahramanlık türküleri ve marşlar çalar; analar babalar, oğullarına “git Allah için, vatan için şehit” ol demez mi?! Çeçenler bunlardan farklı bir şey mi söylediler?!
Ulu Önder, Kurtuluş Savaşını 19 Mayıs 1919’da başlatmıştı. Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde kuruldu. Halifelik 1 Kasım 1924’te kaldırıldı. Laiklik anayasaya uzun yıllar sonra girdi. Çeçenlerden, iki yıl gibi kısa bir sürede, hem devlet olmalarını hem de bunların hepsini başarmalarını istemek, haksızlık olmaz mı?!
Bakın, 1996 Çeçen zaferinden sonra yapılan Çeçen Anayasasına göre :
“Madde 21. – Çeçen Cumhuriyeti vatandaştan kanun ve mahkeme karşısında eşittir. Milletinden, ırkından, sosyal menşeinden, cinsiyetinden, dilinden, dine bakışından, ikamet ettiği yerden, meşguliyetinden, mal varlığından, siyasî ve diğer görüşlerinden ve diğer durumlardan bağımsız olarak eşit derecede korunma hakkına sahiptir.“
“Madde 43. – Vicdan özgürlüğü teminat altındadır. Çeçen Cumhuriyeti vatandaşı, herhangi bir dine inanmak veya hiçbir dine inanmamak, dinî ibadetlerini yerine getirmek veya yasalara ters düşmeyen herhangi diğer bir dinî faaliyette bulunma hakkına sahiptir.“
Sayın milletvekilleri, 94-96 savaşında Çeçenlere yenilen Ruslar, o gün, Çeçenlerin her isteğini kabul edip birçok antlaşma yaptılar. Dünya kamuoyunun gözü önünde imzaladıkları antlaşmaları, iki yıl gibi kısa süre sonra hiçe sayıp, Çeçenlere savaş açtılar.
Şimdi, biz, Rusya’dan gaz alacağız. Kritik zamanda gazı kesmeyeceklerine nasıl güvenebiliriz!
Sayın milletvekilleri, Çeçenistan, füzeyle, tankla, topla, uçak ve helikopterle yerle bir edildi. Çeçenlerin yaşlı, çocuk ve kadınları topyekûn mülteci durumuna düşürüldü. Bu mülteciler yollarda top atışına tutuluyor. Bu insanları mülteci olarak sadece İnguşistan kabul etmektedir. Bu minik ülkenin, 300 binden fazla mülteciye, sadece ekmek bulması mümkün değil. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yavuz, lütfen, 2 dakika içerisinde toparlayınız.
MÜMTAZ YAVUZ (Devamla) – Bu insanlar, bu ağır kış koşullarında bırakın barınmayı, bir lokma ekmek bulamamaktadır; hepsi aç, sefil ve hastadır.
Dünya, gözünü açıp bu acı gerçeği görmüyorsa, biz de mi gözlerimizi kapatıp bu insanlık dışı vahşeti görmeyeceğiz! Bu insanlar kardeşimiz, bunlar dindaşımız değiller mi?!
Tıpkı, Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
İşte, sayın milletvekilleri, Ruslar, Çeçenlere “11 Aralığa kadar Grozni’yi boşaltın” diyorlardı; Çeçenlere bir kez daha “yurdunuzu yuvanızı terk edin” bir kez daha “yurtsuz yuvasız kalın” diyorlar. Çünkü, Ruslar şunu çok iyi biliyorlar: Eğer Çeçenistan’daki savaşı kaybederlerse, federasyon tekrar bir dağılma sürecine girecek, ayrıca, kaybettikleri bir savaşın sonunda yaptıkları insanlık dışı uygulamalar için savaş suçlusu olarak yargılanmaktan korkmaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, Türk Milleti, aynı kökten gelen, aynı değerlerle beslenen, tasada, kıvançta ortak, büyük bir çınardır. Bizim kolumuzu kanadımızı kesmeye çalışırlarken, Yüce Meclisin konuyu bu hassasiyetle değerlendireceğine olan inancım tamdır. 57 nci hükümetin de bu hassasiyeti dikkate alarak, Çeçenistan’da yaşanan soykırımın bu aziz ramazan gününde durdurulması için üzerine düşeni yapması dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yavuz.
Gruplar adına ikinci konuşma, Anavatan Partisi Grubu adına istanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican’a ait (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Andican, süreniz 20 dakikadır. Buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDÎCAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’ye, her yönüyle, çok uzak olmayan Kafkasya’da yaklaşık dört aydır, gerçekten, büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Bunu “insanlık dramı” olarak tanımlamak, aslında, biraz hafifletmek. Orada bir jenosit, bir soykırım yaşanıyor ve bütün dünyanın gözleri önünde. însan haklan, AGlT, Paris Şartı, ne derseniz deyin, bugüne kadar yazılmış çizilmiş tüm hukuk kurallarının dışında bir uygulama, kanlı bir şekilde devam ediyor. Hatta o kadar ki, son dönemde, bu bölgede vakum bombalarının kullanıldığı, yani, kimi öldürdüğü kesinlikle ayrılamayacak, geniş bir bölgeyi tamamen mahvedecek bomba tipi kullanıldığı noktasında iddialar var ve Rus Genelkurmayından yayımlanan bir bildiride de, bunun, böyle bir patlamanın olduğu şeklinde, ayın 10’unda Anadolu Ajansı’nın Intertass’a bağlı olarak geçtiği haberler var.
Tabiî, bu olay, aysberkin su üzerinde kalan yüzü; derine bakmamız lazım ve Türkiye, maalesef, bu olayı, kendi gözleriyle değil, kitlesel medyamızın Batı kaynaklı yaklaşımıyla gözlediği için, onlara da büyük ölçüde, haberler, Rus merkezli olarak gittiği için, mesele, bir Çeçen-Rus çatışması olarak değil -altını çizerek vurguluyorum- kökten dinci terörist ve modern, çağdaş Rus çatışması şeklinde anlatılmaktadır. Türkiye’de de kamuoyunun büyük bir kısmı -ne yazık ki, buna, biricisini entelektüellerimiz, siyasetçilerimiz de dahildir- olayı bu şekilde algılamakta ve gösterdikleri refleksi de ideolojik yaklaşımlarının ışığı içerisinde yapmaktadırlar; yanlış buradadır. (ANAP sıralarından alkışlar)
Meseleyi netleştirmek bakımından, izin verirseniz, biraz geriye gitmemiz gerekir. Biliyorum, tüm arkadaşlarım gelecekler, Şeyh Mahsur’dan başlayan ikiyüzelli yıllık Çeçenistan-Rus mücadelesini burada gündeme getirecekler. Yalnız burada çok önemli bir nokta var, bunu ortaya koymamız lazım; tarih, tarihtir; değiştiremeyiz.
Evet, Şeyh Mansur, bir Nakşibendi şeyhi; onunla başlıyor iş ve bu Nakşibendi şeyhinin önderliğinde Çeçenler yirmi otuz yıl süren bir mücadele veriyorlar; sonra, onun sonu geliyor.
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, hepimizin Türkiye’de çok yakından tanıdığı Şeyh Şamil geliyor; o da bir Nakşibendi şeyhi. Onun da sonucu…
Tabiî, burada sadece “Nakşibendi şeyhi” diyerek geçiyorum; temelde onların oluşturduğu organizasyon, bir sufı dayanışması. Çeçenistan’daki durumu iyi anlamamız lazım; kökten dincilik bağlamında olup olmadığını iyi değerlendirmemiz lazım; yoksa, yanlış şablonlara oturtmuş oluruz, onun için anlatıyorum bunları; yoksa, size tarihi tekrar nakletmek için değil.
Sonra, Nakşibcndîlerin sonu geliyor. Hacı Kuntay’la beraber -1850’lerdir bunlar- Kadiri tarikatı önderleri hadiseye sahip çıkıyor ve yine sufî dayanışması içerisinde “imamlar dönemi” denilen -elli yıl neredeyse- bir mücadele sürdürülüyor. Her on yılda bir isyan, bu şekilde tanımlayabiliriz.
Birinci Dünya Savaşının hemen akabinde, devrim yıllarına geldiğimizde, bu kez bir başka Kadiri şeyhi, Şeyh Uzun’un önderliğinde, sekiz yıl süren -1925’e kadar- bir mücadele var.
Bunlar, hep tarihsel gerçekler; fakat, bir şeyi aktaracağım ve onu yorumlayacağız beraberce, o da şudur: Daha sonraki dönemde, 1944’te -biliyorsunuz, bu tarih de her yerde yazılır- Stalin, Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle, 5 ulusu yerlerinden söker, bir kişi kalmamacasına bölgelerini boşaltır. Bunlardan bir tanesi, Volga Almanları; Hıristiyandır, kalanlar ise, Türk, Müslüman ve o tip gruplardır; Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve Kırımlılar.
Aradan bir süre daha geçer, 1957’de, Stalin’in ölümünden sonraki Kremlin mücadelesinden başarıyla çıkan Kruşçev, deStalinizasyon sürecinin bir gereği olarak da, bu ulusların, Kırımlılar hariç, yurtlarına dönmesine izin verir ve işte bugün tarih sahnesinde ciddî bir mücadele veren Çeçen-İnguş Cumhuriyeti, daha doğrusu Çeçen yapılanması, bu şekilde ortaya çıkar.
Şimdi, burada bir şeyin altını çizmek istiyorum. Bu Stalin tarafından ülkelerinden çıkarılıp sürüldükleri dönemde, yarıya yakın nüfuslarını kaybederler, bu, tarihsel acı bir gerçek; ama; bir şey daha var: Sürüldükleri bölgelerde varlıklarını ve devamlarım, o mücadele azimlerini sağlamak bakımından bir başka Önder ortaya çıkar; Hacı Üveys; o da bir tarikat şeyhidir -Vis Hacı; öyle derler onlar- bu Vis Hacının örgütlediği model, Çeçenlerin sürgünde varlıklarını sürdürmelerini sağlar, döndükten sonra da, ülkelerinde hızla organize olmalarını sağlar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu kadar şeyi niye anlatım; şunun için: Türkiye’nin gerçeğiyle, Türkiye’nin dinsel gerçeğiyle Çeçenistan’ın gerçeği farklı. Bir anlamda, Türkiye’de tarihsel süreç, belki, çeşitli odakların üzerine şekillenerek gelişti; ama, Çeçenistan’da tarihsel, toplumsal süreçte, işte biraz önce söylediğim sufî dayanışması ve tarikat liderleri çok önemli rol oynadılar, hâlâ oynamaya devam ediyorlar. Ayrışma noktamız, işte burada ortaya çıkıyor. Bu insanlar, normal yaşamı algıladıkları, kendi inançlarını algıladıkları biçimde yaşadılar ve şimdi de yaşamaya devam ediyorlar; ama, bunu, medeniyetler çatışması mantığı içerisinde, yani, O Huntington’un meşhur teorisi içerisinde, bir kökten dincilik anlayışı olarak alırsanız, onları yanlış yargılamış olursunuz, yanlış değerlendirmiş olursunuz. Bunun için bu kadar anlattım. Bunda, kendi düşüncemizi, kendi projeksiyonumuzu, bakış açımızı doğru oturtmamız lazım.
Şimdi, geliyorum bugüne: Bilinen öykü; 1990 Sovyetler’in dezentegrasyonu, ardından cumhuriyetlerin ortaya çıkışı ve Sovyet Anayasası ortadan kalktığı için, Çeçenlerin de bir anayasal bağımlılık hissetmeyerek bağımsızhklannı ilan edişleri; işte, kimilerinin Cahar, kimilerinin Cevher dediği meşhur Cahar Dudayev olayı; ondan sonra; 1994’te bir Çeçen-Rus Savaşının başlaması; onun şehit olması, ondan sonra da, bugünkü liderin, Aslan Mashadov’un seçilmesi…
Şimdi, burada, bu mücadelenin sonu… Ki, o dönemde çeşitli faktörler var, bunlara da değineceğim kısaca; çünkü, olayı algılamak için, olaya, sadece Çeçenler açısından bakmak yeterli değil. Bu mücadelenin sonunda “Khasavyurt Anlaşması” adı altında bir anlaşma yapılıyor; benden önce konuşan arkadaşım da söyledi. Bu anlaşmada öngörülen şey şuydu -bunu anlamamız lazım, hatırlamamız lazım- deniliyordu ki: “2001 yılma kadar Çeçenistan’ın hukukî statüsü askıda kalacaktır; 2001 yılında, Rusya ve Çeçenistan, karşılıklı oturarak, Çeçenistan’ın hukukî statüsünü nihaî olarak belirleyeceklerdir.” Khasavyurt Anlaşmasının -sayfalarca yazılan anlaşmanın- özeti bu.
İşte bu noktada, Çeçenistan’daki, maalesef, Çeçenistan açısından yapılan bir yanlış ortaya çıktı; o da şudur: Mashadov’un önderliğinde Çeçenistan…
Biz nötr bakmalıyız, gerçekleri buraya yatırmalıyız; yoksa, yalnızca edebî olmak uğruna, yalnızca duygusal olmak uğruna gerçekleri gözardı edersek, meseleyi analiz etmek, meseleye yönelik yaklaşımlarımızı, doğru yaklaşımları ortaya koymaktan uzaklaşırız diye düşünüyorum. Onun için, nötr kalmaya ve meseleyi olduğu gibi masaya yatırmaya özen gösterelim diyorum.
İşte bu noktada, Mashadov, kendisinden beklenen şeyi gerçekleştiremedi; yani, Çeçenistan’da bir homojenizasyonu ve Çeçenistan’ın kendi içerisinde, kendi ayakları üzerinde durabilen bir Çeçenistan için, aslında, Çeçen kardeşlerimizin önlerinde beş yıl vardı.
Ne oldu; Türkiye’de çok iyi tanınan bir başka figür, Şamil Basayev ve Salman Raduyev, bu arkadaşlarımız -sakın kimse yanlış anlamasın, sadece tanımlama yapıyorum- savaş lordları gibi, olayı bütün Kuzey Kafkasya’ya yayma amacıyla, Çeçenistan’ın komşusu olan Dağıstan’da bir İslamî devlet kurma anlayışı içerisinde, Rus kontrolü altında olan bu bölgede bir harekât başlattılar ve bir devlet ilan ettiler. Çeçen dostlarımızın yanlışı da burada başlıyor. Bu, Rusya’nın eline çok ciddî bir koz verdi. Nedir o; içgüvenlik kozu, kendisinden parçalanma sürecini başlattıkları kozu ve işte, biraz önce söylediğimiz, terörizmle suçlama kozu.
Tam bu sırada da, Rusya’nın çeşitli yerlerinde bombalama olayları -ki, KGB tarafından yapılmış olma ihtimali çok kuvvetlidir -bunlar da Çeçenlerin sırtına yüklendi. Sonuç; Putin’in verdiği emir, Rus Genelkurmayının da büyük bir azmiyle -öyle demek lazım- Dağıstan’daki bu güçler geriletildi, daha sonra da olay orada durmadı; çünkü, harekât başladığında, Rusya yakaladığı fırsatı anlamıştı. Putin’in ağzından ifade edeyim -sözleri, kelimeleri tam olmayabilir- “Evet, bu olay, Çeçenistan’daki sorun çözümleninceye kadar devam edecektir.” Putin’in ağzından ifade edilen şeydir bu.
Sonuç: Bugün Grozni sarılmış durumda, binlerce mülteci, yan ülkelerde ya da öldü; kadın, çoluk çocuk demeden, bu katliam devam ediyor ve önümüzdeki dönemde de muhtemelen bu süreç devam edecek. Bu da meselenin Çeçen tarafı.
Rus tarafını ise, birkaç noktada özetlemek mümkün :
Birincisi, bunu bilmek için âlim olmaya falan gerek yok; ama, milliyetler problemi açısından Sovyetler Birliğinde geçerli olan iç dinamikler, Rusya için de geçerli olmaya devam ediyor ve özellikle o coğrafyaya bakarsanız, Karadeniz’den başlayıp Hazar’a kadar devam eden bir boyun görürsünüz; o boyun, Adige’den başlar, Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş, Osetya, Dağıstan gibi, devam eder gider… Bu boyun, eskiden nasıl “Sovyet Ortaasyası” diye tanımlanan bölge, Sovyetlerin yumuşak karnı olarak tanımlanıyor idiyse, bugün de bu boyun, Rusların, Rus Federasyonunun Kafkasya’daki yumuşak boynu olarak tanımlanabilir.
İşte bu noktada, Rusya, bu refleksi, ikinci bir dezentegrasyona gitmemek ve bölgedeki emperyal emellerini, o yakın çevre veya “Near Abroad” diye bilinen doktrini sürdürebilmek amacıyla, bu hadiseyi sfonlandırmakla kendisini muhakkak yükümlü hissetmiştir.
Bir başka boyutu, pisikolojik boyutudur. 1994-1996 Savaşında başarılı olamayan Rus askerî yöneticileri- ki, bunlardan, şu anda Genelkurmay Başkanı olan Anatoli Kvaşnin, o harekâtta da yöneticiydi; şu anda Kafkasya’daki 58 inci Ordunun Komutanı olan Vladimir Semyonov, yine o harekatta komutandı- onlar, bu meseleyi, bir onur meselesi haline dönüştürmüşlerdir. Semyonov “eğer Çenenistan harekatı sonlandırılırsa, içsavaş çıkar” diyebilecek kadar meseleyi ciddiye almaktadır, Kvaşnin de istifa edeceğini söylemektedir ve işin bu boyutu, bilmemiz gereken pisikolojik ve askerî boyutu tabiî.
Bir başka boyutu da, artık, Çeçenistan meselesi, Rusya’nın iç siyaset malzemesi haline dönüşmüştür. Vladimir Putin, önümüzdeki yıl yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, artık geleceği olmadığı belli olan Rus liderinin yerine adaydır ve Çeçenistan sorununu çözümlediği takdirde, ki, şu ana kadar geldiği nokta bile, ona, popülaritede yüzde 46 civarında bir taban sağlamıştır. Dolayısıyla, o da, bunu, bu noktada kullanmak istemektedir.
Bütün bunlara ek olarak, Rusya açısından ve Çeçenistan açısından bir şeyi daha söylememiz gerekiyor. Biliyorsunuz, Bakü-Novorosiisk hattı, Dağıstan ve Çeçenistan üzerinden geçer. Bu hat, erken petrolün geçeceği hat olarak tanımlanmıştır ve günde yaklaşık 80 bin varil civarında petrol, bu hattan pompalanmaktaydı. Ne zamana kadar; bu yılın nisan ayına kadar. Fakat, burada, o Hasavyurt Anlaşmasına göre, o bölge için, Rusların, Çeçenlere gümrük vergisi ödemeleri gerekiyordu; bunu ödemediler. Bunun üzerine, Çeçenler, nisan ayında vanayı kapattı ve böylece, Rusya’nın Azerbaycan’dan Novorosiisk’e naklettiği erken petrol tıkanmış oldu. Buna çözüm olarak, Rus Transneft Şirketi, petrolü, Dağıstan’ın başkenti olan Mahaçkale’ye getirip, oradan tren yoluyla Tihoretsk şehrine taşıyıp, oradan yine boruyla pompalama yolunu denedi; ama, bu, kapasiteyi dörtte 1’e düşürdüğü gibi, maliyeti de çok yükseltmekteydi. Ayrıca, bütün bunlara bir de Çeçenistan’daki sorunun, özellikle, Bakü-Ceyhan gibi, Rusya’yı, Türk cumhuriyetlerinin ve Hazar havzası kaynaklarının kendi içerisinden dış dünyaya açılmasını amaçlayan politikasını devredışı bırakacak bir zemin yarattığını da görünce -AGİT Zirvesiyle beraber imzalanan Bakü-Ceyhan anlaşmasını da gözünüzün önüne getirirseniz- Rusya’nın kendi açısından, bu konuda neden bu denli, neredeyse canavarca davranıyor olduğunu daha doğru, daha yerinde anlamış olma imkânını yakalarız diye düşünüyorum.
Dış dünya boyutunu da değerlendirmemiz lazım. Değerli arkadaşlar, ne yazık ki, 1994’te, Birinci Çeçen-Rus Savaşı diyebileceğimiz süreçte, Çeçenistan harekâtı, dış dünya tarafından bir bağımsızlık harekâtı olarak görüldü; ama, daha sonraki yıllar içerisinde, Rusların kökten dincilik meselesini önplana çıkararak, terörizm ve kökten dinciliği çok iyi işlemeleri sonucunda, bu ikinci savaşta, Batı dünyası da -ki, konuşmamın başlangıcında vurguladım, maalesef, Türkiye de buna kısmen dahil oldu- bunu, bir kökten dinci ve Rusya savaşı olarak algıladı; fakat, zaman içerisinde gelişen olaylar o noktaya getirdi ki, Batı dünyası da, meselenin artık bir jenosit meselesi olduğunu görmeye başlamıştır. Neler yaptılar; işte, şu anda AGİT’in Başkanı Knut Volebaek, zannediyorum, bugün veya yarın Çeçenistan’da olacak. Bizden -değerli arkadaşımıza teşekkür ediyorum gerçekten- bizim Meclisimizden İnsan Hakları Komisyonu da oraya bir ziyaret yapmışlar -Çeçenistan’in içerisine değilse de Gürcistan’a en azından- bu da çok önemli bir şeydir diye düşünüyorum; sağolsunlar.
Ayrıca IMF, Rusya’ya verdiği kredinin bu taksidini -640 milyon dolar- dondurduğunu söyledi. Bir başka gelişme, biliyorsunuz Clinton ile Yeltsin arasında yaşandı; Clinton “bunu pahalıya ödeyecekler” dedi ve Yeltsin “nükleer bombalarını” hatırlattı; ama bu söz düellosunun pozitif bir sonucu olma şansı yok. Çünkü, Amerika Birleşik Devletleri Dış İlişkiler Komisyonu Başkanının verdiği bir demeç çok açık ve net ortaya çıkarıyor “bizim Rusya’ya yardımımız devam edecektir; çünkü bu yardım nükleer potansiyelin durdurulmasıyla ilgili bir yardımdır, Rusya’nın demokratikleştirilmesiyle ilgili bir yardımdır, Çeçenistan meselesiyle ilgili değildir” diyerek olayın devam edeceğini söylemiştir; ama altını çizeceğim bir şey daha var, en azından bir şeydir. Yine Clinton’un direktifiyle Kızılhaça 3 milyon dolar Çeçenistan’a harcanmak üzere ve yine Birleşmiş Milletlere de 3.3 milyon dolar Clinton para aktarılması sağlanmıştır.
Bütün bunlarda, Batı dünyasının, tabiî İngiliz Başbakanının söylediği şeyler var, İsveç Başbakanının söylediği şeyler var, bunların hepsini burada söylemenin anlamı yok; ama sonuçta onlar bir refleks vermişlerdir.
Şimdi, geliyorum bir de Türkiye boyutuna. Türkiye boyutunu bu değerlendirmenin dışında bırakamayız kuşkusuz, bizim için en önemli boyut bu.
