“Katillerinizi Beklemek Öldürülmekten Daha Berbat!”
Talebi doğrultusunda burada ismini değiştirerek kendisini anacağım 30 yaşındaki Çeçen mülteci Aslan Daudov birkaç saat içerisinde Polonya’ya sınırdışı edilebilecek olmasından ötürü korkmuştu. Onu asıl endişelendiren Polonya’nın kayda değmeyecek miktarda Çeçen sığınmacıyı kabul etmesi değildi; ama daha kötü bir akıbetti onu korkutan: [kukla] Çeçen hükümetinin ajanları tarafından kaçırılabilir, işkence görebilir ve öldürülebilir olması.
Viyana’nın Westbahnhof tren istasyonundaki bir kafede buluştuk. Sohbetimizin ortasında Aslan kafeyi terk etmemiz gerektiğini söyledi. Bir grup yanı başımızdaki masayı işgal etmişti ve yapacakları bir pasaport kontrolü Aslan’ın Viyana’dan ayrılmasına neden olabilirdi. Kahvelerimizin parasını ödediği için bizim kızmamıza gülüp geçerken istasyonun dışında yeniden biraraya geldik.
Önümüzdeki günlerde hayatı daha fazla risk içinde olacak birisi için Aslan dikkat çekici biçimde neşeli görünüyordu. Böylesi yakın bir tehdit altında yaşamayı nasıl başardığını sorduğumda sadece korkusunu saklamaya çalıştığı şeklinde yanıt verdi. Sığınmacılar arasındaki yaygın kara mizahla “Polisleri her gördüğümde ağırlığımdan bir kilo kaybediyorum” diye ekledi.
Aslan, Viyana’ya 2006 yılında geldi ve o tarihten bu yana burada yaşıyor. İkinci Rus-Çeçen Savaşı’nda isyancılara [mücahitlere] yardım ettiği Çeçenya’nın Achkhoi-Martan bölgesindeki köyünden kaçmış.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana Çeçenya’daki çatışma ortamı hiç sona ermedi. Sovyet Rusyası’nın güneyindeki küçük bir cumhuriyet olan Çeçenya’nın, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesi, Rus güçlerinin ayrılıkçılığa son vermek için 1994 yılında ülkeyi işgal etmesine neden oldu. Gerilla savaşçılarının inatçı direnişi karşısında istila sona erdi ve 1996 yılında Rus güçleri Çeçenya’yı terk etti. 1999 yılında Moskova’daki bir dizi patlamanın akabinde Rus güçleri Çeçenya’daki savaşına geri dönünce, İkinci Rus-Çeçen Savaşı başladı. Rusya, 2000 yılında zafer elde ettiğini iddia etti ve Moskova destekli bir vaiz olan Akhmad Kadirov’u Devlet Başkanı olarak ilan etti. 2004 yılında Akhmad suikaste uğradı ve kısa bir süre sonra da oğlu Ramzan Kadirov de-facto yönetici oldu ve babasının ölümünün intikamını almak için acımasız bir baskı rejimi kurdu. O dönemden bu yana isyanda bir gerileme olduysa da Kadirov’un milislerinin insanları kaçırmaları, cinayetleri ve vahşeti artış gösterdi. Aslan savaştaki tam konumu ile ilgili kaçamak yanıtlar veriyor, sadece zaman zaman isyancılara giyecek ve cephane temin ettiğini iddia ediyor. Ayrıca Rus işgali sırasında isyan güçleri içerisinde yer alan bir amcasının da öldüğünden bahsediyor. Aslan, kendisinin ve ailesinin o zamandan beri sürekli askerlerin [Rus ve kukla güçler] tehdidi altında olduğunu ifade ediyor. Küçük erkek kardeşi ardında hiç bir iz bırakmadan ortadan kaybolunca, Aslan’da Çeçenya’dan ayrılmaya karar veriyor.