Değerli arkadaşlarım, gerek biraz önce söylediğim 250 yıllık tarih boyunca ve gerekse birçok dönemlerde, Türkiye’de, bir diaspora, Kuzey Kafkasya diasporası var. Bunların bu konuya koydukları ciddî tepkiler var ve meselenin bir vahabilik meselesi olmadığını anlatmaya çalıştılar ise de maalesef başarılı olamadılar; ama, bugün, bu önergeyi veren arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, Meclisten, bunun ne olduğunu anlatma imkânını bulabildik; bu çok önemli, toplumumuzun bunu algılaması lazım.
Siyasî açıdan Türkiye’nin bu konuda çok özenli davrandığını söyleyemeyiz, maalesef söyleyemeyeceğiz. Çünkü, AGİT’e üye olan her ülkenin, insan haklarıyla ilgili konularda, imza koyan ülkelerin iç sorunu olmayacağını kabul ettikleri gerçeğini hatırlarsak, bu meselenin Rusya’nın iç meselesi olduğunu söylemek, özenli bir siyasî yaklaşım değildir diye düşünüyorum. (ANAP, MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bunu söyleyecek en son ülkenin de Türkiye olması gerektiğini düşünüyorum (ANAP, MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) ve maalesef, bir başka özensiz yaklaşım -bunu da burada ifade etmemiz gerekir biz milletvekilleri olarak- Moskova’nın, neredeyse tüm Çeçen halkını terörist ilan ettiği bir noktada, bir ortamda… Aslında çok teknik olan bir konu, Terörizme Karşı İşbirliği Anlaşması, Türkiye birçok ülkeyle imzalıyor bunu, hiçbir anlamı da yok aslında, prensip olarak, neredeyse rutin bir işlem; ama, bunu, Çeçenistan’da katliamın devam ettiği bir dönemde imzalamak, sanki, Türkiye, Kafkasya’daki gelişmelerde Rusya’yı haklı görüyormuş gibi bir izlenim ortaya çıkmasını sağlamıştır maalesef (ANAP, MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) ve bu izlenim, tamamen teknik bir konu olan bir olay, zamanlama hatası nedeniyle ve üst düzey bir ziyaret sırasında imzalandığı için, maalesef, olmaması gereken yere gelmiştir, siyasal bir anlam yüklenmiştir ve bütün bunların ötesinde, yavuz hırsız evsahibini bastırır misali…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız efendim.
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan… Rusya, Türkiye’de Çeçen kampları olduğunu iddia etmiştir, böyle bir şey olmadığı halde ve daha da acısı, bütün bunlardan bir hafta sonra, Rusya’da, Konsomolskaya tesislerinde, PKK’nın -dikkatinizi çekiyorum, iki hafta olmadı, birbuçuk hafta- kuruluş yıldönümleri kutlanmıştır.
Bütün bunlar bize, neyi, nasıl düşünmemiz gerektiğini umarım düşündürür.
Ne yapmalı sorusu?.. Tabiî, Türkiye fizikî olarak bir şeyler yapsın demiyoruz; ama, biraz önce söylediğimiz yanlışları yapmamalı. Başka; Kosova’da, Bosna’da ne yaptıysa; yani, bugün Gürcistan’da ya da çevre ülkelerde mülteci olarak bulunan Çeçenler için, bana göre, ya Kızılayı oraya göndererek bir kamp kurup doğrudan katkıda bulunması gerekiyor ya da oradan, sembolik de olsa, birkısım mülteciyi getirip burada onlara yardım etmek zorundadır diye düşünüyorum. (DYP sıralarından
alkışlar)
Diyeceksiniz ki, “deprem geçirmiş bir ülke, yüzbinlerce insan açıkta, canım, şimdi de bu olur mu!” Belki böyle düşünceler de akla gelebilir; ama, büyük devlet olmanın bir fiyatı vardır; büyük devlet olmak da böyle zamanlarda belli olur diye düşünüyorum. (Alkışlar)
Gelecekte ne olur, sorusunun iki boyutu var. Tabiî, iyimser boyut, Ruslar bu katliamı durdururlar ve konu barışçıl yollarla çözümlenir; ama, izin verirseniz ve eğer Sayın Başkan da izin verirse, ikinci boyuta da değinmek zorundayız diye düşünüyorum; Grozni kuşatması devam eder, vakum bombalan kullanılır, Grozni, içerisinde 50 000-60 000 insanla birlikte veya çıkarılarak yerle bir edilir. Sonra, Dağıstan’a yakın Gudermes şehri başkent ilan edilir. Niye; Grozni, bütün petrol rafinerilerinin, petrol hatlarının, tren yolunun geçtiği bir bölgedir ve Grozni, Çeçen başkenti olduğu sürece de, ne olursa olsun, Çeçenler bu bölgeye hâkim olacak demektir.
Çeçenistan’ın, ortaya koymamız gereken bir negatif tarafı da, maalesef, Rus Federal güçleriyle beraber, Çeçen paramiliter güçleri de savaşmaktadır. Bütün bu gelişmelerden sonra, Bislan Gantemirov isimli bir anti-Çeçen, o kurulacak kukla hükümetin başına geçirilecektir. Tabiî, Kuzey Kafkasya dağlarına çıkan Çeçen güçleri, ikiyüzelli yıldır süren -biraz önce arkadaşımın da özetlediği süreci devam ettirecek ve bu mücadeleyi 21 inci Yüzyıla taşıyacaklardır. Ama, daha önemli bir şey daha olacaktır; eğer, bu süreç bu şekilde devam ederse, Rusya, Gürcistan’ı, Çeçen teröristlere destek vermekle ve onları muhafaza etmekle suçlar -nitekim suçlamıştır- ve böylece Gürcistan, Terörle Mücadele Genel Başkanı veya Genel Müdürü Mandaria’nın söylediği gibi, “Rusya, bizi, dünya kamuoyuna, teröristlere sığınma hakkı tanıyan bir ülke gibi göstermeye çalışıyor” sözleri haklılık kazanır. Gürcistan’ın içerisinde -Sema Pişkinsüt arkadaşımın, giderek, yerinde gördüğü gibi- Oset problemi vardır, Acara problemi vardır, Abaza problemi vardır; bu problemlerde eğer, körüklenirse, bugün, orada denge unsuru olan Shevardnadze’nin yeri başka… İnşallah, böyle olmaz; ama, eğer böyle bir şey olursa da Gürcistan bir geçiş ülkesi olma şansını kaybeder. İnşallah, böyle olmaz.
İnşallah, Ruslar, aklı başında bir yaklaşımla, modern çağda, artık insan haklarının önplana çıktığı çağda, Çeçen halkını yok etmeyi değil, kendi içerisinde, kendisine gelecekte yeni zorlama süreçlerini ortaya çıkaracak olan bu siyasetin yerine, karşılıklı uzlaşma siyasetini önplana çıkanr ve -Türkiye’de tabiî, bunun böyle olması için çaba sarf etmelidir- sonuçta, bu söylediğimiz süreç, iyi yönde sonlanır ve katliam biter.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın sonunda, ben de bir iki gün önce kaybettiğimiz MHP’li değerli arkadaşımıza Tann’dan rahmet diliyor, ailesine ve tüm sevenlerine de başsağlığı diliyorum.
Bu konuşmayı sabırla dinlediniz; Sayın Başkanımız da -görüyorum buradan- bana epey tolerans gösterdi; kendisine de saygılarımı sunuyor; hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Andican.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ali Tekin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA ALİ TEKİN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeçenistan ve Kafkasya’da ortaya çıkan son olaylar üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Öncelikle, aramızdan ayrılan MHP Çanakkale Milletvekili Sayın Sıtkı Turan ve danışmanına Tanrı’dan rahmet, Çakınlarına ve arkadaşlarına başsağlığı dileriz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1980 yılından beri dünyayı sarsan global rüzgârlar, bir taraftan demokrasi ve piyasa ekonomisini önplana çıkarırken, diğer yandan da, yerel ve bölgesel atışmalara zemin hazırladı.
Bilindiği gibi, 1917 yılında kurulan Sovyetler Birliği 1989 yılında çöktü. Böylece, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeni son bulmuş oldu. Bu, NATO Paktının, Varşova Paktını ağır bir yenilgiye uğratması anlamına geliyordu. Böylece, ülkemizi de derinden etkileyen olumlu bazı gelişmeler oldu. Türkiye’nin, kuzeyden hissettiği askerî tehdit önemli ölçüde azaldı. Onyıllardır ve hatta yüzyıllardır özlemini çektiğimiz Türkî cumhuriyetler, birbiri arkasına bağımsızlıklarına kavuştular. Azerbaycan’da olduğu gibi, bazı acı olaylar da olmadı değil; ama, Rusya, ortaya çıkan yeni durumu kabullenmek zorunda kaldı. Ancak, bu bağımsızlaştırıcı ve özgürleştirici gelişmelerin yanında, Doğu Blokunun çöküşünden bu yana on yıl geçmesine rağmen, hâlâ ortada pek çok sorunun olduğunu da biliyoruz. Gerçekten de, Sovyetler’in çöküş süreci, özellikle Kafkasya’da çok sancılı oldu.
Sovyetlerin yerini alan yeni rejim, yani Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu formülüyle, Kafkaslar’ı ve Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetleri yeniden denetimi altına almak istedi; ama, bu konuda büyük güçlüklerle karşılaştı. Doğal kaynaklar bakımından zengin olan bu topraklan elinden çıkarmak istemeyen Rusya, eski Sovyet cumhuriyetleri bir bir bağımsızlıklarını ilan ettikçe, şiddete başvurarak, bu kopmaları önlemeye çalıştı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, bağımsızlık ilan eden cumhuriyetlere, son olarak, 1991 Kasımında Çeçenistan Cumhuriyeti de eklendi. Çeçenler, Güney Kafkasya gibi, Kuzey Kafkasya’nın da bağımsız olması gerektiğini savundular. Çeçenistan, 1991 Kasım ayı ile 1994 Aralık ayı arasında, Rusya Federasyonu içerisinde, ancak de facto olarak, bağımsız bir devlet gibi hareket etti. 1994 yılı aralık ayında, Çeçenistan’a, Rus askerî müdahalesi başladı. Rus hükümeti, müdahalenin nedeni olarak, Çeçenistan’daki yönetimin Çeçen Halkını temsil etmemesini ileri sürdü. Rus askerî birlikleri, önemli bir direnişle karşılaşmadan Grozni’ye kadar ilerlediler; fakat, Grozni’deki Çeçen direnişçiler, Ruslara ağır kayıplar verdirdiler. Bu savaş, 1996 Mayısına kadar sürdü. Rakamlar değişmekle birlikte, aşağı yukarı 100 000 insanın hayatını kaybettiği bir insanlık dramı yaşandı. İki yıl süren Rus-Çeçen Savaşından sonra taraflar masa başına oturarak bir barış anlaşması imzaladılar; tarih, mayıs 1996. Rus-Çeçen Barış Anlaşmasına göre taraflar savaşa son verdiler ve de aralarındaki ilişkilerin düzenli bir şekilde tartışılıp sonuçlandırılabilmesi için iki tarafın temsilcilerinden oluşacak bir karma komisyonun kurulmasına da karar verdiler. Ayrıca, fiilen bağımsız olan Çeçenistan’ın resmî statüsünün belirlenmesi için de, beş yıllık bir süreç öngörüldü.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne yazık ki, 1996 Anlaşması ve onu izleyen 1997 Temel İlkeler Anlaşması taraflarca farklı biçimlerde yorumlandı. Çeçen tarafı, kendilerinin bir hukuk süjesi olduğunun mayıs 1997 Anlaşmasında kabul edildiğini, nitekim, anlaşmanın Çeçen İÇkerya Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında imzalanmış olduğunu, artık Çeçenistan’ın statüsünün bu parametreler içerisinde çözüme kavuşturulması gerektiğini ileri sürdüler. Rus tarafı ise, bunun, statüde herhangi bir değişikliği gerektirmeyeceğini, ancak, daha ileri derecede, örneğin, Tatar Yetki Bölüşümü Anlaşmasındaki gibi bir özerkliği kabul edebileceğinin işaretlerini verdi. Rusların bu yaklaşımı Çeçen tarafını tatmin etmedi. 1 Şubat 1999’a kadar yapılan görüşmeler, ne yazık ki, üst düzeyde; yani, Yeltsin ve Mashadov arasında bir görüşmeyi sağlayamadı.
Bu arada 1997’deki anlaşmalarla Rusya’nın Çeçenistan’a bazı ekonomik ve sosyal yardımlarda bulunması da öngörülmüştü. Federal makamlar, bu sözlerini yerine getirmediler ve buna neden olarak malî olanaksızlıkları, özellikle de Rusya’da ağustos 1998’de görülen krizi ileri sürdüler. Bununla birlikte, doğal olarak bu çapta bir askerî müdahaleyi Rusya’nın nasıl finanse edebildiği gibi bir soru da hemen aklımıza geliyor.
Aslında, Rusya’nın son müdahale nedenlerinden biri olarak öne sürdüğü Çeçenistan’da kriminal ve terörist grupların hüküm sürmesi olayı, bir ölçüde bu sosyal ve ekonomik zorluklardan kaynaklandı; ancak, Rus-Çeçen çatışmasının bugünkü noktaya gelmesinin asıl nedeni olarak Cumhurbaşkanı Mashadov’a muhalif olan Şamil Basayev’in, geçtiğimiz ağustos ayı başında, Kuzey Kafkasya’nın tümünü kapsayacak bir devlet kurmak amacıyla Dağıstan’a geçmesi oldu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekte ise, bunların dışında Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesinin bazı iç ve dışpolitika boyutları var. Bilindiği gibi, Rusya, 1999 Haziranında başkanlık seçimlerinin ve Parlamento seçimlerinin arifesinde oluyor. 19 Aralık 1999’da, yani önümüzdeki hafta sonu Parlamento seçimleri yapılacak. Ayrıca, Rusya Yeltsin dönemini kapatmak üzere; çünkü, Yeltsin Haziran 2000’de ikinci dönemini tamamlıyor. Bilindiği gibi, Rusya’da bir başkan iki kere seçilebiliyor. Bu genel tablo içerisinde -Moskova’daki bombalamaların, Vikans’taki askerî lojmanların bombalanmasının- ve Dağıstan topraklarına geçen Çeçen savaşçılarının yarattığı atmosfer içinde Çeçenistan’a askerî müdahale, Rus kamuoyunda geniş destek buldu. Yani, Rusya’da yaklaşan seçimler, Yeltsin-Putin yönetimini, Çeçenlere karşı sertleşmeye ve katliam pahasına sivil halka da yönelen askerî operasyonlarla sonuç almaya itiyor.
Öte yandan, dışpolitika bağlamında baktığımız zaman, Kosova ile başlayan bir psikozdan bahsetmemiz gerekiyor. Ruslar, Batı’nın Kosova’ya ve hatta Bosna-Hersek’e yaptığı askerî müdahaleleri, Rusya’yı zaaf içerisinde gösteren gelişmeler olarak algıladılar. Ayrıca, 1994-1996 yılları arasındaki iç savaşta Çeçenlere karşı yenilgiye uğradıklarını da anımsamak gerekir. Gerçekten de, Rusların süper güç oldukları döneme duydukları nostaljiyi açıkça görmek olası.
Rus müdahalesinin bir ikinci nedeni, bölgedeki enerji konusunda görülen bazı gelişmeler olarak ele alınabilir. Bilindiği gibi, Kafkasya, bütün dünyanın yakından ilgilendiği petrol ve gaz yolunun kilit noktası durumunda. Petrol boru hatlarının kuzeyden ya da güneyden geçmesi konusunda bir rekabetin olduğu da inkâr edilemez.
Rus müdahalesinin üçüncü nedeni ise, Rus kamuoyunda sık sık dile getirilen, Rusya’nın Kafkasya bölgesinden tecrit edilmek, dışlanmak istendiği biçimindeki psikoz. Bu psikoz, Rusya’yı, geleneksel olarak kendi arka bahçesi olarak gördüğü Kafkasya’da bir şeyler yapmaya; özellikle de, önce kendi evini temizleme biçiminde tanımlanabilecek bir politika izlemeye yöneltiyor. Bunu, yapılan açıklamalarda kolayca görebiliyoruz.
Bölgedeki etnik özelliklerin, Moskova’nın yumuşak karnını oluşturduğu bir gerçek. Anımsarsanız, Sovyetler dağıldıktan sonra, Yakın Çevre Doktrini adıyla, Rusya’nın silahsızlanma konusunda ödün vermekten kaçındığı alanların başında tabiî ki, Kafkasya geliyordu. Bu üç neden bağlamında Rusya’nın, Dağıstan ve Çeçenistan’a özel bir önem vermeye başladığını görüyoruz. Rusya’nın Hazar Denizi kıyılarındaki topraklarının üçte 2’si Dağıstan sınırları içerisinde bulunuyor; dolayısıyla bu durum, Rusya açısından Dağıstan’a stratejik bir önem kazandırıyor. Daha önce de söylediğimiz gibi, zaten, Rus-Çeçen savaşının bu boyutlara ulaşmasının başlangıç noktası da Şamil Basayev’in ağustos ayı başında Kuzey Kafkasya’da bir devlet kurmak amacıyla Dağıstan’a girmesi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izin verirseniz konuya Amerika Birleşik Devletleri’nin nasıl yaklaştığına bir göz atalım. Amerika Birleşik Devletleri için iki stratejik hedef önplana çıkıyor. Birincisi, Orta Asya ve Kafkaslar’in bütünüyle Rus egemenliğine bırakılmaması. İkincisi ise, Avrasya’nın enerji yollarının Amerika Birleşik Devletleri ile diğer Batılı devletlere kapatılmasının önlenmesi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletlerinin çıkarları önemli ölçüde örtüşüyor. Bakü-Ceyhan boru hattı ve Hazar geçişli Türkmen doğalgazı boru hattı projeleri Türk-Amerikan işbirliğinin gerekleri ve ürünleri olarak ortaya çıkıyor. AGİT Zirvesi sırasında imzalanan enerji hatları anlaşmaları yaşama geçirildiğinde, Türkiye’nin, 21 inci Yüzyılda, Avrasya platformunda jeostratejik ve ekonomik önemi hızla artacak. Hatta, birkaç gün önce, Avrupa Birliği ile Türkiye’nin arasında imzalamış olduğu, Türkiye’nin adaylığını resmen tanıyan Anlaşma da, Türkiye’nin Avrasya’da yükselen önemi ve saygınlığının bir işareti olsa gerektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; peki, Türkiye’nin Çeçcnistan ve Kafkasya politikası nedir; Türkiye, bu sorunun, Rusya Federasyonunun meşru olarak nitelediğimiz toprak bütünlüğü anlayışı içerisinde; ancak, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş ve Rusya’nın da yükümlülük altına girdiği hukukî çerçevede, yani, insan haklarına uyarak, barışçı ve de Çeçen toplumunun arzularını yansıtan bir biçimde çözümünü savunuyor.
Türkiye, 1994-1996 döneminde olduğu gibi, bugün de, Rusya Federasyonu nezdinde bu ölçüsüz şiddet kullanımının gerek yol açtığı insanî sorunlar gerekse bu sorunun ileride çözümlenmesi için yapılacak olan birtakım girişimler üzerinde getirdiği kısıtlamalar sebebiyle, bu durumdan büyük endişe duyuyor. Türkiye, Çeçenistan’da yaşayan herkesin terörist muamelesi görerek, bombardımana tutularak bir kırıma uğratılmasım derin üzüntüyle izliyor.
Gerçekten de, Rus askerî harekâtı, Çeçenistan’da büyük ölçüde sivillerin zarar görmesine, kadınların ve çocukların ölmesine ve onbinlerce kişinin yurtlarından olmasına neden oluyor. Bu nedenle, Türkiye, Çeçenistan’da zarar gören sivil halka elini uzatıyor, insanî yardım yapıyor. Çeçenistan’ı terk etmek zorunda kalan sivil halkın acil ihtiyaçlarını karşılamak üzere, yiyecek, giyecek ve tıbbî malzemelerden oluşan 15 tonluk bir insanî yardım paketini Kuzey Osedya Bölgesine göndererek, zor durumdaki insanlara yardım elini uzatıyor. Elbette, bu yardımların yeterli olduğunu iddia etmiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rus yetkililer zaman zaman “Türkiye, Çcçenistan’daki ayrılıkçıları desteklemeye devam ederse, biz de PKK’yi destekleriz” yönünde demeçler veriyorlar. Ancak, Türk Halkı terörizmden çok büyük acılar çekmiştir, bu nedenle, Türkiye’nin ne Rusya’da ne de başka bir ülkede, herhangi bir terörist eylemi desteklemesi söz konusu olamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısa bir süre önce yapılan AGİT İstanbul Zirvesinin sonucunda ortaya çıkan 3 belge var; bunlar: İstanbul Deklarasyonu, Avrupa Güvenlik Şartı ve Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması. Bu 3 belgenin de ortaya koyduğu 3 temel hedef var: Daha güvenli bir dünya, daha uyumlu bir uluslararası işbirliği ve herkes için daha özgür ve huzurlu bir yaşam.
İstanbul Deklarasyonu, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygıyı ve terörizmle mücadeleyi benimserken, sorunların kaba kuvvet yoluyla çözümlenmesine karşı çıkıyor. Ayrıca, AGİT Zirvesinden sonra, yeni bir egemenlik anlayışı çok güçlü bir biçimde benimsenmeye başlandı; artık, hiçbir ülke “bu benim iç isimdir, istediğimi yaparım” deme hakkına sahip olamayacak. Dolayısıyla, İstanbul Şartı, uluslara yeni sorumluluklar yüklüyor ve üye ülkelerin başka ülkelerdeki sorunlarla da ilgilenebilecekleri mesajını veriyor. Rus-Çeçen anlaşmazlığına karşı Türkiye’nin de izlediği politikanın anlatılan bu çerçevede olduğunu kolayca görebiliriz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik alanda Türkiye-Rusya ilişkilerinin potansiyeli gerçekten büyüktür. Türkiye’ye gelen Rus turistler, yılda 2 milyar dolar bırakıyorlar. Ekonomik kriz öncesinde, bavul ticareti Türkiye’ye yaklaşık olarak 3,5 milyar dolar kazandırıyordu. Türkiye ve Rusya arasındaki resmî ticaret de 3 milyar doları buluyor ve bu ticaretten Türkiye daha fazla kazanıyor. Türkiye, ayrıca, çok çeşitli ortak projelerle, Rusya ile yıkıcı bir rekabetten değil, yapıcı bir işbirliğinden yana olduğunu göstermiştir; Mavi Akım projesi, bu projelerden bir tanesi olarak, örnek olarak verilebilir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkiye ile Rusya’yı yakınlaştıracak pek çok faktörler de vardır; ancak, Kafkasya, Balkanlar gibi Türkiye’nin yaşam alanı içerisine giren bir coğrafyadır ve Kafkaslardaki gelişmeler, Türkiye’yi geleceği açısından çok yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Kafkaslara yönelik dışpolitikası, bu bölgenin barış, huzur ve istikrar bölgesi haline gelmesini amaçlıyor. Bölge ülkeleri arasında, karşılıklı saygı zemininde, ortak çıkar ve yararlara dayalı bir işbirliğinin geliştirilmesi hedefleniyor.
Sonuç olarak, Türkiye, Kafkasya’da bütün sorunların barışçı yollardan çözümünden ve işbirliğinden yanadır. Bölgede barışın ve istikranın sağlanması, sadece Türkiye’nin değil, diğer bölge ülkelerinin de yararına olacaktır. Dileriz ki, bu kutsal ramazan ayında, Ruslar, sorunu, sivil Çeçenleri kırıma uğratan askerî operasyonlarla değil, siyasî diyalog yoluyla çözmeye yanaşırlar; aksinin, bölgede onulmaz yaralar açan bir trajedi olacağı kesindir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin sözcüsü Sayın Yavuz, Sayın Ecevit’in Rusya ziyareti sırasında Başbakan Yardımcısı tarafından karşılandığını söylediler; bu, gayet normal diplomatik prosedürdür, uygulamadır, bunun için alınganlık göstermeye hiç de gerek yoktur.
Aynı zamanda, Sayın Yavuz, Sayın Başbakanın Sayın Yeksin tarafından kabul edilmediğini söyledi. Sayın Başbakana iletilen, Sayın Yeltsin’in hasta olduğu, rahatsız olduğudur. Aynı zamanda hatırlatmak isterim ki, Sayın Ecevit, Sayın Yeltsin’in telefonla görüşme talebini de reddetmiştir.
Ayrıca hatırlatmak isterim ki, Türk Halkının tamamı çok iyi bilir, Sayın Ecevit, Türkiye’nin itibarına, saygınlığına en fazla derecede hassasiyet gösteren bir liderdir. (DSP sıralarından alkışlar)
Aynı zamanda yine hatırlatmak isterim ki “masaya yumruk vurdum” diye övünen bir başka liderin, masanın üstüne mi -çünkü, üstüne yumruk vurduğunu başka gören yok- yoksa masanın altına mı yumruk vurduğunu da ayrıca merak ediyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)
HASAN EKİNCİ (Artvin) – Senin aklın ermez o işlere.
ALİ TEKİN (Devamla) – Son olarak, iyi diplomasi masaya yumruk vurmakla kesinlikle olmaz. İyi diplomasinin nasıl olması gerektiğini, Avrupa Birliğinin son zamanlarda Türkiye hakkında vermiş olduğu son karardan dolayı, Türkiye’ye kadar, Ankara’ya kadar gelip, bizi bir gün sonraki yemeğe davet eden diplomatlar da gayet güzel şekilde ortaya koymuşlardır.
MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Başbakan Yardımcısı karşılamış, keşke Başbakan karşılasaydı; daha iyi olurdu, daha itibarlı olurdu.
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım efendim.
ALİ TEKİN (Devamla) – İyi diplomasinin bütün inceliklerinin nasıl olması gerektiğini, Sayın Başbakanımızın ve Dışişleri Bakanlığının ve tüm hükümetimizin, Avrupa Birliğinin vermiş olduğu son karar dolayısıyla bütün Türkiye’ye herhalde anlatmış olması gerekir. Onun için, masaya yumruk vurmak o kadar çok büyük bir olay da değil; ama, masanın altina yumruk vurmanın hiçbir ehemmiyeti yok, bunu da sizlere bildirmek istiyorum. Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Sen anlamazsın masaya yumruk vurmanın ne olduğunu.
BAŞKAN – Sayın Tekin’e teşekkür ediyorum.
Gruplar adına, dördüncü olarak, Ankara Milletvekili Sayın Şevket Bülend Yahnici, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini dile getireceklerdir. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Yahnici, süreniz 20 dakika efendim. Buyurun.
MHP GRUBU ADINA ŞEVKET BÜLEND YAHNİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, muhterem milltvekilleri; ben de, Parlamentomuza, Kadir Görmez, Avni Akyol, Bedri İncetahtacı ile başlayıp, Sıtkı Turan’la devam eden talihsizlikler zincirini, acı kayıplarımızı bir kere daha hatırlatıp, rahmetlileri bu mübarek günde bir kere daha rahmetle anarak sözlerime başlıyorum. Cenabı Allah, bu mübarek günler yüzü suyu hürmetine, böyle acıları bir daha bize tattırmasın. Gerek kaybettiğimiz arkadaşlarla ilgili acıları, gerekse, millet olarak, peşpeşe deprem felakatleri sebebiyle yaşamakta olduğumuz acıları inşallah bir daha tatmayız.
Değerli arkadaşlar, konumuz Kafkasya. Kafkasya, Rusya için, Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş köprüsü olmasının yanı sıra, Karadeniz ve Hazar Denizine kıyısının olması sebebiyle, Rusya’nın, Karadeniz-Boğazlar-Akdeniz yoluyla Süveyş Kanalına inebilmesine imkân sağlaması yönünden de Rusya’nın stratejik menfaatları açısından son derece önemli bir jeopolitik bölgedir.
Kafkasların dağlık coğrafî yapısı, bölgede, çok az alternatif yolun ve ulaşım ağının bulunmasına imkân sağlamaktadır. Kafkas sıradağları, Kafkasya ile Kafkas ötesini, dolayısıyla Rusya Federasyonu ile Gürcistan ve Azerbaycan’ı birbirinden ayırırken, birbiriyle ilişkili bölgeler arasında direkt ulaşıma imkân vermemektedir. Mesala, birbirine komşu olan Gürcistan’a bağlı Abhazya Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay Çerkez Cumhuriyeti arasında doğrudan ulaşımı sağlayacak bir karayolu bile yoktur. Kafkasya’dan Kafkas ötesine sıradağların üzerinden aşarak geçebilen 2 karayolundan biri Kuzey Osetya’dan Güney Osetya’ya ulaşımı sağlayan Daryal Geçididir. Bu yol, Rusya Federasyonundan Gürcistan’ın Başkenti Tiflis’e ulaşımı sağlamaktadır. Dağıstan’dan Azerbaycan’a ulaşımı sağlayan Derbent Geçidi ile de Rusya ve Kafkasya’dan Azerbaycan’ın Başkenti Bakû’ye ulaşmak mümkün. Bu durumda, Rusya açısından, Kafkasya’da deniz taşımacılığının stratejik önemi artıyor ve Karadeniz sahilindeki Abhazya ile Hazar Denizi arasındaki Dağıstan önem kazanıyor. Rusya’nın, halihazırda Karadeniz kıyısında küçük bir çıkış nokta- sının bulunması sebebiyle Kafkasya’da etnik Rus nüfusunun çoğunlukta olduğu Krasnodar, Rostov ve Stavropol bölgelerinde istikrarlı yapının korunması Rusya’nın menfaatları açısından önem taşımaktadır.
Kafkaslarda meydana gelebilecek büyük bir etnik çatışma ve savaş halinde, Rusya’nın, Karadenize çıkış noktasını kaybetmesi durumunda, Karadeniz-Boğazlar-Akdeniz-Süveyş Kanalı yoluyla sıcak denizlere çıkma imkânı ortadan kalkacak ve Rusya, dünya pazarlarına ürün ihracında büyük zararlara ve kayıplara uğrayacaktır.
Karadeniz ve Kafkasların özel jeostratejik konumu sebebiyle, Rusya’nın, Kafkasya’yı ve dolayısıyla Karadenize çıkış noktasını elinde bulundurması ona büyük kolaylık ve imkân sağlamaktadır.
Karadenizden Hint Okyanusuna ulaşmak, Rusya’nın kuzeybatısındaki St. Petersburg limanlarından ulaşmaktan 6 000 kilometre, Uzakdoğu’daki Nahodka Limanından ise 8 000 kilometre daha yakındır. Rusya’nın, Karadenizde, Kafkasya kıyılarında ancak iki limanı mevcut. Her iki limanda da petrol tesisleri var. Eski Sovyetler Birliği döneminin en önemli üç limanından biri olan Novorossisk Limanı, Ukrayna’nın Odessa Limanından veya Baltık Limanından daha derindir. Daha da önemlisi, bu liman, Bakii’den ve Kazakistan’dan gelen petrol boru hatlarının Karadenize açılma noktasında yer almaktadır.
Çeçenistan meselesi dediğimiz anda ve Çeçenistan’daki olayları irdelemeye başladığımızda, işte bu Bakû’den bu limana giden petrol boru hattı meselesi büyük önem kazanmaktadır. Rusya’nın, Kafkasya’daki petrol rezervlerinin yüzde 34’ü Stavropol bölgesinde, yüzde 33’ü Çeçenistan ve İnguş Cumhuriyetinde, yüzde 27’si Krasnodar bölgesinde, yüzde 5’i Dağıstan’da ve yüzde 1’i Kabarda-Balkar Cumhuriyetinde yer almaktadır.
Bunları niye söylüyorum; 1980’lere kadar Grozni, petrol bakımından ve Kafkas petrolleri itibariyle, Sovyetler Birliğinin petrol rezervi çok büyük bir önem taşımaktaydı.
1980’de Grozni petrolü, Kafkasya’da üretilen petrolün yüzde 40’ını oluşturmaktaydı. Kuban ve Stavropol bölgelerindeki üretimin azalmasıyla, 1992’de Grozni petrolü, Kafkasya’da üretilen petrolün yüzde 50’sini karşılar hale geldi ve bütün bu işler devam ederken, 1991’de Çeçenistan’ın Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte ortaya çıkan yapı içerisinde, Çeçen işçilerin büyük çoğunluğunun Rusya’ya karşı savaşa katılmasıyla, üretim, günde 6 500 varilin altına düştü ve Çeçenistan’ın sahip olduğu 1 500 petrol kuyusundan ancak 100 kadarı petrol üretebilir hale geldi.
Bütün bunlar ne demek; bütün bunlar, Kafkas ötesinde yer alan Azerbaycan’ın büyük petrol potansiyeli ve yılda 4,2 milyar dolara ulaşan petrol geliri, Kafkas ötesini ve Kafkasları petrol ve doğalgazın boru hatlarıyla dünya pazarlarına ulaştırılmasında son derece Önemli ve vazgeçilmez bir bölge haline getirmiştir. Rusya’nın, Hazar bölgesi petrol ve doğal gaz kaynaklarını, Kafkasya’dan geçecek bir boru hattıyla, Karadeniz kıyısındaki anılan limana taşıması ve buradan dünya pazarlarına açılması teklifi, Kafkasya’daki etnik yapının bir barut fıçısını andırması sebebiyle tehlikeye düşmüştür. Rusya’nın, Kafkasya bölgesinden geçmesi planlanan Bakû-Novorossisk hattı üzerinde ciddî etnik çatışma ve savaş ihtimalleri vardır. Baku’den kuzeye yönelen boru hattı, Azerbaycan’ın kuzeyinde bağımsızlık peşinde olan Lezgi bölgesinden geçtikten sonra Dağıstan’a, Rusya Federasyonuna girmektedir. Boru hattı, buradan savaş bölgesi olan Çeçenistan’a geçmektedir. Grozni’den İnguş Cumhuriyetine yönelen boru hattının bu noktasında İnguş-Oset etnik çatışma tehlikesi mevcuttur; demin arkadaşlar beyan ettiler. Kabarda-Balkar Cumhuriyetinin kuzeyinden geçerek Karaçay- Çerkez Cumhuriyetinin Başkenti Çerkessk Şehrine ulaşan boru hattının bu noktasında Karaçaylar ile Çerkezler arasında etnik çatışma ihtimali vardır.
Yani, 1994 yılı aralık ayında başlayan Rus-Çeçen savaşının Ruslar tarafından kaybedilmesi, uluslararası petrol diplomasisinde Rusya’nın gücünü ve güvenilirliğini zayıflatmıştır ve öte yandan, Rusya, Kafkas ötesinde, Ermenistan dışında, Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden hâkimiyetini de kaybetmiştir. Bu bakımdan, Rusya, kendi sınırları içinde yer alan Kafkasya’daki her türlü bağımsızlık hareketini, ne pahasına olursa olsun bastırarak hâkimiyet kurma gayretine girmiştir. Bu sebeple, Rusya, bağımsızlık peşindeki Çeçenistan’da, ayrılıkçı ve direnişçi güçleri yok ederek, bölgede, kendine bağlı bir kukla rejim kurma peşindedir. Çeçcnistan olayının temeli, Çeçenistan olayının özü, özeti burada yatmaktadır.
Aziz arkadaşlarım, 1994-1996 yılları arasındaki Rus-Çeçen savaşından yenilgiyle çıkan Rusya, bu savaştan ders alarak, bu kez, Çeçenistan’a doğrudan kara harekâtı uygulamak yerine, önce, ağır hava bombardımanları, Çeçen güçlerini zayıflatma taktiği uygulamaya başladı. 25 Eylül 1999’da bir açıklama yapan Rusya Hava Kuvvetleri Komutanı Anatoli Kornikov, yumuşatma bombardımanıyla ilgili 1 700 sorti yapıldığını -dikkatinizi çekiyorum- bu saldırılarla, 2 000 Çeçen milisin öldürüldüğünü, 250 mevzi ile 150’nin üzerinde eğitim kampı ve üssün vurulduğunu, 60 kamyon, 20 uçaksavar, 30 köprü, 4 radar istasyonu, 250 kilometrelik dağ yolunun, stratejik sanayi tesislerinin yok edildiğini söylüyor.
Bütün bunlar, Çeçenistan dramının perde arkası ve başlangıç noktası. Ağır hava bombardımanının ardından Rus birlikleri 30 Eylül 1999’da Çeçenistan’ı karadan işgale başladılar. Dağıstan’da mevzilenen Rus askerî birlikleri, Çeçenistan sınırından geçerek stratejik bölgelere doğru yöneldiler. Rusya’nın Başayev ve ona bağlı İslamcı terörist militanları yok etmek bahanesiyle saldırdığı Çeçenistan’ın Devlet Başkanı Mashadov, Başayev’in, Çeçenistan’ı savunma operasyonuna başkanlık edeceğini açıklayarak, Başayev’i üç savunma hattından birine komutan tayin etti. Ama, bu arada maalesef, demin konuşmacı arkadaşlarımın da beyan ettikleri tarzda, Çeçenistan içpolitikasında Çeçenistan liderlerinin kendi arasındaki anlaşmazlıklar yaşanmaya başladı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, Kafkasya ve Kafkas ötesinin jeopolitik konumu böylece değişmiş, Rusya, Hazar Denizi havzasındaki hakimiyetini kaybetmiş olmaktadır. Kafkas ötesinde bağımsızlıklarını kazanan Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan, yönlerini Rusya’ya değil, Batı’ya çevirmişlerdir. ABD’nin rolü sebebiyle, Kafkasya ve Kafkas ötesinde, Türkiye’nin ve İran’ın pozisyonu güçlenmiştir. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ise bir başka âlemi yansıtmaktadır. Azerbaycan’da, Dağlık Karabağ bölgesinde 350 000, Azerbaycan’ın işgale uğramış 1/5 toprağında -yani, yüzde 20’si işgal altındadır Azerbaycan’ın bugün- 650 000, yani, toplam 1 000 000 Azerbaycan Türkü, göçmen durumuna düşmüştür. Yani, dünyada 1 000 000 insanın göçmen konumuna düştüğü başka bir devlet, başka bir topluluk, belki, görülmemiştir; ama, Azerbaycan, bu kaderi senelerdir yaşıyor.
Gürcistan ekonomisi belli, Ermenistan ekonomisi belli; her biri, çıkış kapıları olmayan devletler konumunda ve perişanlığı yaşıyorlar, ekonomik perişanlığı yaşıyorlar, Türkiye’nin Coca Colası, Ermenistan’da 600 000 liraya satılıyor arkadaşlar, 200 000 liralık Coca Cola, kim satıyor; İranlılar satıyor.
Yani, bütün bunları bir şey için söylüyorum, bütün bunlardan maksat şu: Eğer ki, Kafkasya’yı bir bütün olarak düşünecek olursak, Kafkasların kuzeyini ve güneyini bir bütün halinde düşünecek olursak, Kafkaslarda, öncelikle güneyde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında, mutlaka bir dostluk ve işbirliği anlaşmasının yapılması ve bu ülkelerle Türkiye’nin, mutlaka ve mutlaka dostluk ve işbirliği içerisinde, kapıları da açmak suretiyle, işbirliği yollarını araması şarttır. Bu anlamda, Türkiye, kendisine vizyon üstlenmek zorunda olan bir ülkedir.
Rusya’nın, halihazırda Ermenistan’da bir askerî üssü, Gürcistan’da ise üç askerî üssü bulunmaktadır. Rus birlikleri, ayrıca Abhazya ve Güney Osetya’da da mevzilendirilmiştir. Azerbaycan ise topraklarında, Rusya’nın askerî üslerine, Barış Gücü birliklerine bile izin vermemektedir. Kafkas ötesindeki Rus askerî gücünün sayısı 20 000 asker ile 5 500 sınır muhafızından ibaret. Yani, Rusya’nın Kafkasya ve Kafkas ötesinde etkinliği ve hâkimiyetini kaybetmesi, bu jeostratejik boşluğun Türkiye ya da başka bir Batılı ülke tarafından doldurulmasına yol açacağı tehlikesini ve endişesini doğurmaktadır. Rusya’nın Kafkas ötesindeki stratejik etkisinin zayıflaması, Kafkasya’da bağımsızlık peşinde olan özerk cumhuriyetleri güçlendirecek ve Rusya bu stratejik bölgede ciddî ve uzun sürecek problemlerle karşı karşıya kalacaktır.
Aziz arkadaşlarım, bütün bunları anlattıktan sonra, Çeçenistan olayıyla ilgili bir iki konuyu, bir başka boyuttan dile getirmek istiyorum. Şu, elimde gördüğünüz belgelerden birisi -hepsini imzalarıyla okumak istiyorum- “Aslan Mashadov Çeçen İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı, -o zaman Başbakan-Çernomirdin Rusya Federasyonu Hükümeti Başbakanı” tarih 13 Haziran. 1997. Belgenin fotokopisidir, imzalanmış anlaşma fotokopileri bunlar. “Çeçen İçkerya Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu, Aslan Mashadov, Çernomirdin” bir başka anlaşma. “Aleksandr Lebed, Aslan Mashadov” bir başka anlaşma. Bir anlaşma var, üstünde, Yeltsin, elzayısıyla çizgi çekmiş, Boris Yeltsin’in elyazısı olan fotokopidir. Bu anlaşma da 12 Mayıs tarihli, meşhur 1997 anlaşması.
Arkadaşlar, burada şunu söylemek istiyorum : Rusya, Çeçenistan’ı, bir yabancı devleti işgal ediyor gibi işgal etmiştir; yani, Rusya Federe Devleti, kendi federe bünyesi içerisinde olan bir devlete karşı bir saldırıyla hareket etmiş değildir. Niye; Rusya Federasyonu ve Çeçen İçkerya Cumhuriyeti arasında barış ve karşılıklı ilişkilere dair anlaşma, uluslararası hukukun başlıca ilkelerine göre ve iki bağımsız millî devlet arasında yapılmıştır. Diğer bir deyişle, Rusya Federasyonu, Çeçen (İçkerya) Cumhuriyetini, uluslararası hukuk ve uygulamalar doğrultusunda millî bir devlet olarak görmüştür.
Bir karşılaştırmayla söyleyecek olursak “Dogovoryonnost Compact” veya “Soglaşennie Accort” tanımı, Rusya Federasyonu gibi bir federe devlet ile onun bir parçası arasında yapılan anlaşmalarda kullanılmaktadır. Rusya, kendisine bağlı bir özerk bölgeyle veya özerk cumhuriyetle bir anlaşma yaparsa bu deyimi kullanıyor; ama, burada “Dogovor” kelimesinin kullanılması, Rusya’nın, Çeçenistan’la yaptığı anlaşmada, o ülkeyi kendisinin bir parçası olarak görmesini değil, millî bir devlet olarak hadiseye yaklaştığını ispat etmektedir.
O zaman, bu, Birleşmiş Milletler Tüzüğünün 2/4 üncü maddesi ve aynı Tüzüğün 2/3 üncü maddesine göre Birleşmiş Milletler üyesi olan devletlerin aralarındaki anlaşmazlıkların ne şekilde düzenleneceğine dair ne gerekiyorsa o yapılabilir; yani, uluslararası camia -o camia kimse, Birleşmiş Milletler, o camia kimse, AGİT, o camia kimse NATO veya Avrupa Konseyi- bu anlamda, Rusya Federasyonu’na “arkadaş, sen, Çeçenistan’ı böylesine işgal etme hakkına sahip değilsin” deme hakkına sahiptir.
Bu noktada, kanaatimizce, birkaç konuyu net olarak madde madde ifade etmek istiyorum.
Çeçenistan’daki direniş millî bir direniştir. Rus propagandasının iddia ettiği gibi Vahhabî hareketi, köktendinci veya ayrılıkçı bir hareket veya üç beş terörist hareketi değildir. (Alkışlar)
Hâlâ Rusya’ya ait açıklamalarda “terörist hareket” kelimeleri kullanılmaktadır. Dağıstan’a 2 000 vehhabî terörist gelmiş, Rusya, Dağıstan’daki 2 000 vehhabî teröristi eğer temizleyecekse, bunun yolu Çeçenistan’da yapılan bu harekât, hiçbir zaman için olamaz, olmamalıydı. Çeçenistan, bütün Kafkasya’nın düğüm noktasıdır. Bölgedeki çatışmanın arkasında, Rusya’nın, Kafkasya’da ekonomik ye politik yönden tekrar hâkim olma planları yatmaktadır. Rusya’nın Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde kırılan hâkimiyetini yeniden kurma amacının ilk basamağı, Çeçensiz Çeçenistan gibi görünmektedir.
Helsinki toplantısında, Avrupa Birliği, Rusya’yı, bütün Çeçen Halkına terörist muamelesi yapmaması konusunda, 11 Aralık 1999’da, sert bir şekilde uyarmış bulunmaktadır. Rusya, Çeçenistan’da, bütün yeni model savaş uçaklarını, helikopterlerini, hatta kimsayal silahlarını kullanarak, tam bir soykırım, jenosit uygulamaktadır. Gürcistan’dan dönen arkadaşlarımız anlatıyorlar; insanları yere yatırmışlar, eğer, tanklar başlarının bulunduğu yerden geçirilirse ölecekler; ama, tankların ayaklarının bulunduğu yerden geçirildiğini söylediler; giden arkadaşlarımız anlattı, Şimdi, bu nasıl bir soykırımdır, bu nasıl bir jenosittir?! içeride veya dışarıda, Türkiye’de onbinlerce insanın, onbinlerce Türk’ün, Türk evladının kanına giren insanlar için yaşama hakkı peşinde koşanlar, milyonlarca, yüzbinlerce Çeçen’in dramını görmemekle çok yazık ediyorlar. (Alkışlar)
Rusya, Batı dünyasının insan haklan konusundaki hassasiyetine, Çin’le ilişki kurmak suretiyle cevap verme çabasına girmiştir. Bu amaçla, Yeltsin, 10 Aralık günü, Çin Devlet Başkanı Zemin’le iki günlük bir görüşme yapmıştır ve Moskova’ya dönmüştür. Bu zirvedeki hesap şudur:
Rusya, problemi olan Çeçenistan konusunda, Çin ise problemi olan Tayvan konusunda birbirini destekleyecek. İşte bütün bu noktalarda, bize düşen, Türkiye ve Türkiye’de benim düşüncem, Milliyetçi Hareket Partisi ve benim insanım neyi düşünüyor?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlayınız efendim.