Rusya sınırından Belarus’a geçen Aslan buradan da Polonya’ya geçiyor ve yakalanarak diğer Çeçen mültecilerin olduğu bir kampa konuluyor. Orada kendisini hiç güvende hissetmediğini söylüyor. Aslan, “Benim hakkımda sorular soran insanlar vardı. Orada Çeçenya’da suç işlemiş bazı tipler vardı ve benim ortadan kaybolduğumu bilen bazı insanlar olduğunu öğrenince oradan ayrılmaya karar verdim” diyor. Aslan oradan güneye, Slovakya üzerinden Avusturya’ya geldi ve burada yeniden tutuklanarak Viyana’nın birkaç mil kuzeyindeki Traiskirchen mülteci kampına yerleştirildi.
Avusturya’ya ilk geldiğinde Aslan’a sordukları ilk soru buraya nasıl geldiği oldu. Avusturya’ya ulaşmadan önce Avrupa Birliği üyesi iki ülkeyi aşarak geldiğini ortaya koyan cevabını verdiğinde Aslan derhal “Dublin İhlali” olarak işaretlendi. Avusturya’dan sığınma talebi reddedildi ve Polonya’ya geri gönderilmek istendi. Aslan’da “hapishaneden daha kötü olarak nitelendirdiği” Traiskirchen’den kaçtı ve durumuyla ilgili olarak birkaç kez mahkemelere başvurdu. Kesin kararı onunla buluşmadan birkaç gün önce aldı, mahkeme kararda Aslan’ın Polonya’ya gitmesinde korkmasına neden olabilecek herhangi bir neden olmadığını belirterek, Aslan’ın Dublin Sözleşmesi’nin kurallarına uygun olarak Polonya’ya geri gönderilmesine kanaat getirmişti.
“Dublin Talimatnamesi” 2003 yılında Avrupa Birliği (AB) tarafından “sığınma iddiasından sorumlu üye devleti” tespit etme fikriyle benimsendi. Bu sayede sığınmacının AB topraklarına ilk giriş yaptığı ülke sığınma prosedüründen sorumlu oluyor, bu da Batı Avrupa ülkeleri için siyasi olarak de-facto bir koruma çiti haline geliyor. AB’nin bu sınır ülkeleri pek çok durumda mültecilerin korunması talebini karşılayacak güce sahip değil. Mültecilerin hakları için lobi çalışmaları yürüten Brüksel merkezli bir sivil toplum örgütü ağı olan Mülteciler ve Sürgünler için Avrupa Konseyi (ECRE), “başka bir yerde koruma” kavramı “sığınmacıların temel haklarını göz ardı ediyor” diyor.
Aslan, Polonya’ya geri gönderilmekten korktuğunu söylüyor. “Orada benim gibi kişileri arayanlar [Ruslar ve kukla Çeçenler] var” diyen Aslan, kendisinin büyük olasılıkla hapsedileceği ve işkence göreceği ciddi biçimde Moskova’nın tesiri altındaki eski bir Sovyet ülkesi olan Belarus’a da gönderilme ihtimali olduğuna değiniyor.
Aslan’ın korku içerisinde olması için iyi bir nedeni var. Aslan ile buluşmamız, Avusturyalı müfettişlerin 33 yaşındaki [kukla] Çeçen devlet başkanı Ramzan Kadirov’un ismini muhalif Çeçen Umar İsrailov’un Viyana’da Ocak 2009’da öldürülmesiyle ilişkilendirmesinden bir hafta sonra gerçekleşti.
İsrailov, Kadirov aleyhinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bir dava açmış, Kadirov’u işkence, cinayet ve tecavüz ile itham etmişti. Bunlar [kukla] Çeçen devlet başkanı Ramzan Kadirov için uluslararası bir platformdaki ilk suçlamalardı ve Kadirov’un eski kişisel koruması olarak İsrailov çok sayıdaki ihlalin birinci dereceden görgü tanığı olduğunu iddia etmişti. Umar İsrailov güpegündüz polisin daha sonra Kadirov’un yakın yardımcısı ile bağlantıları olduğunu tespit ettiği üç Çeçen tarafından öldürüldü.