ŞEVKET BÜLEND YAHNÎCİ (Devamla) – Meseleye, hiçbir zaman için, Müslümanların, dindaşlarımızın, soydaşlarımızın ezilmesi diye bakmıyoruz, bakamayız. Mesele, bir insanlık ayıbıdır, bir insanlık dramıdır. Meseleyi o açıdan görmek lazım. Çeçenlerin insan olduklarını, bölücü, ayrılıkçı bir amaç taşımadıklarını, Türkiye, gerekirse, bütün dünyaya anlatma yolunda yardımcı olmak zorundadır.
Burada, sözümün bitiminde, eğer dinliyorlarsa, eğer bir faydası olacaksa, Rusya için, Rus yetkililer için birkaç sözüm var. Rusya, büyük ve tarihî bir devlettir. Eğer, meselesi, Dağıstan’ın Çeçenistan sınırında, Batlih Bölgesinde bulunduğu, iki köyde yerleştiği söylenilen Ürdünlü gerilla Hattab’ın komutasındaki 2 000 kişilik vehhabist grubu yok etmek idiyse, bunu pekala başarabilecek gücü vardı. Bu işi gerçekleştirmek için, yüzbinlerce insanı yersiz yurtsuz etmek, yüzlerce köyü, onlarca şehri ve Grozni’nin sivil halkını bombalamak gerekmezdi.
Rusya, büyüklüğünü, tarihî bir devlet olduğunu göstermek ve bunu dünyaya ispat etmek adına, bu anlamsız gayretten vazgeçmelidir ve dünya kamuoyu ve uluslararası camiada iyice zedelenmeye başlayan itibarını bir an önce kurtarmaya çalışmalıdır. Bu anlamda atılacak bir adım, Rusya için asla geç değildir. İş dünyasında büyük problemlerle karşı karşıya bulunan Rusya Federasyonu Devleti için bu adım, belki de, her şeye rağmen, geç kalmamış bir adım olarak, bir ferahlamayı, kendileri açısından bir ferahlamayı da beraberinde getirecektir. Aksi halde, Çeçenistan, belki Grozni, belki Çeçen Halkı yok olacaktır; ama, dünya uluslararası camiasında Rusya’nın da sonu olacaktır bu. (Alkışlar)
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yahnici’ye teşekkür ediyorum.
Gruplar adına son konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına, Sivas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener’e aittir. (FP sıralarından alkışlar)
Sayın Şener, aynı zamanda önerge sahibi olarak da konuşacaklardır. Buyurun efendim.
KADİR BOZKURT (Sinop) – Sayın Başkan, İçişleri Bakanı nerede?!
MÜMTAZ YAVUZ (Muş) -Dışişleri Bakanı nerede?!
FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çanakkale Milletvekili Sıtkı Turan kardeşime Allah’tan rahmet dileyerek sözlerime başlıyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hemen konuya giriyorum. Çeçenistan meselesi, Rusya’nın bir iç meselesi değildir. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu oturumda, altını çizmemiz gereken temel cümle budur. Bu konuda izlenen Türk dış politikası yanlıştır. Bu anlayış, uluslararası hukuka aykırıdır, dünyanın yaklaşımıyla terstir, bağdaşmaz, Türk Halkının duygularına hakarettir ve Türkiye’nin çıkarlarına yabancıdır. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)
Önce, insan hakları ihlalleri, artık, hiçbir ülkenin iç meselesi olarak algılanmamaktadır. Çeçenistan’da Rus katliamı var, jenosit uygulamalar var, soykırım var. Çeçenistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, Rusya’nın altına imza attığı uluslararası pek çok anlaşmaya da aykırıdır; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine aykırıdır, AGİT ilkelerine aykırıdır, Birleşmiş Milletler Şartına aykırıdır, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Konvansiyonuna aykırıdır; mültecilerin hukukî statüsünün belirlenmesine ilişkin Birleşmiş Milletler sözleşmesine aykırıdır. Bundan dolayıdır ki, uluslararası camia, Çeçenistan meselesinde, insan haklarına vurgu yapmaktadır ve Rus yönetimini, Çeçenlerle sorunları görüşmeler yoluyla halletmeleri konusunda uyarmaktadır. Bu talepler karşısında, Rusya’nın duyarsız olduğu, hissiz olduğu herkes tarafından izlenmektedir. Rusya, bu konuda da haince bir yola başvurmuştur ve Çeçenlerin seçimle işbaşına gelmiş resmî Devlet Başkanı Aslan Mashadov’la görüşmek yerine, bir ay öncesine kadar, hapiste tuttuklan Bislan Gantemirov’la görüştükleri iddiasını sürekli dile getirmiştir. Eğer, Rus yetkililer görüşme yapacaklarsa, Çeçenistan’in resmî, Çeçen Halkının da seçilmiş, yetkili başkanı Aslan Mashadov’dur ve onunla görüşmelidirler.
İkincisi, Rusya, Çeçenistan’da, AKKA’yı (Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması) hiçe saymaktadır; bulundurabileceği silah sınırının çok üzerinde bir gücü Kuzey Kafkasya’ya yığmıştır. Konu, bu boyutuyla da Türkiye’yi ve bütün bölgeyi tehdit eden bir hadise haline gelmiştir ve Rusya’nın iç işi olmaktan, tamamıyla çıkmıştır.
Üçüncü bir nokta, konuyu dünyadaki mevcut dengeler bağlamına hapsetmeden, uluslararası hukukun objektif ölçülerine göre değerlendirecek olursak, uluslararası camianın kabul etmesi gereken en önemli gerçek, bağımsız Çeçenistan gerçeğidir. Birleşmiş Milletler Şartı, ulusların kendi kaderini tayin hakkından (şelf determinasyon) söz etmektedir; bunu, Çeçenler kadar hak etmiş, yeryüzünde hiçbir ulus yoktur. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)
Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürgeler için kullanılmış bir haktır; ama, 1990’dan sonra ise, bu hak, sürekli olarak federasyonlar içerisindeki federe yapılar için kullanılabilecek bir hak olarak uluslararası camia tarafından kabul edilmiştir. Nitekim, Yugoslavya dağılırken, federe yapılar -Slovenya, Hırvastistan ve Bosna – Hersek- bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir ve uluslararası camia da bunu kabul etmiştir; Çeçenistan’ın konumu ve durumu da aynıdır.
Dördüncü bir nokta: Rusya Federasyonu iç hukukuna göre, Çeçenistan, bağımsız bir ülkedir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerin 1990’da birlikten ayrılmasıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Anayasası de facto ve de jure olarak, fiilen ve hukuken ortadan tamamıyla kalkmıştır; Rusya Parlamentosu kapatılmıştır; Boris Yeltsin Parlamentoyu bombalamıştır, devlet yeniden örgütlenmiştir, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden kalma kanunlar yürürlükten kaldırılmıştır ve 1992’de Rusya Federasyonunu oluşturan özerk cumhuriyetler, iradeleriyle, kendi istekleriyle Rusya Federasyonu Anlaşmasını yapmışlardır ve Rusya Federasyonu da, bu anlaşmaya göre şekillenmiştir. Bu anlaşmaya, Tataristan imza atmamıştır. O dönemde, Yeltsin, Tataristan’a “ne kadar istiyorsanız o kadar egemensiniz” demiştir; fakat, daha sonra, Tataristan, kendi iradesiyle bu anlaşmayı imzalayarak, Rusya Federasyonunun içerisinde yer almıştır. Ama, Çeçenistan, hiçbir zaman, Rusya Federasyonu Anlaşmasına imza atmamıştır, Rusya Parlamentosu seçimlerinden hiçbirine katılmamıştır; üstelik, kendi devlet başkanını seçmiştir, kendi parlamentosunu seçmiştir ve Çeçenistan, kendi anayasasını hazırlamıştır. Bu durumda, Rusya Federasyonu iç hukukuna göre, Çeçenistan, tamamıyla bağımsız bir devlettir.
İşte, 1994 savaşından sonra yapılan anlaşmalar, biraz önce, değerli milletvekilleri, bu anlaşmalara vurgu yaptılar. Bu anlaşmalar 1996 yılının 31 Ağustosunda Aleksandr Lebcd ve Aslan Mashadov arasında yapılan anlaşma; 1997 yılının 12 Mayısında Boris Yeltsin ile Aslan Mashadov arasında yapılan anlaşmalar. Bu anlaşmalarla tarafların eşit düzeyde üst yöneticiler olduğu vurgulanmıştır. Masanın bir tarafında Yeltsin, öbür tarafında Mashadov oturmuştur ve eşit düzeyde yöneticiler olduklarını bu anlaşma metnine geçirmişler; aralarındaki ihtilafları gidermek için güç kullanmayacaklarını ifade etmişler ve 2001 yılı sonuna kadar karşılıklı ilişkileri, uluslararası prensiplere göre çözeceklerini de hükme bağlamışlardır. Daha sonra, 12 Temmuz 1997 günü Rusya Federasyonu Hükümeti ile Çeçenistan İckerya Cumhuriyeti Hükümeti arasında gümrük alanında karşılıklı işbirliği anlaşması yapmışlardır. Rusya ve Çeçenistan gümrük konusunda karşılıklı anlaşma yapıyorlar, bir tarafta Rusya Federasyonu Hükümeti Başkanı Çernomirdin, diğer tarafta Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Başbakanı bu anlaşmaya imza atıyor.
Bunun anlamı değerli milletvekilleri, Rusya Federasyonu, Çeçenistan’ın bağımsızlığını açıkça kabul etmiştir. Nitekim, bu anlaşmaları yorumlayan uluslararası hukuk profesörü İllinois Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Francis Boyl açıkça şunu ifade etmektedir: Bu anlaşmalar, Rusya Federasyonunun Çeçenistan İckerya Cumhuriyetinin bağımsızlığını kabul ettiğini ifade etmektedir. Rusya Federasyonunun bağımsızlığını kabul ettiği bir ülkeyi bütün dünyanın bağımsız olarak tanıması, elbette ki, gereklidir ve bu gerçekleştirilmelidir demektedir bu raporda.
Değerli milletvekilleri, bunun dışında, açıkça ifade etmek gerekirse, Çeçenler, bağımsızlığı hak etmiş bir ulustur; hiçbir zaman Rus egemenliğini kabul etmemişlerdir. 18 inci ve 19 uncu Yüzyıllarda Çeçenistan’ın bağımsızlığı için, 200 000’i bulan Çar ordularına karşı amansızca mücadele etmişlerdir ve aslına bakarsanız, Osmanlı topraklarının güvenliği için, Kuzey Kafkasya’da yılmadan, usanmadan Ruslara karşı mücadele etmişlerdir. Nitekim, 1782 yılında bağımsızlık bayrağını açan İmam Mansur, Karadeniz Kafkas kıyısındaki son Osmanlı kalesi Anapa Ruslar tarafından kuşatıldığı zaman, burada bulunan Osmanlı güçlerine destek olmak için kaleye gelmiştir; Osmanlı güçleriyle birlikte Ruslarla çarpışmıştır; sonunda kale düşmüştür ve İmam Mansur esir edilmiştir ve Rus zindanlarında, maalesef işkenceler altında şehit edilmiştir.
İmamı Şamil’den sonra da, Baysongur ve Alibek Hacı Önderliğinde Kafkasya’da, Çeçenistan’da bağımsızlık mücadelesi hiçbir zaman durmamıştır. 1918’de Çeçen Lider Tapa Çermpiyev’in başkanlığında Kuzey Karkas Birliği Devleti kurulmuştur. Bu devleti, Almanya ve Türkiye tanımıştır; ama, Bolşevik orduları bu devleti işgal etmişlerdir. Ertesi sene 1919’da, Uzun Hacı tekrar ayaklanarak Kuzey Kafkas Emirliğini kurmuştur. Bolşevikler, yine işgal etmişlerdir; ama, dağlarda gerilla savaşı 1942’ye kadar Bolşeviklere karşı devam etmiştir ve sürmüştür. 1942’de ise, Hasan İsrailov’ün başkanlığında Çeçen Devleti tekrar ilan edilmiştir ve 1944 yılında, nüfusu 780 000 olan tüm Çeçenler Sibirya’ya sürülmüşlerdir. Dünya, bu sürgünü 5 yıl sonra öğrenmiştir. Topraklarına Rusları yerleştirmişlerdir. Çeçenistan topraklarında tek tek gerilla grupları, sürgünden kurtulan gruplar, yine Bolşevik ordularına karşı mücadele etmişlerdir “Çeçenistan’ı teslim etmeyiz” demişlerdir ve bu gerilla hareketleri 1976 yılına kadar sürmüştür. Maalesef, nüfusun hemen tamamı 1947’de Sibirya’ya sürülmüştür. Sibirya sürgününde nüfusun üçte 2’si hayatını kaybetmiştir.
1957’den itibaren Çeçenler kendi başlarına Sibirya’dan Kafkasya’ya geri dönmüşlerdir. Dönerlerken, Sibirya’da kaybettileri yakınlarının kemiklerini dahi, tekrar, Çeçenistan’a taşımışlardır ve bugün, 42 ile 55 yaşlar arasındaki Çeçenlerin yüzde 90’mın doğum yeri Çeçenistan’dır. 1976-1990 yıllan arasında Çeçenistan Dağlarında Sovyet Rusya karşıtı silahlı birlikler faaliyetlerine devam etmişlerdir. 1990’da Çeçen Halk Kongresi, bağımsızlık deklarasyonunu ilan etmiştir. 1991 yılında ise, 23 ülke ve uluslararası kuruluşun gözetiminde parlamento ve devlet başkanlığı seçimleri yapılmış, Cahar Dudayev, Bağımsız Çeçen Devletinin başkam seçilmiştir. 1992’de parlamento, Bağımsız Çeçen Anayasasını kabul etmiştir. Nisan 1992’de Rus Orduları, Çeçenistan topraklarından tamamiyle çıkarılmıştır ve 1992 yılında Çeçcnistan’da bir tek Rus askeri kalmamıştır. Nihayet, 11 Aralık 1994’te Rus Ordusu Bağımsız Çeçen Devleti topraklarına girmiştir. Savaş, iki yıl sürmüştür. Ruslar onbinlerce ölü bırakarak Çeçenistan topraklarından tamamiyle koyulmuştur. İşte, bu mücadele sebebiyledir ki, Soljcnistin “asla boyun eğmemiş bir halk vardı, biri ikisi değil, tamamı, bunlar Çeçenlerdi” demektedir. (Alkışlar) 27 Ocak 1997’de Aslan Mashadov Devlet Başkanı seçilmiştir. Demin söylediğim ve gösterdiğim anlaşmalar ise, 1996 ve 1997 yıllarında Rusya ile Çeçenistan arasında imzalanmıştır ve 2 Ekim 1999 günü, bundan üç ay önce, Rus Ordusu, Çeçen İçkerya Cumhuriyetine tekrar girmiştir. Çeçen-Sivilya yerleşim yerlerini üç aydır sürekli bombalamakta ve yakın çatışmaya girmeksizin tüm Çeçenleri yok etmeye çalışmaktadır. Katliamlar, içinde bulunduğumuz ramazan ayının bu ilk günlerinde de devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu tarihi süreç ve bu uluslararası hukuk, açıkça göstermektedir ki, Çeçenistan’dan bağımsızlığının tanınmasını hak eden yeryüzünde başka hiçbir ulus yoktur; bunu, Rusya Federasyonu dahi kabul etmiştir; ama, maalesef, bağımsızlığın uluslararası arenada tanınanabilmesi için bir öncülüğe ihtiyaç vardır, gayrete ihtiyaç vardır, çabaya ihtiyaç vardır; bu görev, Türkiye’ye düşmektedir. (FP, DYP ve MHP sıralarından alkışlar)
Üç ay önceki işgalden önce de, 1991 bağımsızlığından sonra Rusya Federasyonu Çeçenistan’ı dördüncü kez işgal etmiştir ve bir önceki saldırı hepinizin hatırlarındadır; 2 yıl sürmüş, bir Çeçen-Rus savaşma dönüşmüştü. Bu savaşta Ruslar, tarihlerinde yaşadıkları en korkunç hezimetlerden birini yaşamışlardı, yüzlerce tankla Grozni’ye saldırmışlardı. Kızıl Ordu, İkinci Dünya Savaşında Hitler ordularına boyun eğdirmenin, iki yıl önce Baku’yu teslim almasının azameti içerisinde girdiği Grozni’de perişan olmuştu. Grozni, Rus zırhlı araçlarının âdeta bir mezarlığına dönmüştü, binlerce Rus askeri ölmüş, binlercesi esir düşmüştü, gözü yaşlı Rus anaları Moskova’dan yola çıkmış ve çocuklarını Çeçenistan Devlet Başkanı Cahar Dudayev’in kendilerine teslim etmesiyle minnet duyguları içerisinde, yanlarında çocuklarıyla geri dönmüşlerdi. İki yıl süren savaşta, Çeçenistan’ın her taşına bir destan yazılmıştı ve Çeçenistan’ı terk ederek gitmişlerdi.
Üstelik bu savaş, eşit güçler arasında vuku bulmuş bir savaş değildir; çünkü, Çeçenlerin nüfusu 1 milyondur, Ruslar 200 milyondur; yani, Çeçenlerin tam 200 katıdır. Çeçenistan 17 000 kilometrekaredir, seçim bölgem olan Sivas’ın sadece üçte 2’si kadardır, Kayseri İli kadar bir ülkedir, Rusya Federasyonu ise, 17 milyon kilometrekaredir; Rusya, Çeçenya’nın tam 1 000 katıdır.
Çeçenlerin ellerinde kamalar var, tabanca ve tüfekler var, yeri gelirse yabalar ve dirgenler var; ama, top yok, tank yok, savaş uçağı yok, helikopter yok, Ruslarda var olan kimyasal silahlar ve atom bombası yok; on milyonlarca katla ifade edilebilecek bir silah dengesizliği var ortada. Çeçenlerin, savaşı finanse edecek milyon dolarları yok; bunun da ötesinde, ilaç yok, yiyecek-içecek yok, yeterli erzak yok… Dünya ise Rus küstahlığının yanında, Çeçenler halkı; ama, maalesef, yalnızdır.
Hepsinden önemlisi, 1 milyon nüfusuyla, soylarını yok olmaktan kurtaracak, çocuklarını, kadın ve yaşlılarını koruyabilecek sığmakları yok, sığınacak yerleri yok; dünyadan tecrit olmuş, 17 000 kilometrekarelik alanda, ağır Rus bombardımanı altında, bir halk, var olma, sağ kalma, survival mücadelesi vermektedir. Çocuklar ve kadınlar; 1 milyon nüfusu yok olmaktan kurtarmak… İşte, Çeçenlerin, Çeçen güçlerin en hassas ve zayıf olduğu nokta burasıdır ve Rusların da en iyi gördüğü nokta burasıdır. Şu anda, Ruslar, Çeçenleri pes ettirmek için, kafdağı masallarına konu olan Çeçen güçleriyle yakın çatışmaya girmiyor; gece-gündüz demeden, ramazan-oruç demeden, sivilleri, uzaktan ağır silahlarla bombalamaya devam ediyorlar. Ruslar, Çeçenistan’da, tam anlamıyla genosit bir terör estiriyor, soykırım yapıyor, dört yıl önceki hezimetin intikamını almak için, gözleri dönmüş bir şekilde, vahşice saldırıyorlar. Rusya yönetimi, bu vahşi saldırılarıyla, bir yandan Rusya’nın iç siyasetine şekil vermeye çalışıyor, diğer yandan, Balkanlar ve Kafkaslardan Ortaasya’ya uzanan Rus stratejisine hayat kazandırmaya çalışıyor. Yani, olay, bölgesel değildir; tüm dünyayı ve Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan etkileyen bir hadisedir; siyasî, ekonomik, diplomatik ve sosyolojik sonuçları vardır. İşte, bu noktada dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Çeçenistan, Rusya’nın iç işidir diyebilmek için, kulakların sağır, gözlerin kör, dillerin peltek, anlayışların kıt, idraklerin mefluç olması gerekir, mefluç… (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
Size soruyorum ey iktidar partileri, DSP, MHP ve Anavatan Partisine soruyorum: Bunlardan hangisi var bu iktidarda, bu hükümette bunlardan hangisi var? (MHP sıralarından “Hepsi var” sesleri) O el kadar çocuklar, kundaktaki bebekler, gülüp oyması gereken o körpecik çocuklar, sürekli, uzaktan ağır silahlarla bombalanırken, katledilirken “Çeçenistan, Türkiye’nin değil -ilgisi değil. Çeçenistan, Rusya’nın bir iç meselesidir” diyecek bir Başbakan, bu halkı, bu milleti, bu Meclisi temsil ediyor mu?! (FP sıralarından “Hayır” sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şener, önerge sahibi olarak konuşma hakkınızı da kullanacak mısınız?
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet.
BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, onların hepsi sakat bırakılıyor, o çocuklar katlediliyor. Niçin; Rusya Parlamentosu seçimlerine yeni şekil vermek için; Boris Yeltsin’in veliahtını cumhurbaşkanı yapmak için; başka, onca ekonomik sıkıntı arasında, IMF’den alınan kredileri, başta kızı ve damadı olmak üzere yakınlarına aktaran Yeltsin’in yolsuzluklarını kapatmak ve unutturmak için; sonra, Hazar petrollerini ve doğal gaz yollarını kontrol altına almak için; Rusya’nın, kuzey ve güney Kafkasya ve Ortaasya cumhuriyetleri üzerinde nüfuzunu sağlamak için. Yani, başka bir boyuttan yorumlarsak hadiseyi, Türkiye’nin, Hazar petrolleri, Türkmenistan doğalgazı ve Ortaasya Türk cumhuriyetleriyle ilgili çıkarlarını, bağlarını tasfiye etmek için. İşte, bu noktada Türkiye’nin durması lazımdır değerli milletvekilleri ve bu iktidar partileri -DSP, MHP ve Anavatan Partisi- nasıl bir araya geldi anlayabilmek mümkün değil. Rusya’nın, petrol, doğal gaz çıkarlarını gözetiyorsunuz da, niçin Türkiye’nin çıkarları konusunda aynı hassasiyeti göstermiyorsunuz?! (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Ecevit, yanındaki bakanlarla birlikte, Çeçen katliamı devam ederken, Rusya’ya gitti, Moskova’yı ziyaret etti. Bunu Türk Milletine izah edebilir mi? Kasım ayı başındaki bu ziyaretin zamanlamasını içinizde beğenen var mı?.. Hiç kimsenin bu zamanlamayı beğendiğini zannetmiyorum.