İnsan hakları grupları Kadirov’u birçok kez rejimine yönelik herhangi bir eleştiriyi vahşice susturmakla itham etti. İsrailov’un öldürüldüğü yıl, Kadirov’un işlediği suçları belgeleyen üç insan hakları savunucusu Çeçenya’da öldürüldü. Kadirov yönetimindeki hak ihlalleri hakkında çok sayıda döküman hazırlayan Rus gazeteci Anna Politkovskya’da 2006 yılında Moskova’da öldürülmüştü.
İsrailov, Kadirov’un kendisinden intikam almasından korkuyordu ve birçok kez Avusturya makamlarına başvuruda bulundu, Kadirov’un ajanlarının davayı geri çekerek Çeçenya’ya dönmesi konusunda kendisini tehdit ettiğini söyleyerek koruma talep etti. Kimse tarafından dikkate alınılmadı ve İsrailov bir süpermarketten dönerken saldırıya uğradı.
Olay Çeçen camiasında derin bir korkuya neden oldu. 2005 yılından bu yana Avusturya’da yaşayan ve Aslan’ın tanıştırdığı Çeçen mülteci Akhmad Sadulayev (talep üzerine ismi değiştirildi), Umar öldürüldüğünden bu yana Çeçenler Kadirov’un artık Avrupa’ya da uzanmasından korkuyor. Akhmad, “Özellikle diğer ülkelerdekiler durumun ne kadar ciddi olduğunun farkında değil. Eğer bize Avusturya’da ulaşabiliyorlarsa, eski Sovyet ülkelerinde oldukça zor bir durum olmalı” diyor. Bana tanıdığı bir Çeçen mültecinin gündüz vakti Polonya’da nasıl kaçırıldığını anlattı. “Burada hepimiz korkuyoruz. Öldürülmektense, katillerinizi beklemek daha korkunç” diye ekliyor.
Aslan, İsrailov ile Traiskirchen’da görüştüğünü ve Umar İsrailov’un hem onu hem de diğer Çeçen sığınmacıları her ne pahasına olursa olsun Avusturya’da kalmaları konusunda uyardığını iddia etti.
Avusturya, Avrupa’daki Çeçen mültecilerin en büyük kısmına ev sahipliği yapıyor. Sığınmacıların sayısı İkinci Rus-Çeçen Savaşı’nın çıkmasından sonra artış gösterdi. “Asyl-in-Not”un kurucusu ve Avrupa sığınma politikasının en sert eleştirmenlerinden olan Michael Genner, Dublin Sözleşmesi’nin kabul edildiği 2003 yılına kadar Çeçen sığınmacıların kabul oranının neredeyse %100 olduğunu, Dublin Sözleşmesi sonrasında ise bu oranın %40’lara kadar düştüğüne dikkat çekti.
Aslan’ın davası sığınmacıların korunmasında Avrupa sığınma politikasının sınırlarını ortaya koyuyor. Çeçen sığınmacılar, [kukla] Çeçen yönetiminin ajanlarının iddiaya göre daha rahat eriştiği eski Sovyet ülkelerine sınırdışı edilmeleri halinde, daha büyük bir risk altında olabilirler.
Genner, “Avrupa sığınma politikası esasında ırkçılık temeline dayanıyor. Avrupa kalesinin bir enstrümanı. Bazı siyasiler tarafından canlandırılan korku ile mültecilere karşı yürütülen bir savaş var. Mevcut politikanın ne ekonomik ne de insani haklar açısından hiçbir anlamı yok” diyor.
31.05.2010 – GLOBALISTAN
Tweet
Bir yanıt bırakın!