Uzatmaya hiç gerek yok. Çeçenistan hadisesiyle ilgili Türk dış politikasını tek bir kelimeyle özetleyebiliriz: Ürkeklik ve tam anlamıyla düşük profilli bir dış politikadır bu. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan, Moskova gezisi öncesinde “Çeçenistan Rusya’nın iç işidir” dedi; yetmedi, aynı cümleyi Moskova’da tekrar etti. Bu cümle Çeçen halkına karşı bir ihanettir; Türk halkının duygularına karşı da, tam anlamıyla, bir saygısızlıktır. Çeçenistan’in, Rusya’nın iç işi olduğunu sizden başka, bu iktidardan başka dünyada söyleyen kim var? Var mı sizden başka bunu söyleyen? Medenî dünyanın kullandığı dili, siz, kullanmaktan niçin korkuyorsunuz; niçin ürküyorsunuz; hem de Türkiye’nin menfaatlarını bir kenara iterek?.. Avrupa “Rusya’nın iç işi” demiyor; Amerika Birleşik Devletleri demiyor. Helsinki zirvesi öncesinde beraber olmak istediğiniz dünya ile aynı dili konuşmak, maalesef, bu iktidara zor gelmiştir. Bu ürkeklik sebebiyledir ki, Rusya, Türkiye’nin bu sessizliği sebebiyledir ki, Çeçenistan’daki katliamlarını ve bombardımanını artırmıştır. Hem de bu gezi, yani, Sayın Başbakanın Moskova gezisi öyle bir gezidir ki, eğrilerini, yanlışlarını saymakla bitiremeyiz. Her ne kadar sayın DSP milletvekili cevap vermeye çalıştıysa da cevap verilecek tarafı yok. Evet, maalesef, Sayın Başbakanı, Rusya Başbakanı karşılamamıştır, Başbakan Yardımcısını göndermiştir. Bu duyduğu saygının ifadesidir (!.)
Diğer taraftan, Yeltsin randevu vermemiştir, istediği halde, talep ettiği halde. Bu da yetmemiştir; Sayın Ecevit ile sayın bakanlar, Başbakan Putin’in Çeçen kanı bulaşmış elini sıkmışlardır ve böylece, Rusya’nın, sivillere yönelik, adeta, katliamını meşrulaştırmışlardır. Bu da yetmemiştir; basının önünde, Sayın Ecevit ve bakanların yanında olduğu halde, Putin demiştir ki; “Çeçenistan toprağında yuvalanmış haydutlar, Rusya Federasyonuna, onları yok etmekten başka seçenek bırakmadı” demiştir. Sayın Başbakan, onaylarcasına, mahcup bir eda içerisinde susmuştur, sesini çıkaramamıştır.
Değerli milletvekilleri, yanlışlar bir değildir; dünya liderleri, Çeçenistan meselesini, insan haklan gözlüğüyle izlerken, maalesef, hükümet, Rusya’yla ilişkileri, terörle mücadele anlaşması çerçevesinde yürütmüştür; topu taca atmıştır; uluslararası toplulukla birlikte hareket etmesini becerememiştir.
Tüm bu olup bitenler yetmezmiş gibi, Çeçen siviller katledilirken, insanlık tarihinin en korkunç soykırımlarından biri Çeçenistan’da yaşanırken, Rus Ordu Korosunu Türkiye’ye getirdiniz; Çeçen katliamını kutlarcasına -televizyon ekranlarında izledik- şıkıdım şarkısını, olup bitenden habersiz, seyircilerle birlikte söylettiniz. Anadolu’nun güvenlik şeridi Kuzey Kafkasya’da bu soykırım yaşanırken, Anadolu’nun göbeğinde Rus Ordu Korosu, Anadolu insanıyla birlikte şıkırdayamaz. Bu Rus Ordu Korosunu, Türkiye’ye kim, nasıl getirdiyse hemen soruşturma açmak bu iktidarın görevi olmalıdır. İlgililerden hesap sormalıdırlar. (FP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Maalesef, maalesef, Cengiz Çandar’ın ifadesiyle, olaylardan açıkça anlaşılıyor ki, devlet sistemi içerisinde âdeta bir Rus lobisi yerleşmiştir; bunu açıkça ifade ediyorum; devlet sistemi içerisine âdeta bir Rus lobisi yerleşmiştir. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Yanlış konuşuyorsun; devlette Rus lobisi oluşmaz.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu lobi hükümeti yanlış yönlendirmektedir. Bu lobinin ayakları nerelere kadar uzanıyorsa, en kısa zamanda tespit edilmelidir. Türkiye’nin menfaatları bu lobinin yönlendirmelerine kurban edilmemelidir.
Geçen yüzyılda, koyu Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa adlı bir sadrazam vardı; ama, anlaşılan o dur ki, cumhuriyet döneminde Mahmut Nedim Paşa’ların sayısı artmışa benziyor. (MHP sıralarından gürültüler)
HASARI GÜLER (Adıyaman) – Ne biçim konuşuyorsun!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Mavi Akım Projesi kapsamında Rus Gasprom ve İtalya’nın ENİ Şirketiyle Rusya’yla işbirliğine hevesli bazı Türk işadamları ve siyasetçileri… Burada sayıp dökmeyi gerekli görmüyorum; ama, hükümeti uyarıyorum: Siyaset, bunu ayıklamalıdır; Rus Ordu Korosu, Çeçen katliamını “şıkıdım” şarkısıyla kutlamak için elini, kolunu sallayarak Türkiye’ye geliyor, canını kurtarmak için Türkiye’ye gelmek isteyen Çeçenlere ise bin türlü güçlük çıkarıyorsunuz. Daha üç gün önce, Gürcistan’dan Türkiye’ye geçmek isteyen 17 Çeçene akla, hayale gelmeyecek engeller çıkardınız. Bizzat, iki gün uğraştım. Hepsinin ellerinde pasaportları var; Rus pasaportu temin etmeyenlere sınır kapısını kapatmışsınız. İçlerinde bir Çeçen kadın var, elinde pasaportu, kucağında yolda doğmuş bebeği var. Posof Kaymakamlığı, Ardahan Valiliği tutturmuş “bebeği sınırdan içeri almayız” Niçin; “pasaportu yok veya annesinin pasaportunda kaydı yok, alamayız içeri; çünkü, Dışişleri Bakanlığı bu konuda hassas” Tiflis’e doğum belgesi almak için gönderilmeye kalkışılıyor.
Burada Sayın İçişleri Bakanına teşekkür ediyorum; gereken ilgiyi göstermiştir; ama, şu Dışişleri Bakanlığının ne yapmak istediğini, Türk Devleti adına, anlayabilmek imkânsız. Bakın, burada, Türkiye’nin her tarafından Çeçen-Kafkas komiteleri yardım toplama mücadelesi için başvuruyor valiliklere, İçişlerine geliyor, sürekli Dışişlerine takıldığı için yardım toplamalara dahi izin vermiyorsunuz. Bunu izah edebilmek mümkün değildir. Şu ana kadar bir tek komiteye yardım toplama ve gönderme imkânı sağlanmamıştır. Kızılay da ortada yoktur.
Bugün, bakın, önemli bir dışpolitika konusu görüşülmektedir; Türk dışpolitikasıyla ilgili önemli bir konu görüşülüyor, müzakere ediliyor, Dışişleri Bakanı yok. Nerede, Dışişleri Bakanlığı bürokratları, nerede?! Meclise duyulan saygı, burada Dışişleri bürokratlarının bulunmasını gerektirir. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu, açıktan açığa Dışişleri bürokrasisinin, Meclise duyduğu saygıyı gösteren bir ifadedir. Eğer, hükümet ortada varsa, hükümet o bürokratları tutar, getirir, şu koltuklara, şu sandalyelere oturtur ve burada söylediğim her sözün, her cümlenin, kalkar burada cevabın verir. Kızıyorsunuz, “bunları niye söylüyorsunuz? Bu söylediğin, bu kürsüden ifade ettiklerin, söylenecek söz mü?”diyorsunuz; ama, değerli milletvekilleri, siz hükümetsiniz, siz iktidarsınız; ben, burada yanlış söylüyorsam, bu hükümet, dışişlerini niçin buraya getirmiyor? Niçin söylediğim her cümleye cevap vermiyor? Cevap vermiyor; çünkü, cevap verecek hali yok, vaziyeti yok, haklı tek bir gerekçesi yoktur. (FP sıralardından “Bravo”sesleri; FP ve DYP sıralarından alkışlar)
Anlatılacak çok konu var; ama, Türkiye ne yapmalıdır; Türk siyaseti, millî iradeyi ifade eden bu siyaset, bu lobiyi temizlemelidir; Türkiye’nin yapacağı birinci iş budur.
İkincisi, Türkiye, Çecenistan’ın bağımsızlığının tanınması için uluslararası tüm kuruluşlar nezdinde harekete geçmelidir; yüzyıllardır süren bu soykırımı önlemenin tek çaresi budur. Rusya Federasyonu, işte, anlaşmalar “Çeçenistan bağımsızdır” derken, cumhurbaşkanları imza atarken, başbakanları imza atarken, bakanları imza atıp “Çeçenistan bağımsızdır” derken, Türkiye için zor mu geliyor bu ülkenin bağımsızlığını uluslararası camiaya kabul ettirme için girişimlerde bulunmak?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen toparlayınız.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Yarım saate göre bir tolerans tanırsanız, tamamlayacağım Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Normal uzatmanızı veriyorum efendim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Üçüncüsü; dünyanın Rusya’yı kınaması yetmiyor, uluslararası her türlü yaptırımın devreye sokulması lazımdır. Dışişleri bir envanter çıkarmalıdır; hangi uluslararası kuruluş nezdinde, hangi girişimlerin başlatılması gerektiğini tespit etmelidir; çevre kuruluşlarından, hayvanları koruma kuruluşlarına varıncaya kadar tüm dünya ayağı kaldırılmalıdır. Bağımsız Çeçen İçkerya topraklarından Rus ordusunun hemen çekilmesi için Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye girişimde bulunmalıdır; Rusya ve Çeçenlere ateşkes çağrısında bulunmalıdır. Uluslararası gözlemcilerin ve basın mensuplarının bölgeye girmesinin sağlanması için mültecilerin sığındıkları ülkelerde uluslararası örgütlerden yardım alabilmesini sağlamak için Rusya üzerinde her türlü yaptırımın gerçekleştirilmesi en acil konular arasındadır, Türkiye aktif rol almalıdır.
Diğer taraftan, Rusya, Çeçenistan’da soykırım yapmaktadır. 1948 tarihli konvansiyona bu aykırıdır; konvansiyonun 35 inci maddesinin birinci bendi uyarınca, konvansiyona taraf olan Türkiye Cumhuriyeti, davacı sıfatıyla, Rusya Federasyonu aleyhine, Lahey Adalet Divanında dava açabilir; Türkiye, bu hakkını kullanmalıdır.
Diğer taraftan, yetkisini Birleşmiş Milletlerden alan Lahey Savaş Suçlan Mahkemesi şu anda faaldir, Bosna için kuruldu, Ruanda, Kosova için yetkiler genişletildi, Çeçenistan için de genişletilmesi için, Türkiye gayret sarf etmelidir.
Diğer taraftan, uluslararası gözlemciler nezdinde, Rusya ve Çeçenler arasında diplomatik ve siyasî müzakerelerin başlaması için Türkiye çaba sarfetmelidir.
Bunlardan önemlisi; ama, Türkiye’nin ilk yapması gereken şey, Rusya’nın kınanmasıdır, sivil kitle örgütlerinin faaliyetlerinin serbest bırakılmasıdır, frene basmaktan iktidarın vazgeçmesidir, Uluslararası Af Örgütü Rusya şubesi dahi, Türkiye’nin, bu denli niçin sessiz kaldığını anlayamadığını açıkça ifade etmektedir ve Kızılay ortada yoktur, sivil kitle örgütlerinin yardım toplamaları engellenmektedir, bundan vazgeçilmelidir…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız Sayın Şener.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – . . . ve Türkiye sınırından geçişlere kolaylık sağlanmalıdır diyorum.
İktidarın, bu önerileri dikkatlice gözden geçireceğini umuyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şener’e teşekkür ediyorum.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Köse, bir şey mi diyecektiniz.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, konuşmacı, konuşması sırasında, yalnız hükümetle ilgili değil, Milliyetçi Hareket Partisinin de isminden bahsetmiştir. İzin verirseniz, 69 uncu maddeye göre…
BAŞKAN – Çok kısa olmak üzere…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan… (FP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Yalnız, temas edilen konuyla ilgili olarak; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Abdüllatif Şener bir çuval inciri zayi etmiştir. (MHP sıralarından alkışlar) 5 grup sözcüsü arkadaşımızın konuşmalan içerisinde, son paragrafınız hariç, hiçbir farklılık yoktur. Siz, her zaman millî meseleleri dejenere eden ve olayları siyasetinize alet eden bir düşünce sahibi olmanız dolayısıyla, her zaman olayı, maalesef bu noktaya getirmişsinizdir. (MHP sıralarından “bravo” sesleri alkışlar, DSP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Bunları hükümete söyle.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bir dakika… Siz, siz, Milliyetçi Hareket Partisinin… (MHP ve FP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Köse, şahsiyat yapmayın lütfen…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, bu tavır uygun bir tavır değil. (MHP VE FP sıralanndan gürültüler, FP sıralarından “tahrik ediyor” sesleri)
BAŞKAN – Sakin olalım lütfen. Sakin olalım. Sayın Köse, siz de şahsiyat yapmayın lütfen.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Değerli Başkanım, ben, Milliyetçi Hareket Partisini ilgilendiren konuya cevap vermek mecburiyetindeyim. Zatıâliniz izin verirseniz o konuyu arz edeceğim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanını istiskal etmek; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanına karşı söylemiş olduğunuz sözleri okuduğunuzda, sizin de yüzünüz kızaracak. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Evet, sizin de yüzünüz kızaracaktır.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – O sözleri dinlediğiniz için sizin yüzünüz kızaracaktır. (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
İSMAİL KÖSE (Devamla) -Türkiye Cumhuriyeti Devleti millî bir devlettir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti üniter bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içerisinde ne Kaddafı düşüncesi ne de Rus lobisi olmayacaktır, olmamıştır ve olmayacaktır. (MHP sıralanndan “bravo” sesleri, alkışlar, DSP sıralarından alkışlar) Siz, bu kürsüden “Rus lobisi vardır” sözünüzü geri alıncaya kadar, burada Milliyetçi Hareket Partisi olarak sizi protesto etmeye devam edeceğiz. (MHP sıralanndan “bravo” sesleri, alkışlar) Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarını sarsmaya, Türkiye Cumhuriyeti Devletini dışarıya jurnallamaya hakkınız yoktur. (MHP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ben, daha üç gün önce, bu Yüce Meclisin kürsüsünde “Çeçenistan bizim canımız, onlar bizim kardeşimiz” dedim…(FP ve DYP sıralarından “Nerede?..Nerede?” sesleri)
KADİR BOZKURT (Sinop) – Nerede?..Nerede?..
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bugün, aynı şeyi söylüyoruz ve siz, nasıl iç politikaları istismar etmek suretiyle, imam hatip okullarının kapanmasına sebep olduysanız, Kur’an kurslarının kapatılmasına sebep olduysanız…(MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Yazıklar olsun…. Yazıklar olsun, yakışmıyor..
İSMAİL KÖSE (Devamla) – …şimdi, hepimizin ortak davası olan, aynı heyecanı duyan, bir Çeçenlinin ölümünde yüzbin defa ölme düşüncesini hisseden insanlar olarak, kendi meseleni, kendi insiyaki düşüncene maletmek suretiyle elinle, kolunla buradaki konuşmanı, televizyondan bir daha izlemeni ben sizden rica ediyorum…
A.TURAN BİLGE (Konya) – Sözlerini geri alsın…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas)– Ben ne konuştuğumu biliyorum, sen izle.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Evet, tavsiye ediyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir zaman, yetmişaltı yıldan bu yana, hangi siyasî iktidarlar döneminde olursa olsun, hangi dışişleri bakanının yönetiminde olursa olsun, kendi bünyesindeki millî müesseselerinde, nasıl olur da Rus lobisini muhafaza eder, devletimizin, milliyetine ve dinine düşman olan böyle bir zihniyeti muhafaza eder değerli arkadaşlarım?!. (MHP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun için, seni, bir daha protesto ediyorum…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Ben de hükümeti protesto ediyorum.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Rus lobisi…” şeklindeki telaffuzunu buradan geri almak mecburiyetindesin… (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sizin tahammülünüz yok bunlara, iktidarın tahammülü yok!
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Evet, buradan geri almak mecburiyetindesin. İki; AGİT toplantısında -İstanbul’da, dünyanın en önemli toplantısı yapılıyor; AGİT toplantısı İstanbul’da yapılıyor- ne oldu; Çeçenistan’ın sözcüsü geldi, AGİT toplantısında meselesini anlattı. Nerede anlattı; İstanbul’da anlattı. Cumhurbaşkanımız vardı, Sayın Genel Başkanımız, Başbakan Yardımcımız vardı. Çeçenistan meselesini, AGİT’te, oranın politik yapısına, oradaki siyaseti kullanmak suretiyle, orada ilk deşifre eden, bu hükümet olmuştur. Onun için, Çeçenistan meselesinin istismara ve bu şekildeki konuşmaya da tahammülü yoktur. “Bir çuval inciri zayi ettin” diyorum, doğru söylüyorum.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sizin, hiçbir şeye tahammülünüz yok; tahammülünüz.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Şimdi, Rus lobisi..
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Bunu biz istedik, niye kabul etmiyorsunuz?!
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bakın, az önce geldiniz, deklârasyon yayınlayalım dedim. Değerli milletvekilleri, ben kafamdan şunu düşünüyordum: Önergeyi oylamayalım; çünkü, önergede mutabakatımız var, millî bir konsensüs teşekkül etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde beş grubun konuşmacısı ve beş grubumuz… Allah razı olsun Genel Başkanımız da “evet, deklârasyona imzanızı koyabilirsiniz” dedi. Bu, bizim hepimizin meselesi.
Şimdi, Sayın Başkana bir öneride bulunacaktım; lütfen önergeyi oylamayınız. Önergeye katılıyoruz, oylama yanlış olur; bir deklârasyon yayınlamak suretiyle, altında tüm gruplarımızın imzası olan bu deklârasyonla, dünyaya, bir insanlık suçunu hatırlatalım, bunu bir insanlık suçu olarak hatırlatalım “burada bir katliam var” diyelim. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Ancak, şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bir şart koyuyoruz; bu sözünüzü geri almadığınız müddetçe, o deklârasyona imzamızı koymayacağız; bunun vebali de size ait olacaktır. Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Şener, bir dakika efendim… Siz konuştunuz, dinlediler. Diğer arkadaşımız Sayın Tümen de…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, bir dakika…
BAŞKAN – Müsaade edin efendim; belki her ikisine birden cevap… Buyurun Sayın Tümen, yerinizden mi, kürsüden mi konuşacaksınız?
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Kürsüden kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen, çok kısa olsun ve yeni bir sataşmaya konu olmasın; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkanım, az önce konuşan Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Başkanvekili Sayın Köse’nin sözlerine aynen katılıyorum.
Bir noktayı açıklamak istiyorum; Fazilet Partisi Grubu, bunu, Danışma Kuruluna getirdiğinde, bütün parti grupları bu konunun hassasiyetini dikkate alarak, bunu Genel Kurula getirmeyi kabul ettiler. Bu çerçevede, yani, alman mutabakat çerçevesinde, Sayın Şener’in, burada, bağırarak, çağırarak, çok sert bir şekilde ithamlarıyla, Çeçen vatandaşlarımızın sorununa çare bulunması mümkün değildir. Ancak, bu Parlamentonun güç birliği yaparak, bu ulusun birlikteliğiyle bu hadiseler sona erecektir. Bunu hatırlatmak istiyorum. Dışpolitikada marifet, bu kürsülerden bağırarak çağırarak değil, yurt dışında veya dış ilişkilerinizde göstereceğiniz beceriyle, marifetle olur. Özellikle, dışpolitikada marifet, bedevi çadırlarında fırça yemek değildir, (DSP sıralarından alkışlar) bir bedevîyi de kendine komutan seçmek değildir; bunu hatırlatmak istiyorum.
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Moskova’da boyun eğmek mi?!
AYDIN TÜMEN (Devamla) – Bir diğer konu, Türk siyasetinde ve Türk Parlamentosunda Rus lobisi olduğunu ifade etti arkadaşımız. Lütfen, bu konuya açıklık getirmesini istiyoruz.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Söylediğimi iyi dinle!..
AYDIN TÜMEN (Devamla) – Bunlar kimlerdir, bunların bilinmesini istiyoruz; varsa eğer, gereken yapılsın, hep birlikte yapalım; ama, bunun açıklığa kavuşması gerekiyor ve Demokratik Sol Partinin ve bu Parlamentonun, gerek içinde bulunduğumuz hükümetlerde gerek başında bulunduğumuz hükümetlerde, Bosna-Hersek’te ve Kosova’da izlenilen politikalarda -eğer göz önüne alırsanız- yapılan uygulamaların ne kadar başarılı, ne kadar olumlu olduğunu tüm dünya kamuoyu kabul etti; ama, siz kabul edemiyorsunuz ve buradaki politikalarımızla yapacaklarımızı da, yine dünya kabul edecek siz kabul etmeseniz de.
Saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Tümen, teşekkür ediyorum.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan… (MHP sıralarından gürültüler yeter artık, “otur yerine” sesleri)
BAŞKAN – Efendim, yerinizden…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Hayır efendim, ne münasebet; doğrudan… (MHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Şener…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan… (FP sıralarından “Sayın Başkan hakaret var” sesleri)
BAŞKAN – Yerinizden…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan… .
BAŞKAN – Efendim, lafı uzatmış olacağız.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, lafı uzatan ben değilim. (FP sıralarından “Sataşma var Sayın Başkan” sesleri)
BAŞKAN – Sayın Şener, 33 dakika konuştunuz.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Evet konuştum,-yarım saati normal süremdi, öbür hatiplere verdiğiniz eksüreyi de kullandım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ne için söz istediğinizi bana bir söyleyin lütfen. Önce, ne için söz istediğinizi söyleyin.
ABDÜLLATİF,ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, iki sayın grup başkanvekili, sataşma gerekçesiyle söz istediler. Benim yapmış olduğum konuşmada, sayın gruplara sataşma yoktu, buna rağmen söz verdiniz. Takdirinize bir şey söylemiyorum; ama, her iki grup başkanvekili, yapmış oldukları konuşmalar sırasında, sataşma olduğunu iddia edecekleri şeye cevap verecekleri yerde, bana sataşmayla vakitlerini tamamladılar. Dolayısıyla, asıl, sataşma nedeniyle söz talep etme hakkı benimdir, onların değil. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Şener, tansiyonu daha fazla yükseltmenin âlemi yok. Zatıâlinize sataşıldığını bir an için kabul etsek bile, siz bunu ifade etmiş oldunuz.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Onlar konuşmadan önce nasıl ifade ediyorum Sayın Başkan?!
BAŞKAN – Efendim, yerinize geçin, yerinizden söyleyin.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Hayır efendim… (MHP ve DSP sıralarından gürültüler) Sayın Başkan, eğer, İçtüzüğü uygulayacaksanız, bu kürsüden konuşmam lazım. İki sayın grup başkanvekiline sataşmada gösterilecek toleranstan çok daha fazla süre tanıyarak bu kürsüden konuşturduğunuza göre, ben de, onların ikisinin birden yaptığı sataşmaya, ancak bu kürsüden cevap verebilirim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, belki bir barış ortamı, bir anlaşma ortamı olacaktır. Belki bir yanlış anlaşılma vardır… (MHP ve DSP sıralarından gürültüler) Belki Meclis, böylece, biraz evvel Milliyetçi Hareket Partisinin değerli sözcüsünün de ifade ettiği gibi, anlaştığımız bir deklârasyonla ilgili bir neticeye gelecektir.
BAŞKAN – Sayın Şener, şu anda millî bir meseleyi, görüşmekteyiz. Biz, bu meseleyi, gruplar arası mücadeleye dönüştürürsek, maksadımızı çok aşmış oluruz. Size bir şartla söz verebilirim; yanlış anlaşıldığınızı ifade edecekseniz, sataşma yapmadığınızı ifade edecekseniz söz vereyim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sataşma yapmadığımı zaten söylüyorum.
BAŞKAN – Peki, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
A. TURAN BİLGE (Konya) – Sayın Başkan, lobi meselesini söyleyecekse, kürsüye çıksın.
BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz; bu tansiyonla millî bir meseleyi çözmemiz mümkün değildir. Ben ümit ediyorum ki, önerge sahibi olarak böyle bir millî meseleyi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getiren Sayın Başkanvekili sonucu da tatlıya bağlayacaktır.
Buyurun efendim.
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, böyle bir millî meseleyi kendi partisinin siyaseti yapması doğru mu?
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce, Sayın Grup Başkanvekillerini dinledik. Yaptığım konuşmalarda gruplara herhangi bir sataşma zaten yoktu. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
A. TURAN BİLGE (Konya) – “Lobi” dedi.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan takdir ettiler, bu takdire istinaden, biz de sükunetle, Sayın Grup Başkanvekilîerinin konuşmalarını dinledik ve izledik; ama, doğrusu, sayın milletvekilleri, benim yapmış olduğum konuşmalarda bir noktaya dikkat çekmek kastıyla yaptığım vurguya -ki, o vurgu, olumlu politikaları açacak bir vurgudur- hükümetin yanlışlarına yapsalardı, hükümetin yanlışları konusunda, iktidarın yanlışları konusunda “ben Meclisim, varım” diyebilselerdi, şu anda izlemiş olduğumuz yanlış iktidar politikası ortaya çıkmazdı. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Onun için, bu duyarlılığın, oraya; yani, iktidarın yanlışlarına karşı yönelmesini diliyorum; çünkü, Meclisin yasama fonksiyonu vardır; ama, aynı zamanda, idareyi, Bakanlar Kurulunu denetim yetkisi de vardır. Bu yetkisini, bu Meclis kullanmalıdır. Anayasaya göre, Bakanlar Kurulu yürütmedir, ayrı bir güçtür; ama, yasama, Meclis ayrı bir güçtür. Meclis, ayrı bir güç olduğunu göstersin istiyoruz.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Gösterecek.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bunun için ifade ediyoruz; bu bir. Değerli milletvekilleri, ikincisi, şu lobi işine gelmek istiyorum… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Müsaade buyurur musunuz… O lobi işine gelmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, cümlelerimi çok hassas bir şekilde seçtim; ama, bazı arkadaşlarımız, heyecandan, söylemediğim kelimelere doğru çektiler işi. Hassas olarak söyledim… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Hayır… Hayır…
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Dinlemeye niyetiniz varsa, konuşayım. (MHP sıralarından “sözünü geri al” sesleri)
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Ama, siyasetçi, bu Parlamentoda…
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu hassas ifadelerim içerisinde bahsettiğim lobinin, siyasette uzantısı olduğunu asla ifade etmedim. Aksine, bu siyasetin, millî iradeyi temsil eden bu siyasetin, bu Meclisin, var olabilecek lobiyi temizlemesi gerektiğini söyledim. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
A. TURAN BİLGE (Konya) – Sayın Başkan, zabıtları getirtelim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Türkiye Cumhuriyeti Devletinde lobi var mı, yok mu?
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın milletvekili, dinlerseniz açıklarız. Değerli milletvekilleri, ikincisi, bu cümleler bana ait değildir.
M. HADÎ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sana ait olmayan şeyi niye konuşuyorsun?!
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Değerli milletvekilleri, hassas olarak kullandım diyorum. Söylediğim cümleler şunlardır -değerli milletvekilleri, Müsaade ederseniz, sükûnetle dinlersek, birbirimizi daha iyi anlarız- hassas olarak kullandım “devlet sistemi içerisinde, âdeta, bir Rus lobisi vardır” dedim. “Âdeta” lafı, dikkatinizi çekerim, önemli bir kelimedir; ama, heyecandan, hepiniz o kısmını atladınız. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri, bu cümleler bana ait değildir. (DSP sıralarından “kime ait” sesleri) Bundan bir ay önce, Türkiye’nin çok satan gazetelerinden birinde, bir köşe yazarının, açık ve alenî olarak detaylarıyla yazmış olduğu bir makaleden alınmıştır; ama, hükümet -bu duyarlılığı gösteriyorsa- bir ay aradan zaman geçmiş olmasına rağmen, maalesef, o makaleyi tekzip etmemiştir. Eğer, hükümet, bu cümleleri söyleyen ve çok satan bir gazetenin köşe yazarının, dışpolitikada sözü dinlenen, lafı dinlenen, herkesin okuduğu, itibar ettiği bir köşe yazarının yazdığı bu yazıları tekzip etme gereği duymuyorsa, o zaman, bu kürsüden aynı cümleleri söylemek de benim görevim olur. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Ama, kaynak göstererek söylemediniz Abdüllatif Bey.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Size vereyim; yanımda var.
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – O gazeteler sizin için de çok şeyler yazdı.
BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen toparlar mısınız.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Değerli milletvekilleri, sonra “bir bedevinin çadırında” dediniz…
BAŞKAN – Lütfen, girmeyin bunlara.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Rus Başbakanı Putin’in huzurunda başını önüne eğmek, gık diyemez hale gelmek nicedir?! Bir de bunu düşünün derim.
Hepinize saygılar sunarım, (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Ama, kaynağını gösterin…
A. TURAN BİLGE (Konya) – Lobi?! (MHP sıralarından “lobiye ne oldu?” sesleri)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Lobiyi Türkmenbaşına sorun, o söyler size… Türkmenbaşı biliyor…
FARUK DEMİR (Ardahan) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Ne için söz istediğinizi açıklarsanız, belki konuşmak mümkün olur.
Buyurun efendim.
(MHP ve FP milletvekillerinin birbirleri üzerine yürümeleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, sükûnetimizi muhafaza edelim.
FARUK DEMİR (Ardahan) – Sayın Başkan, bu konuyla ilgili olarak…
KADİR BOZKURT (Sinop) – Böyle bir usulümüz yok Sayın Başkan; yani, kendileri grup başkanvekili mi?!..
BAŞKAN –Sayın milletvekilleri, lüften…
Efendim, zatıâliniz grup başkanvekili değilsiniz; konunun zatıâlinize taalluk eden tarafını anlayamadım.
Buyurun efendim; açıklar mısınız…
FARUK DEMİR (Ardahan) – Çeçenistan’dan Gürcistan üzerinden Ardahan’a giriş yapan Çeçen kardeşlerimize Ardahan Valiliği ve Posof Kaymakamlığı tarafından problem çıkarıldı, kucak açılmadı diye Sayın Fazilet Partisi Grupbaşkanvekili tarafından ifade edilmiştir. Öyle bir şey yoktur; 287 Çeçen kardeşimiz giriş yapmıştır. Ardahan Valiliğince yemek, otel ve İstanbul’a geçmek isteyenler, yol paralan da…
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim. Yalnız, burada Sayın İçişleri Bakanı yok, yetkililer yok; zatıâlinizin bilgisi…
YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Ardahan Milletvekili…
BAŞKAN – Efendim, Ardahan Milletvekili, Ardahan’dan seçilen Türkiye Milletvekilidir. Her birimiz, bölgemizin… Dar bölge sistemi yok Türkiye’de.
Efendim, teşekkür ederim. Dinledik; sağ olun.
FARUK DEMİR (Ardahan) – Öyle bir şey yoktur. Biraz önce…
BAŞKAN – Teşekkür ederim; sağ olun.
Sayın milletvekilleri…
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 20 nci Asrın sonunda, gerçekten, dünya insanlığı için çok büyük bir katliamın vuku bulduğunu bütün siyasî parti grupları kabul etti. Vahim bir olayla karşı karşıyayız, bir soyun imhasıyla ilgili bir hareketle karşı karşıyayız. Şu Meclis, bu konuda büyük bir duyarlılık gösterdi. Bu duyarlılığı bütün gruplar da gösterdi; ancak, bir arkadaşımızın bir konuşmasında, bir tek kelimeyle ilgili olarak yapmış olduğu açıklamadan dolayı üzüntü duyulmuş olabilir. Bir açıklama yaptı…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Siz kabul ediyor musunuz?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Köse, bizim kabul etmemiz mümkün değil.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Türkiye Cumhuriyetine bu sözü kabul ediyor musunuz?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, biz kabul etmiyoruz. Bakın, dikkat edin… (MHP sıralarından “Geri alsın, geri alsın” sesleri)
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Kabul etmiyorsan, o zaman geri alsın. (MHP sıralarından alkışlar)
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, ben, bu konuşmayı, sizin bana müdahale etmeniz için değil… Böylesine önemli millî bir meselede büyük bir heyecan gösterdiniz, çok da güzel bir tavır sergilediniz.
Ben, bir uzlaşma arayışı içerisindeyim. Bu konuşmalardan önce bir deklârasyonla ilgili vardığınız mutabakat vardı; hepiniz bu konuda ittifak ettiniz; hepimiz ittifak ettik. Dolayısıyla, o konuşmayla ilgili yapılan açıklamadan sonra, sizleri ilzam etmeyen bir konuşma olduğu, maksadını aşan bir konuşma olduğu anlaşldı. O sebeple, arkadaşlarımızın deklârasyon konusundaki duyarlılığını tekrar dikkate almak suretiyle açıklama yapmayı, yine, kendilerinin müşterek imzasına sunmayı bir görev biliyorum. Teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sözünü geri alsın.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, millî davalar, ne şahıslarındır ne gruplarındır; milletindir. Biz de, burada, milleti temsil etme gayreti içerisinde görev yapmaya çalışıyoruz.
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Millete hakaret etti.
SEDAT ÇEVİK (Ankara) – Abdüllatif Şener Beye söyleyin Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sözüm hepinize efendim.
Sayın milletvekilleri, laik bir ülkede “kutsal”, “kutsî” kavramları olmaz; ama, olsaydı, bu laik ülkede en kutsal yer, bu çatı olurdu ve bu ülkenin ve bu çatının da en kutsal yeri, bu kürsü olurdu. Hepimiz, bir bakıma, bu kürsünün sâlabetini, hürriyetini ve fikirlerin ifadesini sağlamak üzere, sırası geldiğinde konuşmak üzere buradayız. Zannediyorum, Divanın da en önemli görevlerinden biri, sizlerin fikirlerinizi en rahat şekilde söylemenizi sağlamaktır. Şu anda, bir oylama yapmak zorundayım; çünkü, burada diğer öncelikli bir görevimiz de, sizin oylarınızı en sıhhatli bir şekilde; yani, sizin iradenizi en sıhhatli bir şekilde tespit etmektir. Yapmak zorunda kaldığım oylama, Çeçenistan konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmesiyle ilgili, genel görüşmenin açılıp açılmamasıyla ilgili bir oylamadır.
Genel görüşmenin açılmaması, yanlış yorumlanmaya çok müsait bir karar olabilir; bu bakımdan, çok sakin bir ortam içerisinde, grup başkanvekillerimizin yanlış yorumlanmayacak bir orta yol bulması… (DYP sıralarından “ara verin” sesleri) Bu meselenin en iyi şekilde çözümlenmesi için, yanlış yorumlanmayacak bir çözüme ulaşılması için, belki de, hepimize düşen görevlerin olduğu bir noktadayız.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Biz, hassasiyetimizi dile getirdik. Bizim hassasiyetimiz, Milliyetçi Hareket Partisine yapılacak herhangi bir konuşma değil veya herhangi bir şekilde hedefini Milliyetçi Hareket Partisine yönlendirmiş değil. Bizim hassasiyetimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletini küçük düşüren, Parlamentoyu küçük düşüren ve Türk Devleti içerisinde bir Rus lobisinden bahsedilmiştir. Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul etmesi mümkün değildir. Asıl, zatıâlinizin, arkadaşımızı ikaz etmek suretiyle, zabıtlardan çıkarılmasını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde “Rus lobisi” diye böyle bir lobinin akla hayale gelmesinin mümkün olamayacağını, lütfen, bu kürsüden bunu idrak ettirmeniz lazım. Sayın Başkanım, aksi takdirde uzlaşmanın olması mümkün değildir. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Çünkü, o zabıtlarda olduğu müddetçe, böyle bir lobinin muhafaza edilmesi konusunda, hem hükümet hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi… Sayın Başkan, şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bize yönlendirilen herhangi bir suçlamadan dolayı değil, Türk Devletine yönlendirilen bir suçlama bahis konusu olduğu için hassasiyetimizi ortaya koyduk. Bir konsensüs meydana gelmişti, bunu arkadaşımız dinamitledi. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu dinamitlemeyi ortadan kaldırmadığı müddetçe… Türkiye Cumhuriyeti Devletine “Rus Lobisi vardır” diye hakaret etmeye, hele hele bir milletvekilinin hakkı yoktur.
Sayın Başkanım, zabıtları aynen okuyorum: “Maalesef, Cengiz Çandar’ın ifadesiyle, olaylardan açıkça anlaşılıyor ki, devlet sistemi içerisinde Rus lobisi yerleşmiştir.”
EMİN KARAA (Kütahya) – Hani, nerede?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli Başkanım, şimdi, bu kelimeyi, bu kürsüde geri alıp, bu zabıtlardan çıkarmadığı müddetçe, Türkiye Cumhuriyeti Devletini böyle gören bir gözün olduğu yerde, burada, konsensüsü nasıl teşkil edeceğiz?
Onun için, sizden istirham ediyorum; arkadaşımız, kürsüden sözünü geri alsın. Sözünü geri alsın, ondan sonra, Milliyetçi Hareket Partisi olarak altını imzalıyalım. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Sayın Başkan, 5 dakika ara verin.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerimize oturalım.
Grup Başkanvekili İsmail Kahraman söz istedi; buyurun Sayın Kahraman, oturduğunuz yerden…
(Gürültüler)
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; eğer, bu şekilde bir hitap meselesi olursa, zannediyorum, arkadaşlarım konuşurken benim söyleceklerimi duyamayacaklardır; ben de, meramımı ifadede güçlük çekeceğim. Müsaade buyururlarsa, herkesyerine otursa… Bir maruzatım var; onu arz edeyim… (Gürültüler)
Arkadaşlarımdan rica ediyorum…
BAŞKAN – Efendim, lütfen, yerlerinize oturunuz.
Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri… Sayın Kahraman’ı dinledikten sonra, muhtemelen ara vereceğiz; ama, lütfen… Sayın Kahraman belki bize yardımcı olacak…
Buyurun.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Efendim… Sayın Köse, müsaade buyurursanız… İsmail Bey…
BAŞKAN – Efendim, lütfen, yerlerinize oturunuz.
Buyurun efendim.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tablo, şu heyecan, esasında, bütün Meclisimizin, millî konulardaki ortak görüşünü, millî ruh ve kültür sahibi olduğunu ifade ediyor. Sayın Köse’nin ısrarla üzerinde durduğu “Türkiyemizde Rus lobisi olmaz” sözü, “hükümetimiz millî konularda eksik kalmaz” sözü, bir millî heyecanın, hissin ifadesidir, takdire değerdir.
Sayın Abdüllatif Şener’in kendisi Çeçen asıllıdır ve içi yanmaktadır…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hepimiz Çeçeniz… Hepimiz Çeçeniz…
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Efendim, hepimiz Çeçeniz; ama, can var, canan var…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hepimiz Türküz…
İSMAİL KAHRAMAN (Erzurum) – İsmail Bey, müdahale etmeyin lütfen ve bu müdahalelerinizle, maalesef, durumu daha da sıkıntıya sokuyorsunuz…
BAŞKAN — Karşılıklı konuşmayalım efendim…
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Zannediyorum, yanlış ediyorsunuz. (MHP sıralarından gürültüler) Olmaz efendim… Müsaade edin ama… Deminden beri konuşuyorsunuz…
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım efendim…
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, kusura bakmayın, Genel Kurulda görüşmeler, konuşmalar, Genel Kurula hitaben yapılır, şahıslara yapılmaz; ona dikkat etmiyoruz, o da biraz tırmandırıyor heyecanı.
Abdüllatif Bey mevzuun çok yakından içerisinde; hani, ateş düştüğü yeri yakar misali… (MHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) Efendim, müsaade edin, ben demiyorum ki, siz ondan daha az hissiyat içerisindesiniz; ama, bir durumu değerlendirirken de, objektif bir bakış olsun istiyorum.
Şimdi, bütün dünyaya karşı bir imtihandır bu ve bir tavırdır bu. Meclis, çok güzel bir tavır sergiledi; hiçbir grupta farklı bir düşünce yok ve bir yanlış ifadenin, belki de -kendisi de ifade etti burada- meramı ifadedeki aşmanın bir durumu var.
Sayın Başkan, zatıâliniz müsaade buyurursanız, kısa bir ara verirseniz, biz, grup başkanvekilleri olarak bir araya gelelim ve bu millî bir konsensüsü -teamüldür genel görüşmelerden sonra- kaleme alalım. Zira “görüşmelere ihtiyaç yoktur” sözü yanlış anlaşılabilir ve bizi, iki ayrı görüşteymiş gibi, oylamada ters duruma düşürür. Bir metin kaleme alırız ve biz, bunu, beş grup başkanvekili hallederiz. Aramızda bir fark görmüyorum; çünkü, millî meselelerde tam bir bütünlük içindeyiz. Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Köse, buyurun efendim.
Lütfen, kısa…
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Efendim, sonu gelmez bunun.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Karşılıklı konuşmalarla nereye varılmak isteniyor?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ara verelim…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ara vereceğim; yalnız, birbirinizi anladıktan sonra ara vereyim istiyorum.
Buyurun.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sözünü geri alsın.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli Başkanım, çok teşekkür ediyorum; inşallah, sabrınızı taşırmıyorum.
BAŞKAN – Estağfurullah; buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Bunların hepsi uzlaşma içindir. Biz medenî insanlarız; ama, medenî olmamız, millî değerlerimize saldırmaya müsait değildir; bunu tekrarlıyorum (MHP sıralarından alkışlar) ve diyorum ki, bakın, Değerli Başkanım, zatıâlinizin de hassasiyeti olduğunu bildiğim için üzerinde ısrarla duruyorum; beraberce, aynı müessesede çalışan insan olarak söylüyorum…
Aynen ifadesi, gazeteciyi geçiyorum, kendisi tekrarlıyor, bastırarak vurguluyor beyefendi kendi tabiriyle. Türkiye Cumhuriyeti Devletine bu sözü söylemesini ben hazmedemiyorum, benim Grubum da hazmetmez bunu. Bakın, ifadesi şudur: “Devlet sistemi içerisinde âdeta bir Rus lobisi yapılmıştır, yerleşmiştir.” Yani, şimdi, bunları söyleyecek, gazetecinin sözünü söyleyecek ve hâlâ özür dilemeyecek.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli Başkanım, bunu masumane bir konuşma olarak kabul etmemiz mümkün değildir, bunu sürçülisan olarak da kabul etmemiz mümkün değildir. Sayın Başkanım, istirhamım, lütfen, çıksın, 65 milyonun devleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisine, yabancı unsurlara, yabancı devletlere, devletimizin veya milletimizin…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir dakika efendim. Sayın Köse sözünü tamamlasın.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – . . . menfaatları aleyhine herhangi bir lobi oluşmamıştır; buna hiç kimse müsaade etmemiştir; hiçbir şekilde de müsaade edilmeyecektir.
Arz ederim.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, ara verdikten sonra konuşalım.
BAŞKAN – Vereceğim… Vereceğim…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim, lütfen meseleyi çözücü beyanda bulunun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Evet, meseleyi çözücü bir beyanda bulunmak istiyorum…
BAŞKAN – Buyurun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, konuşmamı yapmak için kürsüye çıkmadan önce, iktidar partileri gruplarına bir ortak deklarasyon metni, taslağı sundum. Dedik ki, bu müzakerelerin sonunda bu ortak deklarasyonu yayınlayalım. Maalesef, MHP hariç -daha sonra Anavatan Partisi de aynı noktaya geldiler- özellikle DSP Grubu…
AYDIN TÜMEN (Ankara) – İki arkadaşımız içeride çalışıyordu Sayın Şener
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Demek ki, ben kürsüdeyken… Önce itirazları vardı ortak deklârasyona…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Konuşma özürlü bu adama söz vermeyin!
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Şimdi, kürsüdeyken bazı gelişmeler olmuş; ancak, sayın grup başkanvekillerinin, konuşmama hassasiyet göstermeleri, kendileri açısından abartılı bir durumdur, tutumdur. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Efendim, çözücü olmaya çalışın.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, tutanak elimizde… Sayın Köse, aynı tutumu…
BAŞKAN – Sayın Şener, eğer, çözüme yardım olmayacaksa konuşmayın lütfen… Çözüme yardımcı olmayacaksa konuşmayın; çözüme yardımcı olacaksa konuşun. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen… Bekliyorum…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, sayın grup başkanvekillerinin konuşmaları yardımcı mı oluyor?! İfadem açıktır; bakın, “âdeta” kelimesini iki kez vurgulamışım. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) “Âdeta” kelimesini iki kez vurgulamışım. Özenle seçilmiş kelimelerdir… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Özenle seçilmiş kelimelerdir… Söylediğim cümlelerde tavzih edilmesini gerektirecek bir durum yoktur; çünkü, “âdeta” demek, “vardır” demek değildir; “âdeta” dediğiniz zaman farklı bir şey kastedilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Peki Sayın Şener; teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, lafın uzamasında fayda yok.
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, “âdeta” kelimesinden sonra onu söylüyor!
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ara verin Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sükûnetinizi muhafaza edin lütfen… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, müsaade eder misiniz…
MUŞA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, oylayalım bitsin…
BAŞKAN – Efendim, oturun lütfen…
Sayın milletvekilleri, müsaade edin efendim.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, oylayalım bitsin…
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, konuya açıklık getirmek istiyorum efendim…
BAŞKAN – Müsaade edin efendim…
Şimdi, genel görüşme açılıp açılmamasını oylama noktasındayız. Böyle bir millî meselede genel görüşme açılmaması istikametinde oy kullanılması, hiçbirimizin içine sinmeyecektir. Aynı meseleyi Kıbrıs konusunda yaptık. Öngörüşmeyi yaptık, sonra bir deklarasyona bağladık. Aslında, orada da genel görüşme açılmamasına karar verilmişti; ama, bir deklarasyonla, genel görüşme açılmasından çok daha müessir, çok daha sonuç doğurucu bir metne ulaştığımızı düşünüyorum. Şimdi de, hep kalben birleştiğimiz, ana konularında ittifaktan asla ayrılmadığımız ve her türlü fedakârlık konusunda da birleştiğimiz bir ulvî davada şahısların söylediği kelimeler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ulaşacağı neticede bize engel teşkil etmemelidir. Her birimiz… (DSP sıralarından “sözünü geri alsın” sesleri, gürültüler)
Sayın milletvekilleri, farz edelim ki, bir milletvekilimiz sizin tasvip etmeyeceğiniz bir kelimeyi söyledi. Bu sebepten dolayı… (DSP sıralarından “söyleyen, grup başkanvekili” sesleri, gürültüler)
Bu sözden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisinde yanlış bir karar çıkmasını ister misiniz?! (DSP ve MHP sıralarından “sözünü geri alsın” sesleri, gürültüler)
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, Çeçen Halkına en büyük ihaneti, Sayın Grup Başkanvekili yapmıştır.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, 10 dakika ara verin.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ara verin Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim, ben ara vereceğim; ondan sonra da oylayacağım, eğer ortada bir metin yoksa…
MEHMET EMRAHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Halıcı, siz hiç konuşmadınız, siz buyurun.
MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, aslında, bu meselenin çözümü çok basit. Hepimizin hassas olduğu bu konuda, eğer, Grup Başkanvekili, kürsüye çıkar ve sözünü geri alırsa hiçbir sorun kalmayacak. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Grup Başkanvekili ne bir şeyi de hatırlatmak istiyorum. Kelimelerle âdeta oynayarak, deminki ifadesinde kullandığı “âdeta” kelimesinin bir yumuşatma ifadesi olduğunu bize vurgulamak istiyor. Ben, kendisine, aynen, deminki yaptığı davranışın ye sözlerin, Meclise karşı âdeta bir hıyanet içerisinde olduğunu söylersem, kabul eder mi?! (DSP ve MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ara vereceğim; tamam. Sayın milletvekilleri, kullanacağınız oyları, ulaşacağınız neticeyi, Türk dışpolitikasına olacak tesirlerini, Türk kamuoyuna olacak tesirlerini aceleye getirmemek için, görüşmelere…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Başkanım, affederseniz, zatıâliniz, bu hususta, görevinizi…
BAŞKAN – Efendim, ben ara vereyim, siz onları kendi aranızda konuşun. (Gürültüler)
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, izin verir misiniz…
Değerli Başkanım, bakın, diyorum ki, eğer, bu deklarasyonun yayınlanmasına yardımcı olacaksanız; sizin de bu hassasiyette olduğunuzu söylüyorum ve arkadaşımızın, sözünü geri almasını… (Gürültüler)
Değerli Başkanım…
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Aynı hassasiyeti taşıdığınızı bildiğim için ve bu davada, sizin, Meclis Başkanvekilliğinin dışında bir milletvekili olarak da bizimle birlikte olduğunuzu kabul ederek diyorum ki, arkadaşımız, bu sözünü geri almadığı müddetçe bu konsensüs teşekkül etmeyecektir. Bu, bizim şahsî meselemiz değildir; bu, bizim parti meselemiz değildir; bu, hepimizin meselesidir, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin meselesidir. Bu sözünü geri alması lazım. Teşekkür ederim.(MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
KADİR BOZKURT (Sinop) – Ara verin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz…
Sayın Şener, burada, aranan şudur: Devleti tenzih edip etmediğinizi belirtseniz, belki yetecek bu iş.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, oylayın! Meclisi oyalamayın!
KADİR BOZKURT (Sinop) – Ara verin Sayın Başkan.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen oturduğunuz yerden…Lütfen… (Gürültüler)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Niye ara vermiyorsunuz Sayın Başkan?!
BAŞKAN – Efendim, hem konuşsun diyorsunuz hem de dinlemiyorsunuz… Dinleyin efendim.
Konuşacak mısınız Sayın Şener?
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, ara vereceğim dediniz, vermiyorsunuz.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Niye ara vermiyorsunuz Sayın Başkan?!
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, söylediklerim, bir köşe yazarından alınmıştır. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Ve de, hükümet, iktidar, bu cümleyi tekzip etmemiştir, tekzibini talep etmemiştir. Bir köşe yazarından, bir aydır bu cümleyi tekzip etmeyenlerin, burada… (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Peki, anlaşıldı… Anlaşıldı…(DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri…(DSP ve MHP sıralarından “sözünü geri alsın” sesleri)
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Oylansın.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biz, burada, Sayın Şener’in sözlerinin tasvip edilip edilmediğini oylamayacağız. Biz burada Çeçenistan’la ilgili bir görüşmeyi oylayacağız; Sayın Şener’in sözlerini ister tasvip edersiniz, ister etmezsiniz…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Fazilet Partisinin zihniyeti o yönde. (Gürültüler)
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Saym Başkan, deminki tasarrufunuz doğruydu; 10 dakika ara verirseniz, arkadaşlarımız aralarında konuşurlar… (MHP sıralarından “Sözünü geri alsın” sesleri) Tamam işte, onun için bir 10 dakika ara verelim diyorum.
BAŞKAN – Ara vermiyorum, lütfen. (Gürültüler)
Zeki Bey, siz ne diyorsunuz?..
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim, Zeki Bey, iki saattir söz istiyor; müsaade ederseniz, konuşsun.
Buyurun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; bütün siyasî partilerin grup başkanvekillerinden, milletvekillerimizi yerlerine oturtmalarım, hassaten, rica ediyorum. Bu meseleye de, bu Meclis her meseleye çözüm bulduğu gibi bulacaktır; ama, Meclisin ve devletin manevî şahsiyetiyle ilgili olarak, bu Mecliste de hiçbir karar, bu milletvekilleri tarafından kabul edilemez; açık söylüyorum. Dolayısıyla, biraz önce, Fazilet Partisi Grup Başkanvekili bu konuyla ilgili olarak meselesini ortaya koyarken, belki istemeden, Meclisin ve… (Gürültüler)
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, Meclisi yönetin!.. Ya oylayın, ya da ara verin!
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, herkes ayakta, böyle görüşme olmaz..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – …Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hak etmediği bir cümle kullanmıştır; bunu geriye almak mecburiyetindedir. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, gayet güzel» Çeçcnistan’la ilgili Rusya’nın yapmış olduğu uygulamalarla ilgili meseleleri gündeme getiren Fazilet Partisi Grup Başkanvekili sayın arkadaşıma sesleniyorum ve özellikle de kendisinden rica ediyorum; bu Meclisin konsensüsünü bozmadan, Meclisin tümünün, müşterek konsensüste, müşterek bir bildiride mutabakat sağlanarak, Meclisin topyekûn hareket etmesinde ülkemizin ve Çeçenistan’ın menfaati vardır. Dolayısıyla, bu cümleyi kürsüden geri almasını, hassaten, kendisinden rica ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Ercan…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hayır, Sayın Ercan konuşsun.
Buyurun. (Gürültüler)
Efendim, lütfen yerinize oturun… Sayın milletvekilleri, lütfen yerinize oturun…
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Efendim, arkadaşlar yerine oturmadan sizi anlamaları mümkün olmaz.(Gürültüler)
Sayın milletvekilleri…
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Bir dakika efendim, Sayın Ercan’a söz verdim.
Sayın milletvekilleri, lütfen yerinize oturun… Sayın milletvekilleri, yerinize oturmazsanız birleşime ara vermek zorunda kalacağım… Lütfen yerinize oturun…(Gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – 5 dakika ara verin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerinize oturun…(Gürültüler)
Sayın milletvekilleri, lütfen sükûnetinizi muhafaza edin…
Sayın Ercan, müsaade ederseniz bir şey söylemek istiyorum.
Bu mesele, Meclise bu kadar mal olmuş olmasa, benim için oylamayı yapıp bitirmekten çok kolay hiçbir şey yoktur, bir anda oylamayı yaparım ve biter; ama, Meclise mal olmuş bir meselede yanlış bir karar almayalım istiyorum.
KADİR BOZKURT (Sinop) – Sayın Başkan, nasıl konuşuyorsunuz böyle!.. Meclis, yanlış karar alır mı?!
BAŞKAN – Sayın Ercan, buyurun efendim.
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkanım, Çeçenistan’la ilgili genel görüşme önergesinin öngörüşmelerini yaptık, tamamladık. Çok önemli bir konuyu Genel Kurul görüştü. Bu konu, şahsî mesele haline getirilemez, hiç kimsenin de hakkı yok. Bu, bir grubun meselesi değil; bu, bir milletvekilinin, şahsen, ona münhasır bir konu da değil.
ULAŞTIRMA BAKANI ENİS ÖKSÜZ (İçel) – Grubu sahip çıkıyor… Özür dilemesi lazım.
KADİR BOZKURT (Sinop) – Bakansın, otur! (MHP sıralarından gürültüler)
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi ve sorumluluğu altında. Öyle görüyorum ki, burada, bazı milletvekili arkadaşlarımız, karşılıklı bir pazarlık konusu içindeler. (MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) Herkes nefsini aşsın… Falanca sözcü böyle söyledi… Söyledi, söylemedi tartışmasını geride bırakalım. Milletimiz, televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımız, bizden, şimdi ortak bir kararlılık bekliyor. Sayın Başkan, sizin de, Meclisi yöneten olarak iki seçeneğiniz var: Ya ara vereceksiniz, gruplar kendi aralarında görüşecek ya da genel görüşmenin öngörüşmeleri tamamlandığına göre, oylama yapmak zorundasınız. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından gürültüler) Bir görelim, oylama yapılsın da renginizi bir görelim, herkesin bir rengini görelim beraberce, herkesin bir rengini görelim… (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, ben, bu kürsüye çıkarım, bu Mecliste, hangi grupların neyi istismar ettiklerini bir bir tadat ederim burada. (Gürültüler) Dolayısıyla, bunları geride bırakalım. Eğer, ortak bir tavır sergilenecekse, milletin de bizden beklediği budur.
Sayın Başkan, sizin de, tekrar ediyorum… (Gürültüler)
Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz… (Gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun. (Gürültüler)
MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) – Özür dilesin! Çıksın, özür dilesin! Tabiî, özür dileyecekse.
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, ya ara vereceksiniz ya da oylayacaksınız; başka bir seçeneğiniz yok.
MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) – Millî mesele… Türkiye Büyük Millet Meclisinin meselesidir…
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, 10 dakika ara verin.
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun lütfen.
Sayın Şener, herhangi bir şey söylemek ihtiyacında mısınız?
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Hayır.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, saat 23.30’a kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 23.18
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
BAŞKAN – Genel görüşme önergesinin öngörüşmeleri tamamlanmıştır. Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. (MHP sıralarından gürültüler)
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Ne Oyluyorsun; oylama falan yok! Ya özür dileyecek…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin başının tacıdır; onun üzerinde en ufak bir tartışma bile açmayız. Herkesin sözü kendisine aittir. (MHP sıralarından gürültüler)
ABDÜLKADİR AKÇAN (Afyon) – Olur mu öyle şey canım!.
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz… Müsaade eder misiniz.,.(MHP sıralarından gürültüler)
Müsaade edin efendim…
Ben, sizin hissiyatımza tercüman olarak, Sayın Şener’e soruyorum; söyleyeceği herhangi bir şey var mı?.. Yok.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, oylamaya geç.
BAŞKAN – Efendim, lafı uzatmak yanlıştır. Oylamaya geçtik; oylayacağız.
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Oylayamazsın böyle bir şeyi!..
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun İsmail Bey, bir şey mi diyeceksiniz?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, 63 üncü madde gereğince, usul hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Köse, zannediyorum, uygulamam konusunda usul hakkında söz istiyor.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Çok kısa olmak üzere, usul hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN – Hay hay efendim; usul hakkında her söz her şeye tekaddüm eder.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, niye söz verdiniz?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bakın, bu ay ramazan ayı.
(FP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Dinleyelim efendim… Lütfen oturalım…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bugün, Cenabı Peygamberimizin “haram ayları” dediği, kâfirlerle dahi savaş yapılmayacağı şeklinde men koyduğu ve hepimizin saygı duyduğu… Hepimiz de bu mübarek aya saygı duyan insanlarız. Bir hususu hatırlatmak istiyorum; bakın, bayrağın olmadığı yerde ibadet yapamıyor Çeçen kardeşlerimiz, devletin olmadığı yerde ibadet yapamıyor Çeçen kardeşlerimiz; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devleti var, bayrağımız var ve ibadetimizi yapıyoruz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı…
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Usul bu mu Sayın Başkan?
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaadenizle… Sayın Abdüllatif Şener, ne sürçülisan ettiğini ne de yanlış bir kelime kullandığını hiçbir şekilde ifade etmiyor; tekrar vurguluyor ve devam ediyor; “Rus lobisi yerleşmiştir, bunu açıkça ifade ediyorum.” Geçiyorum.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Baştan oku!..
İSMAİL KÖSE (Devamla) – “Bu lobi hükümeti yanlış yönlendirmektedir.” Yani, devletin içerisinde bir lobi var, Rus lobisi var, Rus etnik yapısından bir lobi var ve bu lobi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini de yönlendiriyor diyor. “Bu lobinin ayakları nerelere kadar uzanıyorsa, en kısa zamanda tespit edilmelidir. Türkiye’nin menfaatları bu lobinin yönlendirmelerine kurban edilmemelidir.”
Değerli arkadaşlarım, bakın, kendisinin içerisinde bulunduğu haleti nahiyesini konuşmasına intikal ettirmiş, burada zabıtlara geçmiş ve tekrar devam ediyor: “Geçen yüzyılda, koyu Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa adlı bir sadrazam vardı.
Değerli arkadaşlarım, anlaşılan odur ki, Cumhuriyet döneminde, Mahmut Nedim Paşaların sayısı artmışa benziyor.(DYP sıralarından alkışlar)”
Evet “DYP sıralarından alkışlar”.
ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Bunda ne var?
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Şimdi, bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Burada, kardeşiz, duygularımız bir yere kilitlendi, bir yere konsantre olduk. Bu konsantrasyonumuzu bozmak için bir dinamit konuluyor. Kim bu dinamiti koyan; Çeçen olduğunu iddia eden ve Çeçen haklarını savunma heyecanını gösterme durumundaki olan…(MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içerisinde, gayri resmî, illegal veya bizim milletimizin herhangi bir unsurundan olmayan hiç kimse yoktur, hele devlet görevlisi olarak hiç kimse olamaz.
Dolayısıyla, bunu bir inat meselesi yapma Sayın Şener…Sayın Şener, ben, size sesleniyorum; bunu, bir inat meselesi yapma…(FP sıralarından “Usul bu mu?” sesleri, gürültüler) (MHP ve FP milletvekillerinin birbirleri üzerine yürümeleri)
BAŞKAN – Yerinize oturun efendim, yerinize…
Sayın Sobacı, lütfen…
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Efendim, zatıâliniz, biraz sükûnete davet edecek yerde, dinamiti siz koyuyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerinize oturun efendim…
Sayın milletvekilleri, yerinize oturmazsanız ara vereceğim…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın milletvekilleri…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, yerinize oturun; yoksa, ara vereceğim.
(MHP ve FP sıralarından gürültüler)
İdare amirleri, lütfen göreve…
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, böyle usul konuşması olmaz; kapatacaksınız ya da ara vereceksiniz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Yerinize oturun efendim, yerinize oturun… (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
MURAT AKIN (Aksaray) – Ara ver Başkan… Ara ver…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Hayır, ne arası kardeşim?! Ne arası veriyor?! Konuşma yapıyoruz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İdare amirleri Sayın Başkan… İdare amirleri…
BAŞKAN – Söylüyorum efendim, idare amirleri görev başına diyorum.
Efendim, yerinize oturun lütfen… (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İsmail Bey yatıştırmaya çalışın .
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Toparlayacağım; ama, otursunlar…
BAŞKAN – Yerinize oturun!.. Yerinize oturun!..
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Tahrik etmeyin.
İSMAİL.KÖSE (Devamla) – Tamam kardeşim, ben söylüyorum; ben tahrik etmiyorum. (FP ve ANAP sıralarından “Sayın Başkan bitirin” sesleri, gürültüler)
Hayır, niye bitiriyor kardeşim, niye bitiriyor?! Gel, özür dile!
MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Başkanım, kapatın; hepimiz ayağa kalktık…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkanım… Sayın Başkanım, bir saniye… Bitireceğim.
BAŞKAN – Hayır kapatacağım…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Hayır, bir saniyenizi istirham ediyorum, bitireceğim.
BAŞKAN – Dinleyen yok ki… (Gürültüler)
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bakın, geçti arkadaşlarımız.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İsmail Bey konuşmayın.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Hayır bir şey olmaz…
Değerli milletvekilleri… Değerli milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, lütfen oturur musunuz… (Gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun lütfen.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, söylediklerimi lütfen takip etmenizi istirham ediyorum. Sayın milletvekilleri, bakın, bir söz söylüyoruz; burada…
VEYSEL CANDAN (Konya) – Başkanım, kapatın…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Değerli Başkanım… Bakın, tekrar istirham ediyorum Sayın Başkanım…
(Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Köse, bir dakika müsaade eder misiniz.
Değerli arkadaşlar, yerinize oturmazsanız ara vereceğim; ancak, ara vermekle bir yere varılmıyor. Yerinize oturun, sayın hatibi dinleyin lütfen…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Değerli Başkanım…
BAŞKAN – Sayın Köse, siz de lütfen yalnız usul hakkında…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bakın efendim, usul hakkında söylüyorum…
VEYSEL CANDAN (Konya) – Neresi usul hakkında bu konuşmanın?!
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun lütfen…
VEYSEL CANDAN (Konya) – Neresi usul hakkında?!
BAŞKAN – Biraz sabırlı olalım efendim, bunu bitirmek zorundayız.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Rahatsız mı oldun Sayın Candan, rahatsız mı oldun?!
VEYSEL CANDAN (Konya) – Hakaret ediyorsun, usul hakkında konuşma mı bu?! (MHP sıralarından gürültüler)
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Rahatsız mı oldun?! (FP sıralarından gürültüler “ne rahatsızlığı” sesleri)
VEYSEL CANDAN (Konya) – Tahrik etme ya…
SAFFET ARIICAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Köse, lütfen…Tahrik etme…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri… (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Yeter artık Sayın Başkan… (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun lütfen… Yerinize oturun…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkanım, işte, benim aylardan bu yana söylediğim, aylardan bu yana üzerine titrediğim konu buydu. (MHP ve FP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun lütfen…
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bu güzel havayı bozmamak ve bu verimli çalışmaları engellememek için, sabretmenin çok önemli bir faktör olduğunu her zaman söyledik. Lütfen, konuşmalarımıza dikkat edelim, lütfen birbirimizi tahrik etmeyelim. Hassasiyetlerimiz vardır, hepimizin hassasiyeti vardır. Burada, Türkiye Cumhuriyeti Devletini mukaddes kabul etmeyen herhangi bir insanın olduğunu da kabul etmiyorum; ama, bir söz sarf edilmiştir. Bu sözün geri alınması gerekiyor. Bu söz, benim şahsî meselem değil, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun da meselesi değil. Bu söz, üç siyasî partiden müteşekkil hükümete yukarıdan aşağıya büyük bir hakaret içeriyor. Ben, hükümetin adına konuşmuyorum, öyle bir usul de yok; ama, ben, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sadık bir vatandaşıyım. Bu vatandaşlık görevimi de bir manada yerine getiriyorum ve zatıâlinizin üstün devlet görevi yaptığınızı… Aynı müessesede beraberce olduğumuz ve aynı istikamette duyguları paylastiğimiz için, sizin adınıza üzülüyorum Sayın Başkanım. Siz, olayı çok basite indirgemek suretiyle “efendim olmuştur böyle bir şey, deklarasyonu yayınlayalım, önemli olan, oylama yaparsak sıkıntıya gelirsiniz” şekliyle, iktidar partisini -bir tehdit olarak kullanmak suretiyle önergeyi- böyle yönlendirmeye gitmediğinize de eminim. Sizin de, iyi niyetle, buradan bir netice almak düşüncesinde olduğunuzu biliyorum; ancak bir şeyi daha biliyorum: Bu zabıtlarda, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Rus lobisiyle donanmış olduğunu ve Rusya’nın lehine çalışmış olduğunu söylemek, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak sizin… Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir parçasısınız. Bakın, üç tane müessesemiz var; idare, yürütme ve yasama.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Nasıl usul bu?!
MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Sus be kardeşim!
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Yasama, devletin bir parçası. Sayın Başkanım, eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti Rus lobisiyle suçlanırsa, Türkiye Büyük Millet Meclisinde de onun uzantıları var demektir. Anayasaya göre…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Uzantısı orada.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Evet… Onun için, biz, üç grup olarak, bunu kökünden reddediyoruz. Bu cümlenin, ister tevil yoluyla, ister maksadını aşmak suretiyle, hangi manada kullandıysa, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bu töhmetten elbirliğiyle kurtarmamız lazım. Hani, yine de anlayacağınız dilden hep beraberce söylüyorum: İnelleha meaz sabrin: Allah sabredenlerle beraberdir. Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan…
ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz efendim, gruptan konuşuldu.
Şimdi, ben size 102 nci maddeyi açıklamak zorundayım… Şimdi, geldiğimiz noktada, genel görüşme açılıp açılmamasını oylamak zorundayım. (MHP sıralarından gürültüler) Bir dakika, sözümü dinleyin…Sözümü dinleyin… Oylanmasını istemiyorsanız, onu da anlayışla karşılarım. Zaten bir saatten beri sabır gösteriyorum; içinizde belki en soğukkanlı benim. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)
SAĞLIK BAKANI’OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Yönetiminiz tarafsız değil, biz de sabır gösteriyoruz…
BAŞKAN – Bakın arkadaşlar…
SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Tarafsızlığınızı yitirdiniz, biz sabır gösteriyoruz. Lütfen… Oylayacağım diye tehdit ediyorsunuz. Biz sabır gösteriyoruz; tarafsızlığınızı yitiriyorsunuz.
BAŞKAN – Hayır. 102 nci madde oylanmasını amir. Ben, İsmail Beyin söz istemesinden, usul hakkında bize yol göstermesini bekliyordum.
EDİP ÖZGENÇ (İçel) – Sizin göreviniz, özür dilemesini sağlamaktır efendim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Şimdi…
EDİP ÖZGENÇ (İçel) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsına karşı yöneltilmiş bir hakaret vardır.Özür dilemesini sizin sağlamanız gerekir.
BAŞKAN – Sayın milletvekili, defaatle, kendisine söz verdim; özür dilemedi. (DSP ve MHP sıralarından “o zaman, dışarı çıkar” sesleri; FP sıralarından gürültüler)
Affedersiniz… Affedersiniz… Özür dilemesini gerektirecek bir şekilde olmadığını açıkladı.
Şimdi… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Nasıl olmadı?!.
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz efendim.
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Dışarı çıkarılması gerekiyor.
BAŞKAN – Müsaade edin efendim.
ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Ömer Bey söz istiyor; belki, bize yol gösterecek bir şey söyleyecektir.
YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Bilmiyorsanız işi, bilenler gelsin. Bu kadar basit efendim. Bu saate kadar sizi dinliyoruz.
BAŞKAN – Hanımefendi, müsaade edin.
Sayın İzgi, mikrofonunuz açıldı; buyurun, konuşun.
ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Başkan, ben, bu olaylara neden olan konuşma sırasında, deklarasyon hazırlığı için salonun dışındaydım. O bakımdan, o zamanki konuşmaları kulağımla duyup, gözümle görmedim; ancak, şimdi gelen zabıtları incelediğimde, daha, konuşmacı Sayın Şener, “Türk Devleti” adından bahsedip, içine de “Rus lobisi”ni soktuğu zaman, zatıâlinizin, İçtüzüğün 66 ncı maddesi gereğince, derhal, sözünü kesmeniz gerekirdi. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Ayrıca, ikazlarınıza rağmen aynı konuşmaya devam ederlerse, salondan çıkarılmaya kadar ceza vermeniz gerekeceğini de sizler biliyorsunuz. Şimdi, bu durumda, mademki, konuşması sırasında, Başkanlık Divanı olarak gereğini yerine getirmediniz, şu anda getirmenize İçtüzükte bir engel yok; yani, sayın konuşmacıyı kürsüye davet ederek, konuşmasının tevil yoluyla, tavzih yoluyla, kendisinin bizlerin anladığının dışında konuşma yaptığını söylemesi yeterli olabilir; ancak, buna rağmen, eğer, sayın konuşmacı “ben, sözümü geri almıyorum, sözümün yanlış anlaşılması yönünde de herhangi bir ikrarda bulunmam” derse, o zaman “söylemedim” demesi de işe yaramayacak, o sözü söylemiş durumuna düşecektir. İşte, ondan sonra, bu Genel Kurul gereğini yapar. Şimdi, ben, sizleri göreve davet ediyorum. Lütfen, konuşmacıyı çağırın ve Türk Devletinde Rus lobisinin varlığını söyleyip söylemediğini, o anlama gelecek bir ifadeyi kullanıp kullanmadığını açıklasın ve Genel Kurulumuz tatmin olsun efendim.
Teşekkür ederim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz…
BAŞKAN – Buyurun Bülent Bey.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Yerimden mi?..
BAŞKAN – Yerinizden lütfen.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Efendim, yerinizden…
ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, o kadar mesele var; çıksın kürsüden izah etsin, sakin sakin konuşsun; usul tartışması açtınız…
BAŞKAN – Evet, buyurun efendim.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kuzey Kafkasya ve Çeçenistan olaylarıyla ilgili genel görüşme açılıp açılmamasına ait öngörüşme yapıldı. Bütün grupların değerli temsilcileri önemli konulara temas ettiler ve gerçekten faydalı bir görüşme oldu. Grup sözcümüz ve bu önergenin ilk imza sahibi Sayın Şener, konuşmasını 30 dakika olarak yaptı; 20 dakikası Grubumuz adınadır, 10 dakikası şahsı; yani, imza sahibi adınadır. Yarım saatlik konuşmanın bütünü incelendiği takdirde, bu konudaki hassasiyetinin hangi boyutlarda olduğu açıkça görülür. Yıllarca hukukçuluk yaptık… (DSP sıralarından “oo!” sesleri) Lütfen, istihza etmeyin… Bakın, gece saat 12.00’yi geçti ve üzüntü duyan bir arkadaşınız olarak konuşuyorum.
Bir konuşmada yanlışlık olup olmadığı, bir kitapta suç işlenip işlenmediği, bir cümleden, bir sayfadan hareket edilerek bulunmaz; bütününe bakılır, ne amaçlandığı anlaşılır. (MHP sıralarından gürültüler)
Müsaade eder misiniz arkadaşlar…
BAŞKAN – Efendim, dinleyelim lütfen.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) –– Sayın Başkan, itiraz edilen noktaya da geleceğim. Sayın Şener, bu konuşmada, bir hususun üzerinde durdu; hiç tepki almadı. Hatta, şu anda en çok tepkiyi gösteren partimizin üyeleri bile “çok doğru” dediler, tasdik ettiler. O da şuydu: Bugün, Türkiye’nin dışpolitikasıyla ilgili bir konu görüşülüyor, Sayın Dışişleri Bakanı ve Kafkaslarla ilgili bakanlığın bürokratları, bu toplantıya katılmadılar. Bu, gerçekten dikkat çekici bir olaydı; ama, bunu herkes kabul etti, uygun gördü ve makul gördü, bu konuda bir itiraz olmadı.
İkincisi, Sayın Başbakana atfedilen ve gerçekten, televizyonda da söylendiği zaman hepimizin işittiği “Çeçenistan’ı, Rusya’nın bir iç meselesi olarak görme” ifadesi konuşuldu, bunda da tepki olmadı; çünkü, bu da bir gerçekti. Rusya’ya niçin gittiği soruldu; bunun da zamansız ve yersiz olduğu ifade edildi. Bu konuda da, sanıyorum, sükûtla takip edilen bir konuşma oldu. (DSP sıralarından gürültüler)
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sonuca gel…
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkanım, bir konuya gelindi ki, orada tepki oldu. Sayın Köse, DSP’li sayın arkadaşlarımız ve hemen hemen herkes, bu konuda bir yanlış anlaşılma olduğunu düşündü. (DSP sıralarından “düzeltsin o zaman” sesleri) Siz, doğru anlamış olabilirsiniz; ama, Anayasanın 83 üncü maddesi Türkiye Büyük MilletJMeclisi üyelerine kürsü masuniyeti veriyor ve konuşmasında eğer yanlışlık varsa, Sayın İzgi’nin ifade ettiği gibi, bir konuda, Sayın Başkan görevini yapıyor. Burada itiraz edilen söz -zabıtlara baktığımız zaman- şudur: Rusya ve Çeçenistan olayları birlikte incelendiğinde, Türk dışpolitikasının ve Sayın Başbakanın Rusya ziyaretinin niçin zamansız olduğu köşe yazarlarınca ortaya konuldu, denildi ki “Rusya’da Türk müteahhitlerin büyük ölçekte işleri var. Rusya, kuvvetli bir sınırdaşımızdır, ülkemize yakındır, Türkiye üzerinde emelleri vardır. Rusya’yla ilişkilerin iyi olmasında, Türk dışpolitikası adına faydalar umulmaktadır.” Bu köşe yazarlarından bir kısmı, işi biraz daha ileri götürdüler, tahlil ettiler. Bunlardan birisi de, Sabah Gazetesinin yazarlarından Sayın Cengiz Çandar’dır; köşesine aldığı bir yazısında “acaba, Türkiye’de bir Rus lobisi mi var” diye bir köşe yazısı yazdı. Eğer, tutanağa bakılırsa -lütfen, sabrınızı istirham ediyorum- Sayın Şener’in ifadesi şudur: “Bir gazetenin yazarlarından birisi Türkiye devlet sistemi içerisinde âdeta bir Rus lobisi mi vardır” gibi bir cümleyi konuştu. Bir defa şuna dikkat etmemiz lazım…
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, dahası var, devamı var…
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Efendim, takdir sizlerin. Şimdi, ben, duyguların ve hislerin iyice ayağa kalktığı, akıl ve mantığın biraz uzaklara kaçtığı bir zamanda konuşuyorum; ama, burada, hakikaten hepimiz birer Çeçeniz; kimse bunu kendisine bir mazhariyet gibi görmesin. Hepimiz birer Çeçeniz. Nasıl Bosna-Hersekli gibi olduysak, nasıl Kosovalı olduysak, nasıl zulme uğradığı zaman Filistinli olduysak, bugün de, burada, hepimiz birer Çeçeniz. Dindaşlarımızın, zulme uğrayanların, mağdur olanların haklarını müdafaa etmek için buradayız; onların meselelerine kardeşliğimizi göstermek için buradayız. Bu, sadece Sayın Şener’in vazifesi değil, hepimizin vazifesidir, hepimizin görevidir. Burada itiraz edilen sözün, bir gazetede çıkan köşe yazısından hareketle yazara ait bir görüş olduğunu Sayın Şener konuşmasında ifade ediyor.
İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Adana) – Ne alakası var?!
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Bunu “âdeta” kelimesi olarak da söylüyor. Türkiye’de birkısım ihalelerin alınmasında Fransız lobilerinin, İngiliz lobilerinin, Amerikan işadamlarının etkisi olduğu söylense, bir zamanların siyasî düşünceleriyle şimdi birbirlerine çok yakın gibi duran iki siyasî partinin temsilcilerinin birbirlerine bağırıp çağırmaları sırasında konuştukları ifadeleri burada konuşmaya kalksak, sanırım birbirimize selam verecek halimiz olmaz. Burada konuşulan, bir köşe yazısında, birisinin Türkiye’de Rus menfaatlarını koruyan bir lobi olup olmadığı konusudur. Ben, sizin hassasiyetinizi şu noktada kabul ediyorum. Her Türk milliyetçisi, Türk devleti içerisinde Rus lobisi olmaması gerektiğine inanır; bunun sahipleri varsa, bunları da cımbızla ortaya çıkarır ve haklarını görür. Eğer, bu konuyu söylüyorsak, bunda aramızda hiçbir fark yok; ama, Sayın Şener’in bir tek cümlesini 30 dakikalık konuşmanın içerisinden alıp, bunu bir siyasî rant haline getirmeyi, inanıyorum ki, hiçbirimiz aklımızdan geçirmiyor; ama, lütfen hislerimizi değil, şu mukaddes davanın, şu mazlum milletin derdine nasıl çare olabileceksek… Her şey söylendi. Ben kendi adıma -konuşulanlar, söylenenler, burada ortaya dökülen gerçekler adına değil, ama- bütün arkadaşlarımdan gecenin saat 00.30’unda, 550 milletvekilinin birbirini sevmesi ve bir millî davada millî bir takım gibi görünmesi gayreti içerisinde olmasına inanıyorum ve bu konuda bütün partilerin üzerlerine düşecekleri yapacaklarına inanıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müsaade eder misiniz efendim…
Şimdi, geldiğimiz noktadan ileri gidebilmemiz için 102 nci maddenin gereğini yapmama telkinini sizden aldım; yani, diyorsunuz ki “oylama sıkıntı getirir.”
MEHMET TELEK (Afyon) – Hayır!
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Görevinizi yapın Başkanım.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Şartlı uygulamayın.
BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz…
Şimdi, bu saatten sonra biz iki kanun daha görüşeceğiz. İki kanun daha görüşecek zamanımız da olduğunu zannetmiyorum. İkincisi, aklıselim ve en doğru kararın verilebilmesi için, belki biraz zamana ihtiyacımız var.
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sayın Başkan, oylayalım.
BAŞKAN – Bakın, şimdi, bunu oylamayı bir sayın üyemiz tehdit olarak kabul etti. Şimdi, tehdit olarak kabul edilmiş bir olayı, benim gündeme getirmem yanlış olabilir; hakikaten yanlış olabilir.
Şimdi, İçtüzük, oylama yapmadan, daha ileri gitmeme mani. Anlatabiliyor muyum derdimi… O zaman iki şeyden birini yapacağım. Bakın…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sayın Başkan, görevinizi yapın.
BAŞKAN – Efendim, beni dinleyin lütfen… Efendim, beni dinleyin lütfen…
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Lütfen İçtüzüğü ifa edin… Lütfen şartlı konuşmayın…
BAŞKAN – İçtüzük…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sayın Başkan, davet etmek bu kadar zor mu geliyor size; davet edin bakalım arkadaşı…
BAŞKAN – Hayır, davet ettim. İçtüzük, şu aşamada oylama yapmamızı istiyor…
AHMET GÜZEL (İstanbul) – O zaman, gereğini yapalım.
BAŞKAN – …ama, oylamaya karşı, oylamanın getireceği sonuçların, sonra, gayri kabili telafi bir noktada, birbirimizi üzecek noktada olmamamız lazım. Onun için, ben, müsaade ederseniz, toplantıyı kapatmayı düşünüyorum. (DSP ve MHP sıralarından “hayır” sesleri; FP sıralarından “kapatalım” sesleri.) Efendim, yarına kadar bir zaman kazanırız. (DSP ve MHP sıralarından “hayır, hayır” sesleri; FP ve DYP sıralarından “oylayın” sesleri)
MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Oylayın efendim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, her konuşmada tansiyon yükseliyor. Her konuşmada birbirinizi kıracak hareketlerde bulunuyorsunuz. Buradan, benim size… Bu toplantının devamı süresince birbirinizi daha fazla kırmanızı arzu etmiyorum.
HASAN ÖZGÖBEK (Uşak) – Sayın Başkan, Sayın Şener, böyle bir şeyi kastetmediyse buraya çıksın, desin ki…
BAŞKAN – Efendim, kastetmediği, kastettiği kendisini alakadar eder. Ben onu söyledim…
(DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, görevini tam yap!
BAŞKAN – Hayır efendim…
AKİF SERİN (İçel) – Taraf tutmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ben onu zorla, herhangi bir harekete… Hiçbir sayın milletvekilini…
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Davet et! Davet et!
BAŞKAN – Davet ettim efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, İçtüzükte, Genel Kurulun…
EDİP ÖZGENÇ (İçel) – Sayın Başkan, bir şey söyleyebilir miyim?
BAŞKAN – Efendim, lütfen soğukkanlı olur musunuz? Lütfen… Bakın çok sıkıntılı bir durum var.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN – Evet efendim, buyurun.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli Başkanım, bu Meclis çalışmak için bugün Danışma Kurulunu topladı. Danışma Kurulu kararını Meclisimiz onayladı. Bir tek cümle için, bu Meclis, çalışmalarına ara veremez. Tekrarlıyorum, zatıâlinizin, İçtüzüğün 102 nci maddesi de o manada değildir; özür diliyorum. Ben, tekrar, zatıâlinize, İçtüzüğün değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletine duyduğunuz hassasiyeti hatırlatmak istiyorum ve diyorum ki, bir tek cümle için bakın bu kadar zamanımızı alan bu arkadaşımızın ve kaldı ki, önerge sahibi, kaldı ki, kendi davasına katkıda bulunma düşüncesinde olan bir insan. Tekrarlıyorum, yani, eğer iyiniyetle verilmişse bu önerge, bu sözü geri almak, kendi onurunu kırsa dahi -ki kırmayacaktır- hatadan dönmek fazilettir -partisinin ismini de hatırlatıyorum- dolayısıyla, gelip “ben, böyle birşey söyleyemem; ben, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, benim devletimin içerisinde Rus ajanı, Rus lobisi olmaz” dememek için direnmesini, tekrar hatırlatıyorum Değerli Başkanım.
İki, oylamayı, kabul edenler, etmeyenler şeklinde değil, Danışma Kurulunda da bir mutabakat sağlanmıştır, konuşmalar yerini bulmuştur, maksat hâsıl olmuştur, genel görüşme açılmasına da lüzum kalmamıştır şekliyle, öylece kapatıp (FP sıralarından “hayır, hayır” sesleri) gündemin ikinci kısmındaki kanunlar kısmına geçebiliriz. Aksi takdirde -bakın tekrarlıyorum- oylamayı, kabul edenler, etmeyenler şeklinde yapmak değil…
Zatıâlinizin şu anda içerisinde bulunduğu konum itibariyle arz ediyorum Değerli Başkanım, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir parçası ve bu parçanın başında olan bir insan olarak söylüyorum, tekrar istirham ediyorum, bizim, Sayın Şener’le şahsî bir davamız yok; biz, burada, yıllardan bu yana kardeşçe, omuz omza, beraberce hareket ettik ve bir davanın beraberce, omuz omza savunucusuyuz, inançlarımızın savunucusuyuz, milliyetimizin savunucusuyuz. Kendisinden daha fazla heyecan duymamızın dolayısıyla burada bu meseleyi uzatıyoruz. Onun için, ben, değerli kardeşimizden istirham ediyorum, lütfen, bu mübarek gecede, gelsin kardeşimiz desin ki “bir yanlış anlaşılma vardır.” Düzeltsin şunu, bitirelim şu işi kardeşim. Arkasındaki arkadaşlarımız da, tahrik etmesin. Bakanlık yapmış, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etmiş; başkasından akıl almaya da ihtiyacı yoktur, kendi iradesiyle kendi kararım verme noktasındadır.
Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz…
AHMET İYÎMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, işlem yapın, konuşmayın. Kapatacaksanız kapatın, oylayacaksanız oylayın; kürsünün hakkını verin.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, öngörüşmeyle ilgili müzakereler bitmiştir. Müsaade ederseniz…
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Ne müsaadesi… Gerekeni yapın.
BAŞKAN – Efendim, bana da müsaade edin lütfen…
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Gerekeni yapın…
BAŞKAN – Müsaade ederseniz, Sayın Şener’in kendisine soruyorum. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Siz, bir teklifte bulundunuz… Konuşmayı arzu edip etmediğini soruyorum… (DSP ve MHP sıralarından gürültüler) Efendim, kendisine soruyorum. Konuşmayı arzu ediyor musunuz?
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Şener…
BAŞKAN – Efendim, bir şekilde bunu çözelim istiyorum. Çalışmaya devam edebilmemiz, geldi, sizin bir parça suhulet göstermenize bağlandı.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, yerimden bir iki cümle söyleyebilirim.
BAŞKAN – Bunu, arkadaşlarımızı…
Şimdi, lütfen… Ama, yeni bir tartışmaya sebebiyet vermeyelim. Lütfen, şu… Bakın, nasıl oylayacağımı da söyleyeyim: Kıbrıs’ta yaptığımız gibi oylayacağım. Görüşmelerde mesele anlaşılmıştır, tavazzuh etmiştir, genel görüşme açılmasına da hacet yoktur şeklinde oylamayı arzu ederim; çünkü, genel görüşmede de bunları konuşacağız ve bir daha da bunları konuşmayalım. Siz, bize yardımcı olur musunuz lütfen.
Buyurun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan…
A. TURAN BİLGE (Konya) – Tesir etmeyin…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Ne söyledim?
A. TURAN BİLGE (Konya) – Size değil… Sizi rahat bırakmalarını…
BAŞKAN – Efendim, birbirimize konuşmayalım… Zaten, vakit bir hayli geç oldu.
Buyurun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – Sayın Başkan, söylediğim cümlelerde, arkadaşlarımızın takdim etmeye çalıştığı abartılı, kapsamlı bir anlam yoktur. Ne söylediğimi açıklamaya çalışan, kürsüye çıkan veya yerinden konuşan arkadaşlarımız, sürekli, özenle seçilmiş bir cümleyi, ifade etmediği manalarla örülü olarak takdim etmektedirler. Dolayısıyla, ilgili gruplara mensup milletvekilleri de, kendi grup başkanvekillerinin veya sözcülerinin abartılı ifadeleri karşısında, benim öyle bir şey söylediğim şeklinde, aşırı tepkiler göstermektedirler. Söylediğim cümle bana ait değiltir, bir köşe yazarına aittir, bir ay önce yayımlanmıştır…
BAŞKAN – Yani, siz kastetmediniz…
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) – …kimse tepki göstermemiştir; bir. İkincisi, cümle özenle seçilmiştir. “Âdeta” kelimesi özenle kullanılmıştır cümle içerisinde ve halk arasında ifade ettiğimiz pek çok cümlede de bunu kullandığımız zaman, anlamın ne olduğu tekrar tezekkür edilir. “Âdeta, gökten başımıza taş yağıyor” dediğimiz zaman, gökten başımıza taş mı yağıyor?! Ben ne söylediğimi biliyorum; fakat, arkadaşlarımızın abartılı anlamları o cümlede yoktur, özenle seçilmiş bir cümledir.
Arz ederim.
BAŞKAN – Efendim, o cümlede o anlamın olmadığını izah ettiler. Lütfen, daha fazla ısrar etmeyelim.
Sayın milletvekilleri, şimdi, bakın, arkadaşlar…
EDİP ÖZGENÇ (İçel) – Böyle bir hakkı var mı efendim?!
YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Sözümü geri aldım demiyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, mesele yeterince tartışılmıştır. Bundan sonra, genel görüşme açılmasında, tekrar can sıkıcı hususlar olabilir. Binaenaleyh, müsaade ederseniz, şöyle oylamayı düşünüyorum: Aynen, Kıbrıs meselesinde yaptığımız gibi… Keşke, bir metinde ulaşabilseydik…
ÖMER İZGİ (Konya) – Metin hazır.
BAŞKAN – Metin var mı elimizde?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Metin var efendim. Sayın Başkanım, çalışmalarımıza devam ederken metin gelecektir, hep beraber anlaşacağımız bir metin gelecektir.
BAŞKAN – O zaman, grup başkanvekilleri bir metin üzerinde anlaşmayı düşünüyor mu?
TURHAN GÜVEN (İçel) – Evet, düşünüyoruz.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Düşünüyoruz.
BAŞKAN – O halde, bir metin üzerinde anlaşmak kaydıyla, görüşmelerin yeterli olduğunu uygun görenler işaret etsinler… Uygun görmeyenler… Uygun görülmüştür.
Hepinize, son oylamada gösterdiğiniz anlayıştan dolayı teşekkür ederim.
TBMM Tutanak Dergisi- 14.12.1999 – Birleşim:33 – Cilt:19 – Sayfa: 265-319
©Waynakh Online
YASAL UYARI
Sitede yer alan materyallerin tüm hakları Waynakh Online’a aittir. Bu materyaller (haberden/makaleden/tercüme eserden sadece alıntı yapılsa dahi) ancak kaynak gösterilerek ve aktif link verilerek kullanılabilir.
Bir yanıt bırakın!